HAZIRLAYAN: DİŞ HEKİMİ MÜZEYYEN TOPÇU TAN
İngiltere seyahatlerimden birinde, Londra’ya kadar gitmişken, Galler’in Swansea şehrinde yaşayan fakülte arkadaşım, diş hekimi Şebnem Önal’ı ziyaret etmek istedim. Şebnem’in mihmandarlığı ve güzel ev sahipliği sayesinde, iki günlük kısa ziyaretim sırasında Swansea’yi tanıma şansım oldu.
Kocaeli Life’ın ocak ve şubat aylarında bahsettiğim Londra ve İngiltere’yi örümcek ağı gibi saran metro hatları karmaşık görünse de yön kavramı az gelişmiş biri olarak benim bile kolayca çözmem, hatları karıştırmadan diğer semtlerdeki arkadaşlarımı ziyaret etmem, kendime olan güvenimi artırmış; ‘Biraz da şehirler arası hatta ülkeler arası seyahat edeyim’ demiştim.
Backpacker (Sırt çantalı gezgin)’lar bana gülecektir belki ama yarım asrı devirmiş bizler için tek başına bir ülkeden başka bir ülkeye seyahat etmek çok alışık olduğumuz bir durum değil. Bu arada çantasını sırtına takıp tek başına neredeyse tüm dünyayı gezen gençlerimize, özellikle de kızlarımıza selam olsun. Onları canı gönülden kutluyorum. Sırt çantalı gezginler için küçük, benim için büyük İngiltere’den Galler (İngilizce: Wales)’e seyahatim başlıyor. Keyifli okumalar.
***
Londra’nın 300 kilometre batısında yer alan Swansea’ye ulaşım için uçak, otobüs, tren seçeneği var. Bana en pratik olanı tren yolculuğu gibi geldi. Wanstead’dan metro ile önce Oxford Circus’a gidip, oradan Bacerloo hattına geçerek, Westminster’deki oldukça görkemli bir istasyon olan Paddington tren istasyonuna vardım (Tren biletini 1-2 hafta öncesinden ve gidiş-dönüş almak daha ekonomik). Üç saatlik yolculuğum fazla kalabalık olmayan, konforlu bir trenle, yemyeşil manzaralar eşliğinde, kitap okuyarak geçti ve son istasyonda indim. Şebnem, en son durakta inmem gerektiğini söylemişti ama istasyonun tabelasında ‘Abertawe Swansea’ yazısını görüp, arkadaşımı göremeyince, başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Yanlış anladım, başka durakta indim sandım. Cahilliğin gözü kör olsun, meğerse Swansea’nin Galce ismi Abertawe imiş, Şebnem de biraz geç kalmış. Akıllı telefonlar sağ olsun, hemen haberleştik, birkaç dakika sonra da Şebnem geldi. Ne var halbuki yanlış istasyonda indiysen, tekrar bilet alıp geri dönersin, değil mi? Yetiştiriliş tarzı işte! Ne kadar ‘çağı yakalıyoruz, yeniliklere açığız’ desek de pozitif olmakla ilgili kitaplar okusak, kurslara katılsak da hemen pesimist düşüncelere kapılıverir bizim jenerasyon! Neyse; yaşanan her yeni şey tecrübe hanemize yazılıyor.
***
Arkadaşımın sağdan direksiyonlu arabasına binip, soldan soldan giderek (Şu İngiltere’nin ters trafiğine bir türlü alışamadım. İnsanın alışkanlıklarından kurtulması ne kadar zor) sahibi Türk olan sevimli bir restorana vardık. Aperatif bir şeyler atıştırırken hem hasret giderdik hem de Galler ve Swansea hakkında merak ettiklerimi konuştuk. Aslında normal şartlarda bir ülkeye gitmeden önce enine boyuna araştırır, kısa zamana neleri sığdıracağımı planlarım. Ancak Swansea’de birinci öncelik arkadaşımı ziyaret etmek olduğu için açıkçası ‘dersime hiç çalışmadan gittim’ diyebilirim. Galler hakkında pek fazla bilgim yoktu. Hafızamı biraz zorlayınca aklıma ilk gelen; Prens Charles ve Leydi Diana oldu. Sonra Dr. Who dizisinin çekildiği görkemli kale, İskoçya mı Galler mi olduğuna tam emin olamadığım yeşil vadiler, yüksek tepeler… Başka da bir şey yok! Ne yaşam tarzları, ne kültürleri, ne İngilizler ile aralarındaki benzerlikleri, farklılıkları…
Neyse, iyi ki Şebnem fakülteden mezun olduktan sonra ihtisas yapmak için Galler’e gitmiş ve orada kalmış. Ben de bu sayede Galler ve Galliler ile ilgili fikir sahibi oldum. Hadi gelin birlikte Galler hakkında öğrendiklerime ve Swansea’de geçirdiğim iki günde gördüklerime, yaşadıklarıma bir göz atalım.
***
Önce, Galler ismini sık sık duymamıza neden olan; Leydi Diana ile peri masalı gibi başlayıp, zamanla kabusa dönen ve sonu hüsranla biten sansasyonel evlilikleri nedeniyle basın gündeminden düşmeyen Galler Prensi Charles’tan başlayayım. Zira Galler prensi olma şartı, kraliçenin ilk oğlu olmakmış, illa Galler’de doğmak gerekmiyormuş. Charles (Tam ismi Charles Philip Arthur George Mountbatten-Windsor) kraliçenin ilk oğlu olduğu için Galler Prensi unvanını almış ama Kraliçe II. Elizabeth’in uzun yaşamı sebebiyle en yaşlı prens unvanına da sahip (Aynı zamanda Cornwall Rothesay ve Edinburgh Dükü) İlkokul öğretmenim sayesinde coğrafya alt yapım fena değildir. İlkokulu bitirdiğimizde Türkiye’deki il ve ilçeleri, dünya ülkelerinin isimlerini, başkentlerini hatta önemli şehirlerini ezbere biliyor, haritada gözü kapalı yerlerini buluyorduk. Ancak Swansea’ye gitmeye karar verdiğimde Galler hakkında yeterli bilgi sahibi olmadığımı fark ettim. Haritaya baktığımda Swansea’yi İngiltere’nin bir şehri bile sanabilirdim. Gerçi Londra gezi yazımda da değindiğim gibi Büyük Britanya, Birleşik Krallık, İngiltere kavramları biraz karıştığı için bu normaldi. Büyük Britanya’yı oluşturan Birleşik Krallık ülkelerinin (İngiltere, İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda) en büyüğü ve en nüfuslusu İngiltere olduğu için genelde bu ülkelere kısaca İngiltere diyoruz. Lakin Birleşik Krallık’ın bir parçası olan bu ülkelerin kendine özgü kültürleri, İngilizce’nin yanı sıra kendi dilleri (Galce, İrlandaca ve İskoçça) ve kendi ulusal meclisleri var. Uluslararası anlamda Birleşik Krallık’a bağlı olsalar da içişlerinde bağımsızlar.
Galce ismi Cymru olan Galler, Birleşik Krallık topraklarının güneybatısında yer alıyor. 2.700 km kıyı şeridine sahip olan Galler’in kuzeyi dağlarla kaplı. Avrupa’nın en yağışlı ülkelerinden biri olan Galler kuzey ılıman bölge içinde yer alıyor. Meksika Körfezi’nden başlayıp Birleşik Krallık’ın kuzeyine kadar devam eden sıcak su akıntısı nedeniyle iklimi yumuşak; yazlar ve kışlar ılık geçiyor. Atlantik Okyanusu’na kıyısı olan Galler’de gel-git (med-cezir) olayları yaşanıyor. Okyanus sularının periyodik olarak yükselip alçalması ile kıyı çizgisi değiştiği için sabah gittiğiniz plaj, akşam sular altında kaybolabiliyor.
Galler’in başkenti ve en büyük şehri Cardiff (Galce: Caerdydd). Bölgeye ilk yerleşim Buzul çağının sonlarına doğru olmuş. Gal halkına Galli, dillerine Galce deniyor. Okullarda İngilizce’nin yanı sıra Galce eğitim de veriliyor. Dünyanın en eski kadim milletlerinden biri olarak kabul edilen Gallilerin kökenlerinin Keltler’e dayandığı söyleniyor. Ülke sanayileşmiş olsa da özellikle kuzey bölgelerde geleneksel hayat korunmuş, tarım ve hayvancılık ile uğraşılıyor. Et (İngiltere’de ‘kırmızı et’ denilince akla Galler ve koyun eti gelirmiş), süt ve süt ürünleri (özellikle de peynir) konusunda epey iddialılar. Tarım ürünlerinde ise pırasa üretimi öne çıkıyor. Galler pırasası tüm adada öyle bir ün yapmış ki 16. yüzyıldan beri Galler’in önemli sembollerinden biri haline gelmiş. “Pırasadan da sembol mü olurmuş?” diyenlere, bölgede çokça yetişen nergis çiçeğinin de 19. yüzyıldan beri ulusal sembollerden biri olduğunu söyleyelim. Yeri gelmişken sembollerden biri de bayraklarındaki kırmızı ejderha…
Galler’de çok sayıda tarihi ve etkileyici kale var. Bunların en önemlilerinden biri, 13. yüzyıldan kalma Caerphilly Kalesi. İngiltere’deki Windsor Kalesi’nden sonra Büyük Britanya’nın en büyük ikinci kalesi. Dev yapay göllerle çevrili. Dr.Who ve Merlin gibi diziler bu kalede çekiliyor. Bir diğer önemli kale ise başkentteki Cardiff Kalesi. Norman ve Roma harabelerinin üzerine kurulan Victoria dönemine ait gotik kale, görkemli bir mimari yapıya sahip. Galler, geleneksel müzik açısından da oldukça zengin bir ülke ve arp sanatçılarıyla ünlü.
Swansea; Galler’in güneyinde, üç tarafı (kuzey, güney ve batısı) denizle çevrili, Atlas Okyanusu’na kıyısı olan bir şehir. Swansea Şehir ve Kontluğu İdaresi’ne bağlı olan şehir; kuzeyde kırsal Lliw tepeleri, doğuda Swansea Körfezi, batıda Gower Yarımadası, güney doğudan kuzey batıya uzanan deniz sahili ile güzel bir coğrafyaya sahip. Büyük bir limanı olan Swansea, başkent Cardiff’ten sonra ülkenin ikinci büyük şehri. Swansea’ye şehir olma statüsü 1969’da, Prens Charles’in ‘Galler Prensi’ olarak atanması sırasında verilmiş. 1982 yılında da Swansea yerel idare başkanına ‘Lord Mayor’ unvanı taşıma onuru verilmiş ki Büyük Britanya’da Londra gibi belirli bazı şehirlerde belediye başkanına verilen önemli bir unvanmış.
Önceleri küçük bir kasaba ve liman olan Swansea, 18. yüzyılın ikinci yarısında İngiltere’de başlayan Sanayi Devrimi sırasında çok büyük gelişme gösterip, işçi sınıfını barındıran ve istihdam sağlayan bir merkez olmuş, özellikle metal üretimiyle İngiltere’nin savaş gücüne büyük destek sağlamış. 19. yüzyılda ise bakır endüstrisinin merkezi haline gelmiş. Bakır üretiminin yanı sıra arsenik, çinko, kalay, seramik üretimi yapan birçok fabrika faaliyete geçmiş. Ancak 20. yüzyılda Birleşik Krallık’ın ağır sanayisinin çökmeye başlamasıyla Swansea bir endüstriyel çöplük alanına dönmüş. Özellikle Aşağı Swansea Vadisi, fabrika kalıntıları ve maden cevheri işlendikten sonra kalan atıklarla bir endüstriyel mezarlık haline gelmiş. II. Dünya Savaşı’nda sanayi tesislerini hedef alan Alman uçak bombardımanlarının hedefi olunca da şehir ve liman tamamen yerle bir olmuş. Bu nedenle Swansea’de çok az sayıda tarihi bina kalmış. Savaş sonrası Swansea, Birleşik Krallık’ın diğer ağır sanayi merkezleriyle birlikte post-sanayi sistemine girmiş ve ekonomisinde turizm, eğitim ve sağlık hizmetleri başta olmak üzere ‘hizmet sektörü’ ağırlık kazanmış.
1950 yılından sonra yeniden yapılaşmaya başlayan şehirde ilk etapta marina, kapalı pazar, Swansea Müzesi, Glynn Vivia Sanat Galerisi, Dylan Thomas Merkezi inşa edilmiş, günümüzde halen yenilenme çalışmaları devam ediyor. Swansea, Britanya’nın ve Galler’in en güzel kumsallarına, plajlarına ve görkemli yamaçlarına sahip doğa harikası bir şehir. 5 mil uzunluğundaki Swansea Bay Plajı yüzmek, outdoor sporları yapmak için en çok tercih edilen destinasyonlardan biri. Ayrıca sörf yapmak, manzara seyretmek ve yürüyüş için de ideal bir bölge. Körfez akıntısı nedeniyle, İngiltere’nin plajları kadar soğuk olmasa da yine de deniz suyu oldukça soğuk ve çok güçlü rip akıntıları (çeken akıntı) var. Dediğim gibi denizin med- cezir hareketleri nedeniyle plajların bazıları sular altında kalabiliyor. Çoğu plajda cankurtaran veya acil durum tesisi olmadığı için plajlarda güneşlenmek veya yüzmek isteyenlerin çok dikkatli olmaları gerekiyor.
Nüfusu bakımından çok kalabalık bir şehir değil ancak iki üniversite olması sebebiyle özellikle eğitim döneminin başlangıcında, kampüs etkinliklerinin olduğu zamanlarda ve yaz aylarında turistlerin gelmesiyle birlikte kalabalıklaşıyor. Bu nedenle gitmeden önce rezervasyon yaptırmakta yarar var.
Clyne Bahçeleri (Clyne Gardens)
Swansea’de çok sayıda park olmasına rağmen Clyne Gardens en çok ziyaret edilen park olarak dikkati çekiyor. 19 hektarlık devasa bahçede çeşitli egzotik bitkiler ve ağaçlar bulunuyor.
Art of the Matter
Swansea kültür ve sanat açısından oldukça aktif ve yıl boyu canlı bir şehir. Turistlerin ziyaret ettiği çok sayıda müzeye ve sanat galerilerine sahip. Şehrin en önemli sergilerinin yapıldığı yer The Glynn Vivian Art Gallery, 1911’de Richard Glynn Vivian tarafından kurulan ve şehre ait yüzlerce yıllık geçmişe sahip koleksiyonlara ev sahipliği yapan bir merkez. Art of the Matter (Maddenin Sanatı) koleksiyonu ile günümüz sanatçılarının iletişimini geliştirmeye devam ediyor.
Dylan Thomas Merkezi
(The Dylan Thomas Centre)
20. yüzyılın en büyük şairlerinden sayılan, Swansea’da doğup büyüyen Dylan Marlais Thomas’ın hayatının sergilendiği The Dylan Thomas Centre (Dylan Thomas Merkezi), edebiyat meraklılarının ilgisini çeken bir merkez. Ünlü şair adına her yıl, dünyanın her yanından inanılmaz bir katılımın sağlandığı Dylan Thomas Festivali de düzenleniyor.
Swansea Market
İlk defa 1897’de kurulan Swansea Market (Swansea Pazarı) tüm İngiltere’nin en geniş cam ve demir işlemeleriyle kaplıymış. II. Dünya Savaşı’nda şehrin büyük kısmı gibi burası da yok olmuş ancak yeniden yapıldıktan sonra Galler içerisinde, içinde 100’den fazla tezgâha sahip olan ender yerlerden biri haline gelmiş. Bu pazarda satılan ürünlerin tadına bakabilir ve damak tadınıza uygun olanları satın alabilirsiniz.
The Mumbles
Mumbles; Swansea Körfezi’nin batı ucunda yer alan canlı ve şirin bir kasaba. Mumbles’da cetvelle çizilmiş gibi düzenli, şirin evler; deniz kenarında yaya ve bisikletlere ayrılmış çok geniş yollar var. Yol boyunca çok sayıda alışveriş yapabileceğiniz dükkanlar, güzel dekore edilmiş restoran, kafe, brasserie ve publar bulunuyor. Biz yemek için Verdi’s Restoranı, kahve içmek için ise Langland’s Brasserie’yi tercih ettik. Her ikisi de muhteşem bir deniz manzarasına sahip, şık mekanlardı. Ürünleri taze ve lezzetliydi.
Aklınızda bulunsun; deniz ürünleri yiyecekseniz mutlaka yerel balıkçıların ürünleri olduğundan emin olmanız gerektiğini söylüyorlar. Başka ülkeler de yapılıyor mu bilmiyorum ama Mumbles’da istiridye festivali yapılıyormuş; bana çok ilginç geldi.
Oystermouth Kalesi
Normanlar tarafından inşa edilen Oystermouth Kalesi; Gower Yarımadası’nın doğu tarafında, Mumbles yakınlarında, Swansea Körfezi’ne nazır bir tepede, yemyeşil bir parkın içinde. Galler’deki diğer kaleler kadar görkemli olmasa da Mumbles’a kadar gitmişken ziyaret etmekte fayda var.
Kule (The Tower, Meridian Quay)
Tabandan tavana pencerelere sahip olan Meridian Quay binası, şehre saplanmış bir hançer gibi görünse de en üst katındaki restoranda (Grape & Olives) enfes Swansea Körfezi ve Swansea Vadisi manzarası eşliğinde özellikle akşam yemeği yerken güneşi batırmak çok keyifli.
Ulaşım
Swansea’de şehir merkezine özel araçların girişini azaltmak için ‘park et-otobüse bin’ sistemi uygulanıyor. Otoparkta aracınızı bırakıp, otopark parasını da kapsayan biletle otobüse binerek şehir merkezine gidiyorsunuz. Böylece şehir merkezinde hem trafik sıkışıklığı olmuyor hem de çevre daha az kirleniyor. Ayrıca şehir merkezinde kişileri bir yerden diğerine götürmek için City Cruiser denilen bisiklet şeklinde kiralık taşıyıcılar bulunuyor.
Kaldırımların, engellilerin otobüslere rahatlıkla binebileceği yükseklikte olması; sadece otobüslerin kullandığı yol ve köprülerin yapılması; yaya ve bisiklet yollarının oldukça geniş tutulması; Avrupa ülkelerinde en beğendiğim ve özendiğim konu. İnsana verilen bu değer, insana, insan olduğunu anımsatıyor.
GALLER’DE NE YENİR, NE İÇİLİR?
Galler mutfağı, İngiliz mutfağından epeyce etkilenmiş. Yine İngilizler gibi Hint, Asya ve İspanyol mutfakları ülkede tercih edilen mutfaklardan. Galler’e özgü geleneksel lezzetlere örnek vermek gerekirse; ‘Cawl cennin’ denilen kremalı pırasa çorbası, deniz börülcesinden yapılan ‘Laverbread’ denilen ekmek; ‘Welsh rarebit’ denilen ve kızarmış ekmek dilimleri üzerinde servis edilen sıcak peynir soslu yemek; ‘Glamorgan Sausage’ denilen peynir, pırasa ve ekmek kırıntılarından yapılan vejetaryen sosisi, kuzu etinden yapılan ‘Lamb Cawl’ı sayabiliriz.
***
Londra’da İngiliz, Japon ve Hint mutfaklarını deneyimlediğim için Swansea’da, Galler ve İspanyol mutfaklarını denemek istedim. Gittiğimiz İspanyol restoranında başta tapas çeşitleri olmak üzere İspanyol mutfağına dair yiyecekleri denedim, en az Barcelona’da yediklerim kadar başarılıydı.
Yemek sonrası Şebnem hiç ale içip içmediğimi sordu. Bulmaca çözerken hep karşımıza çıkan ‘soldan sağa ya da yukarıdan aşağıya üç harfli bir çeşit İngiliz birası’ sorusuna ‘ALE’ diye yazdığım halde, hiç tadına bakmamıştım. Restorandan çıkıp, içinde eskiden ale yapımında kullanılan çeşitli aletlerin ve makinaların olduğu şehrin en nostaljik Pub’ına gidip ale tadımı yaptık. Eskiye sadık kalınarak dizayn edilen pub’da Galliler neşeli ve gürültülü bir sohbetin içindeydiler. Ale denilen biraların diğerlerinden farkı, fermantasyonuyla ilgiliymiş ve şişeden ziyade fıçıda olanlar daha makbulmüş. Galler’e özgü popüler tatlılar; welsh cakes (Gal keki), custard slice (muhallebi soslu kek) ve bara brith (kuru üzüm ve zencefilli kek). Dondurma ise en çok sevilen ve tüketilen tatlı…
***
Bir gezinin daha sonuna geldik. Sağlıklı günlerde seyahat edebilmek umuduyla, esen kalın.
NASIL ARANDI: #dişhekimi #müzeyyentopçutan #londra #swansea #galler #yemek #gezi #geziyazısı #ulaşım #artofthematter #dylanthomasmerkezi #kocaeli
Avrupa'nın en temiz, okuryazarlık oranı ve yaşam kalitesi en yüksek ve güvenli ülkesi olan Estonya’nın başkenti Tallinn; ülkenin finans, sanayi, siyasi, kültür merkezi ve ana liman kenti olarak biliniyor. Avrupa'nın en iyi korunmuş Orta Çağ şehirlerinden biri olarak UNESCO Dünya Mirası Alanı listesinde olan Tallinn dünyanın en iyi on dijital şehri arasına girerek çağı yakaladığını da ispatlıyor.
İsveç ve Rus etkisiyle şekillenmiş kültürü, sanatı ve mutluluk endeksi ile gıpta edilen; tertemiz, yemyeşil ormanları, masmavi denizi ve üç yüz küsur adası ile güzel bir coğrafyaya sahip olan Helsinki, soğuk iklimine rağmen Kuzey Avrupa’da en yaşanabilir şehirlerinden biri olarak kabul ediliyor.
Antik dönemde zengin, güçlü bir şehir devleti ve kültür merkezi olan Samos; dünyaca ünlü filozofların doğduğu, birçok uygarlığa ev sahipliği yapmış tarihi bir bölge olmasının yanı sıra temiz ve güzel sahilleri, bölgeye özgü yemekleri, şarapları, tavernaları ve doğal güzellikleri ile ziyaret edilmeyi fazlasıyla hak eden bir lokasyon. Hem deniz hem de kültür tatilini birlikte yapmak isteyenler için ideal bir seçim.
Balkanlarda gezilecek yerler arasında en popüler rotalardan biri olan Üsküp, tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış kadim bir şehir. Tarihi eserlerinin yanı sıra doğal güzellikleriyle de kendini kanıtlayan Üsküp’ü gezerken, Osmanlı’dan kalan izler nedeniyle kendinizi zaman zaman Anadolu’da bir şehirde hissedecek, damak tadımıza uygun yemekleri sayesinde de hiç yabancılık çekmeyeceksiniz, Bir de baktığınız her yerde devasa heykellere rastlayacaksınız.
Yunanistan’ın en iyi korunmuş tarihi şehri unvanına sahip İskeçe’de her yıl şubat sonu- mart başına denk gelen zaman diliminde yapılan renkli karnavala dünyanın her yerinden genç, yaşlı binlerce kişi katılıyor. Yunanistan’ın ve Balkanların en renkli karnavalı olan; müzik, dans, kültür ve eğlence dolu etkinlikleri kapsayan İskeçe Karnavalı, Yunanistan’ın turizm ekonomisine de ciddi katkı sağlıyor.
Doğal ve tarihi güzelliklerinin yanı sıra üniversitesi, sıcak su kaplıcaları, festivalleri ve her sokakta karşınıza çıkan, bakmaya doyamayacağınız güzellikte ArtNouveau ve Neoklasik tarzdaki binalarıyla mutlaka görülmesi gereken bir şehir…
Son yıllarda trend olan ‘Noel Pazarı’ turlarını merak ediyorsanız, alternatif olarak Yunanistan’ın Drama şehrindeki ‘Noel Baba Köyü’ ya da ‘Drama’nın Rüya Şehri’ diye adlandırılan tema parkı ziyaret edebilirsiniz
Başta büyük önderimiz Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere II. Meşrutiyet, İttihat Terakki ve Cumhuriyet döneminin önde gelen asker ve siyasilerini yetiştiren Askeri İdadi’nin de bulunduğu Manastır’ı gezmenin tam zamanı…
Makedonya’nın en güzel şehri, en önemli turizm merkezi olan ve 1979’da UNESCO tarafından Dünya Kültürel Miras Listesi’ne alınan Ohrid; arkeolojik eserleri, kalesi, camileri, kiliseleri ve çok kültürlü yaşamın izlerini taşıyan tarihi geçmişiyle tam bir kültür hazinesi…
Yüzyıllardır ayakta kalan tarihi dokuya tanık olmak; rengarenk, cumbalı, asırlık evlerin bulunduğu Arnavut taşlı dar sokaklarda yürürken geçmişe yolculuk yapmak; pırıl pırıl denizde yüzmek, tertemiz plajlarda güneşlenmek, taze deniz mahsullerinin tadına varmak Kavala’da mümkün
Yemyeşil dağları, tertemiz plajları, çekici körfezleri, tarihi, fosil ormanları ve gastronomisi ile aradığınız her şeyi bir arada bulabileceğiniz Midilli; her zevke hitap eden bir ada…
Doğa harikası manzaraları, gizemli mağaraları, Ortaçağ’dan kalma görkemli yapıları ile gezginlerin en çok görmek istediği ülkelerden biri olan Slovenya; ekolojisi ve sürdürülebilirliği ile Avrupa’nın en yeşil, en temiz ülkesi
Konumu nedeniyle Birleşik Krallık ve İngiltere için stratejik bir öneme sahip olan Birmingham, nüfusunun yüzde 40’ını oluşturan 25 yaş altındakiler ile Avrupa’nın en genç şehri olarak biliniyor
Dünyanın ilk sağlık merkezi, ilk ve en büyük sunağı, ilk parşömen üretimi, ilk Asya kütüphanesi ve en dik tiyatrosu ile antik dünyada tarihe yön veren, ilkleriyle ünlü bir şehir; Bergama…
Dünyanın en çok ziyaret edilen şehirlerinden biri olan Paris’i gezerken kendinizi adeta bir açık hava müzesinde hissedeceksiniz
Paris, sadece Fransa’nın değil aynı zamanda sanatın, kültürün, modanın, finansın, gastronominin de başkenti. Paris denilince akla; moda, sanat, görkemli tarihi yapılar, parfüm ve kozmetik geliyor
Kanuni Sultan Süleyman tarafından Drava Nehri üzerine yaptırılan, İstanbul’dan Budapeşte’ye giden yolu kısaltan, o dönem dünyanın sekizinci harikası olarak adlandırılan köprü sonrasında yok edilmiş olsa da Osijek görülmeye değer bir şehir
Dünyanın en güzel şehirlerinden biri Barselona… Egzotik, fantastik, büyüleyici ve masalsı yapıları, zengin kültürünü yansıtan müzeleri, hareketli sokakları, lezzetli yemekleri ve eğlenceli gece hayatıyla sizi büyüleyecek
Küçük olmasına rağmen uluslararası film festivali, karnavalları, plajları ve marjinal gece hayatı ile son yıllarda Mikonos, İbiza ve Saint Tropez ile rekabet edecek kadar güçlü bir şehir: Sitges
Deniz-kum-güneş, spor, tarih, kültür, gastronomi, eğlen- ce... Bir tatilden beklenen her şeyi karşılayan ada: Kos
Yeni yerler keşfetmek, spor yapmak, yüzmek, festivallere katılmak, termal kaplıcalarında tedavi görmek, üzüm bağlarında şarap tatmak isterseniz, 'Macaristan Denizi'ni yani Balaton Gölü’nü ziyaret etmelisiniz
Art Nouveau mimarisinin en güzel örneklerini görmek, doğanın kucağında sakin ve huzurlu bir tatil yapmak isterseniz, Subotica tam size göre
Köklü geçmişi, buram buram tarih ve sanat kokan sokakları, mimarisi, kültürü ve doğal güzellikleriyle ünlü Münih, Salzburg ve Viyana’yı gezerken kendinizi açık hava müzesinde gibi hissedeceksiniz
Neckar Nehri’nin iki yakasına kurulan, Almanya’nın en masalsı ve romantik şehirlerini gezerken, Ortaçağ’a doğru zaman yolculuğuna çıkacaksınız
Londra, İngiltere’nin ve dünyanın en önemli iş ve finans merkezi olduğu kadar turizm açısından da en çok ziyaretçi çeken, en hareketli kenti
Berlin, her ne kadar II. Dünya Savaşı’nda bombalarla yerle bir edilmiş olsa da kendini toparlamış; tarihi, siyasi rolü, kültür-sanatı ve doğası ile de Avrupa’nın göz bebeği olmayı başarmış
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün aramızdan ayrılışının yıl dönümünde, doğduğu şehir Selanik’e ve doğduğu eve gitmeye ne dersiniz?
Yaz bitti, çoktan… Sonbaharı da ortaladık. İşlerinizin yoğunluğundan ya da başka sebeplerden dolayı henüz tatil yapamadıysanız; ekim ayında çıkacağınız en güzel tatillerden biri belki de ‘Gemiyle Adriyatik’ gezisi olabilir. Tabii denizden ve gemi yolculuğundan hoşlanıyorsanız…
Yakın bir yurt dışı tatili istiyorsanız; tarihi dokusu, göz alıcı dağları, yemyeşil parkları, altın sarısı kumsalları, zengin mutfağı ve sıcakkanlı insanlarıyla Bulgaristan sizi bekliyor
Thassos; muhteşem kumsalları, turkuaz rengi denizi, resmedilmeye değer köyleri, tarihi yapısı ve eğlence hayatıyla bir tatilde aradığınız her şeyi size sunmaya hazır
Dünya üzerinde sakız ağaçlarının yetiştiği ve damla sakızı üretiminin yapıldığı tek yer olan Sakız Adası hem köklü tarihi hem de doğal güzellikleriyle ziyaretçilerini büyülüyor
Her köşesinde binlerce yıllık tarih yatan, dar sokakları şövalyelerin izleriyle dolu olan Rodos Adası; turkuaz rengi denizi, tertemiz plajları, geleneksel mutfağı ve gece hayatıyla ziyaretçilerini adeta büyülüyor
Masmavi ve berrak denizi, bembeyaz kumsalları, birbirinden güzel plajlarıyla meşhur Sardunya Adası, tarihte birçok medeniyete ev sahipliği yaptığı için kültürel gezileri tercih edenlerin de uğrak yeri
Kanarya Adaları'nın en büyüğü Tenerife; muhteşem denizi, birbirinden güzel plajları, doğal güzellikleri hatta eğlenceli karnavallarıyla heyecan dolu bir tatil arayanların adresi...