24-04-2024 14:35

Daha önce gördüğünüz hiçbir yere benzemiyor...

2016-10-10    0 Kişi Yorum Yaptı   Eklenme Tarihi: 2016-10-10
.stripslashes($urun->baslik).

Likya Yolu üzerinde, bir ortaçağ kalesinin gölgesine kurulmuş, küçücük bir sahil köyü...

Kaleye çıkan taş merdivenlerden oluşan daracık sokaklar; 

İnsana hangi zamanda yaşadığını unutturacak kadar eski evler;

Hayal gücünün sınırlarını zorlayan muazzam bir manzara.

Antalya’nın Demre ilçesine bağlı Kaleköy, gerek coğrafi yapısı gerekse doğayla iç içe geçmiş tarihi dokusuyla daha önce gördüğünüz hiçbir yere benzemiyor.

 

    • Ece AKAR


Bu ay size, daha önce gördüğünüz hiçbir yere benzemeyen bir köyden bahsetmek istiyoruz... Kaleköy’den.

Burası öyle bir yer ki eğer bir gün yolunuz Antalya-Demre tarafına düşerse ya da yaz tatiliniz için Kaş’ı tercih edecekseniz, mutlaka görülesi gereken yerler listenizin en başında yer almalı...

Kaleköy ya da diğer adıyla Simena, doğayla tarihin buluştuğu, turkuaz rengi deniziyle insanı büyüleyen, tamamen bakir kalabilmiş bir yeryüzü cenneti... Antik Likya kentinin küçük bir kıyı kenti.

O kadar bakir ki günümüz şartlarında bile köye karayoluyla ulaşım yok.

Birinci derece tarihi ve doğal SİT alanı olan bu köyü görebilmek için ya Kaş’tan kalkan teknelerle 2,5 saat süren bir deniz yolculuğunu göze alacak ya da karayoluyla Kekova-Üçağız köyüne ulaşıp, küçük motorlarla Kaleköy’e geçeceksiniz.

 

SANKİ ZAMAN DURMUŞ

Küçük bir mavi tur niteliği taşıyan bu yolculukta, mavi-yeşil billur gibi sularda yüzmek ve batık Likya uygarlığının su altındaki kalıntılarını izlemek işin diğer güzel yanı.


Karayoluyla ulaşımın olmadığı Kaleköy’de her hanenin bir sandalı var.

 

Tekneyle Kaleköy’e yaklaşırken sizi şaşırtan ilk görüntü, suyun üzerinde binlerce yıldır ayakta kalmış kral mezarları olacak...

Ardından tepedeki kaleyi ve kalenin gölgesine kurulmuş o küçücük köyü göreceksiniz.

Kaleköy’ün dışarıdan görünümü bile yeterince ilginç ama sizi şaşırtacak asıl detaylarla köye ayak bastığınızda karşılaşacaksınız.

Haydi gelin, zamanı yüzyıllar önce durdurmuş bu köyde küçük bir gezintiye çıkalım...

 

KARA ULAŞIMI YOK

Karaya ayak bastığınızda dikkati çeken ilk şey derme çatma limana bağlanmış, arkadan motorlu küçük sandallar... Bunlara, Kaleköy halkının ‘otomobili’de denilebilir.

Kara ulaşımını olmadığı için köyde, her hanenin kendilerini medeniyete taşıyacak bir motoru var.

Kaleköy sokakları tamamen merdivenlerden oluşuyor ve bu merdivenler sizi, köye adını da veren, yarımadanın en tepesindeki kaleye çıkarıyor.

Bu fiziksel yapı bizim için ilginç olsa da köy çocukları için biraz sıkıntılı... Kaleköylü hiçbir çocuğun bisikleti yok, çünkü köyde bisiklete binilebilecek düz bir alan yok!

 

90 KİŞİ YAŞIYOR

Yazın nüfusu 250’yi geçmeyen, kışın sadece 90 kişinin yaşadığı, kendi halindeki bu köyde, halkın geçim kaynağı turizm.

Yine de Kaleköy’de sadece bir bakkal, sayısı üçü geçmeyen birkaç salaş balık lokantası ve küçük bir-iki kafeden başka bir tesis yok.

Tabii bir de merdivenlerin yanına sağlı sollu dizilmiş hediyelik eşya tezgahları...

Sezon nisanda açılıyor, ekime kadar sürüyor... Kışın yapılacak çok bir şey olmadığı için nüfusun çoğu Demre’ye gidiyor.

Kalanlar ise yarımadanın arkasındaki tarım alanlarında seracılıkla uğraşıyor.

Tekerlekli hiçbir aracın olmadığı köy yazın bile o kadar sakin ve sessiz ki karaya adım attığınız ilk anda burada insan yaşayıp yaşamadığından emin olamıyorsunuz.

 

ALIŞVERİŞ ADETTEN...

Köyün kadınları bütün bir kış yaptıkları hediyelik eşyalar ile yemeniden diktikleri pareo ve elbiseleri köy sokaklarında satıyor.

Her köşesi buram buram adaçayı kokan köyde, kaleye ulaşmak için taş merdivenleri tırmanırken, bu tezgahlardan alışveriş yaparak yöre halkına destek olmak adetten...

Oyalar, boncuklar ve deniz kabuklarıyla süslenmiş tiril tiril, rengarenk yemeni elbiselere 20-30 TL gibi oldukça uygun fiyatlarla sahip olabiliyorsunuz.

Bu arada köy halkıyla sohbet etmek, günlük yaşayışları hakkında anlattıkları ilginç hikayeleri dinlemek ise işin en keyifli yanı...

 

En küçük antik tiyatro...

Kaleye ulaşmak için yer yer antik çağdan kalma basamaklardan, yaklaşık 400 metre yukarıya tırmanmanız gerekiyor.

Kaleye giriş, 19:00’a kadar ücretli... Zaten tırmanış için en uygun zaman ya sabahın erken saatleri ya da gün batımından hemen önce.

Her basamakta zenginleşen manzarayı izleyerek kaleye vardığınızda ise gerçek olamayacak kadar güzel bir  görüntünün içinde buluyorsunuz kendinizi.

Dalgalanan dev Türk Bayrağı’nın altında, tüm Kekova’yı kuşbakışı seyredebileceğiniz bu yerde zamanı gerçekten unutuyor, karşınızdaki manzarayı beyninize kazımak istiyorsunuz.

 

HALK REHBERLİK EDİYOR

Kaleköy hakkında bilgi almak isterseniz, yerel rehberler yardımınıza hazır...

Belki yaşlı bir teyze, belki güneş yanığı teninde gözleri ışıl ışıl parlayan Kaleköylü bir çocuk ya da belki aşağıdaki kafede çalışan delikanlı... Hepsi dersini iyi çalışmış.

Önünüze düşüp hem tırmanışınıza eşlik ediyor hem de kalenin tarihi hakkında bilgi veriyorlar.

Kaledeki ilk kalıntı, doğal kayaya oyularak inşa edilmiş 7 oturma sırası olan, 300 kişilik tiyatro.

Oldukça iyi durumdaki kalıntı, aynı zamanda ülkemizdeki en küçük antik tiyatro olma özelliği taşıyor.

Daha sonra su sarnıçlarını, kaya mezarlarını ve önce tapınak ardından kilise ve en sonda cami olarak kullanılmış dini yapının izlerini görüyorsunuz.

Hatta, biraz dikkatli gözler, kalenin duvarlarını oluşturan taşların üzerindeki fosil kalıntılarını da seçebilir.

Yok böyle dondurma!

Kaleköy denildiğinde akla gelen ilk şey ev yapımı dondurma... Yiyenin tadını bir daha unutamadığı, keçi sütüyle yapılan bu dondurma, tüm Türkiye’de ünlü.

Doğma büyüme Kaleköylü olan Mevlüt Çan, ‘I am Here Cafe’nin sahibi ve köyde yiyebileceğiniz en lezzetli dondurmaları üretiyor.

Annesi Saliha Hanım ile birlikte, dededen kalma tarifleri geliştirerek dondurmalarını çeşitlendirmişler.

Bölgede yetişen taptaze meyveleri kullanarak neredeyse 25 çeşit dondurma üretiyorlar.

Şeftali, karadut, muz, limon, fındık, badem, nar, keçi boynuzu pekmezi, kaktüs inciri gibi onlarca meyve, bölgede yetiştirilen Sanem keçisinin mis gibi sütüyle birleşince, ortaya yemeye doyamayacağınız bir tat çıkıyor.

Hangi çeşidi yeseniz aklınız diğerinde kalıyor; bir süre sonra kaç top dondurma yediğinizi hesaplayamaz hale geliyorsunuz.

 


ÜNLÜ MARKALAR SIRADA

Eski usullerle, her gün taze olarak üretilen dondurmaya olan talep o kadar fazla ki küçücük köyde günde 60 kilo dondurma satılıyor.

Namı günden güne yayılan ‘I am here’ dondurmasının formülüne ulaşmak için Türkiye’nin en ünlü dondurma markaları da sırada...

 

Kaleköy sokakları tamamen merdivenlerden oluşuyor. Bu merdivenler sizi, köye adını veren kaleye çıkarıyor.

 

Ancak, Saliha Hanım ve Mevlut Bey tariflerini sır gibi saklamaya ve bu meşhur lezzetin evinden çıkmamasına oldukça kararlı.

Eğer yolunuz ‘I am here cafe’ye düşerse, dondurmadan sonra denemeniz gereken ikinci lezzet, Saliha Hanım’ın özel Türk kahvesi.

Kahveyi bu kadar özel yapan şey ise malzemeleri... Türk kahvesi, keçi boynuzu tozu, menengiç kahvesi ve Meis Adası’ndan gelen damla sakızının birleşmesinden oluşan bu nefis kahve hem tadı hem de kokusuyla damakları şenlendiriyor.

NASIL ARANDI: #Antalya # Demre # I am Here Cafe # Kaleköy

YORUMLAR
Yaptığınız yorumlar editör onayından geçmektedir.