
Taşlarında geçmişin izlerini, sokaklarında yaşamın sıcaklığını ve sofralarında eşsiz lezzetleri buluşturan Diyarbakır; tarih, kültür ve gastronomiyi keşfetmek isteyenler için mutlaka görülmesi gereken bir durak
Güneydoğu’nun kalbi, medeniyetlerin beşiği… Diyarbakır’a adım attığınızda sizi ilk karşılayan şey binlerce yıldır şehri koruyan siyah bazalt taşların heybeti olur. Ancak o sert ve asil taşların arkasında, misafirperverliğiyle kalbinizi ısıtacak sıcacık bir yaşam saklıdır. Dicle’nin serin sularından Sur’un dar sokaklarına, şairlerin evlerinden lezzet dolu sofralara uzanan bu yolculukta, tarihe ve kültüre doymaya hazır olun. Diyarbakırlı çok yakın dostlarımızın daveti ve rehberliğiyle keşfettiğimiz bu güzel şehri sizinle paylaşmak isterim.
TARİHİN NÖBETÇİLERİ: SURLAR VE HEVSEL BAHÇELERİ
Şehri gezmeye, onu bir anne gibi saran Diyarbakır surları ile başlamalısınız. Çin Seddi’nden sonra dünyanın en uzun ve sağlam surları olarak bilinen bu yapılar, UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alıyor.
Keçi Burcu: Surların en güzel manzarasına sahip noktasıdır. Buraya çıktığınızda hemen aşağıda uzanan cenneti, Hevsel Bahçeleri’ni göreceksiniz. 8 bin yıldır kesintisiz tarım yapılan bu bahçeler, Dicle Nehri ile birleştiğinde çölün ortasında bir vaha gibi parlar.

SUR İÇİNDE KAYBOLMAK
Diyarbakır’ın kalbi Sur ilçesinde atar. Burada harita kullanmanıza gerek yok, bırakın taş sokaklar size rehberlik etsin.
• Ulu Camii: Anadolu’nun ilk camisi ve İslam aleminin 5. Harem-i Şerif’i olarak kabul edilir. Avlusuna girdiğinizde, devşirme taşların ve kilise sütunlarının İslami mimariyle harmonisi sizi büyüleyecek.

• Hasan Paşa Hanı: Güne burada başlamak bir kuraldır. Avlulu, iki katlı bu tarihi handa yapılan Diyarbakır kahvaltısı sadece bir öğün değil, saatler süren bir lezzet şölenidir.

• Dört Ayaklı Minare: Şeyh Mutahhar Camii’ne ait bu minare, dünyada dört sütun üzerinde duran tek örnektir. İnanışa göre sütunların altından 7 kez geçenin dileği kabul olur.
• Sülüklü Han: Yorgunluk atmak için en doğru adres. Tarihi atmosferde, ağaçların gölgesinde bir menengiç kahvesi veya Süryani şarabı içmeden buradan ayrılmayın.

• Mar Petyun Keldani Kilisesi: Bu kilisenin dünyanın en güzel 10 kilisesinden biri olduğunu biliyor musunuz? Ben demiyorum tabelada kocaman yazıyor. Mevcut binası 17. yüzyılda inşa edilmiş olsa da kilisenin köklerinin 4. yüzyıla kadar dayandığı bilinmektedir. Uzun süre Keldani Katolik Patrikliği’ne ev sahipliği yapmış olan bu yapı, bölgedeki Hristiyan mirasının en önemli duraklarındandır. Kapısından içeri girdiğinizde sizi siyah taşın asaleti ve derin bir sessizlik karşılar. Burası bir müzeden ziyade, hala ibadete açık yaşayan bir mabettir.
ZAMAN TÜNELİNDE YOLCULUK: MÜZELER
• İçkale ve Arkeoloji Müzesi: Şehrin ilk yerleşim yeri olan İçkale, adeta bir açık hava müzesidir. İçindeki Arkeoloji Müzesi’nde ise Körtik Tepe ve Çayönü kazılarından çıkan, insanlık tarihini değiştiren 12 bin yıllık eserleri görebilirsiniz.
• Edebiyatın Komşuları (Cahit Sıtkı ve Ahmed Arif): “Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder…” diyen Cahit Sıtkı Tarancı’nın doğduğu ev, Diyarbakır sivil mimarisinin en güzel örneğidir. Hemen komşusu ise “Hasretinden prangalar eskittim” diyen Ahmed Arif’in müze evidir. Bu sokak buram buram şiir kokar.
GAZİ KÖŞKÜ VE ON GÖZLÜ KÖPRÜ
Şehir merkezinden biraz uzaklaşıp nehir havası almak istediğinizde rotanız bellidir.
• Gazi Köşkü: 15. yüzyıl Akkoyunlu mimarisinin bu zarif örneği, siyah bazalt taşın beyaz kireçle dansıdır. Mustafa Kemal Atatürk, 1. Dünya Savaşı’nda burayı karargâh olarak kullanmıştır. Köşkün bahçesi, Hevsel Bahçeleri ve Dicle Nehri’ni tepeden gören muazzam bir panoramik manzaraya sahiptir.
• On Gözlü Köprü: Gün batımında buraya inmek bir Diyarbakır klasiğidir. Mervaniler döneminden kalma köprünün karşısındaki çay bahçelerinde oturup, Dicle’nin akışını izleyerek semaver çayı içmek ruhunuzu dinlendirir. Çayın yanındaki patlamış mısır ikramı özellikle çocuklar için çok güzel bir ayrıntı.
GASTRONOMİ: DİYETİNİZİ EVDE BIRAKIN!
Diyarbakır’a gelip kilo almadan dönmek neredeyse imkânsızdır.
• Ciğer: Diyarbakır’da ciğerin saati yoktur; kahvaltıda bile yenir. Şişe dizilmiş kuzu ciğerleri, yanında közlenmiş biber ve soğanla servis edilir. Ben normalde ciğer yemem ama bu çok başka mutlaka denemelisiniz.
• Kaburga dolması: Saatlerce pişen kuzu kaburgasının iç pilavla buluştuğu, emek isteyen bir şaheserdir.
• Meftune: Sumak ekşisiyle yapılan bu etli patlıcan yemeği, damakta iz bırakır.
• Burma kadayıf: Yemeğin finali. Fıstığın şerbetle buluştuğu bu tatlıyı sıcak yemenizi öneririm.
SEYAHAT İPUÇLARI
• Ne zaman gidilir?: Yaz Diyarbakır’da çok sıcak geçer. Gidilecek en güzel mevsim ilkbahar (Nisan-Mayıs) ve sonbahar (Eylül-Ekim) aylarıdır.
• Ne alınır?: Bakırcılar Çarşısı’ndan el işçiliği ürünler, hasır bilezik, örgü peyniri ve taze çekilmiş Türk kahvesi.
• İnsan dokusu: Diyarbakır insanı inanılmaz yardımseverdir. Yol sorarsanız sizi gideceğiniz yere kadar götürebilirler, şaşırmayın.
Diyarbakır; taş duvarların ardındaki şefkat, acının içindeki umut ve tabağınızdaki lezzettir. Doğu’nun bu gizemli kenti, önyargılarınızı yıkacak ve size bir ömür unutamayacağınız anılar hediye edecek.