25-04-2024 20:21

Udu konuşturan sanatçı; Doç. Dr. Enver Mete Aslan

2018-11-09    0 Kişi Yorum Yaptı   Eklenme Tarihi: 2018-11-09
.stripslashes($urun->baslik).

RÖPORTAJ: Eylem Selvi Arı

FOTOĞRAFLAR: İ. Hakkı Timuçin

 

Kocaelili klasik Türk müziği akademisyeni ve udi Doç. Dr. Enver Mete Aslan, ülkemizin yetiştirdiği en başarılı ud sanatçılarından birisi. Klasik Türk müziği üzerine kariyer yapmak için bundan 20 yıl önce Kocaeli’den ayrılan Doç. Dr. Aslan; uduyla birlikte dünyanın pek çok ülkesini gezdikten, yüzlerce konser verdikten ve sayısız öğrenci yetiştirdikten sonra yeniden ilimize döndü.

Kocaeli Üniversitesi’ne bağlı Kocaeli Devlet Konservatuvarı’ndaki görevine 3 ay önce başlayan Doç. Dr. Aslan, şimdi bir yandan akademik çalışmalarına devam ederken diğer taraftan da ilk albümünü çıkarmanın heyecanını yaşıyor. Arjantinli gitarist Ricardo Moyano ile beraber ud–gitar ikilisiyle 11 parçadan oluşan bir albüm hazırlayan Doç. Dr. Enver Mete Aslan’ın Türk ve Güney Amerika ezgilerini harmanlayan ilgi çekici albümü yakında dijital ortamlarda dinlenilebilecek.

Başarılı akademisyen ve ud sanatçısı ile kariyeri, sanat yaşamı ve gelecek planları hakkında konuştuk.

 

 

Mete Bey, sizi tanıyabilir miyiz?

Kocaeli doğumluyum ve lise eğitimimin sonuna kadar Kocaeli’de yaşadım. Ortaokul ve lise sürecinde, o dönem İzmit Belediye Konservatuvarı ismiyle eğitim veren kurum, müzikle tanışmama vesile oldu. Üniversite eğitimi için önce Ege Üniversitesi Devlet Türk Musikisi Konservatuvarı, ardından da İstanbul’a İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı Kompozisyon Bölümü’ne devam ettim. Böylece benim için Kocaeli dışında geçecek yaklaşık 20 yıllık bir süreç başlamış oldu.

 

Ud çalmaya ne zaman başladınız?

Udu ilk elime aldığımda, 13 yaşındaydım. Fiziki olarak gelişim aşamasında olduğum için bu kadar büyük gövdeli bir enstrümanı sarmaya çalışmam zordu. Ayrıca zihinsel olarak müziği algılamam; Zekai Dede, Tanburi Cemil Bey, Gazi Giray Han, Dimitri Kantemir gibi müzisyenlerle tanışmam da pek kolay olmamıştı. Açık konuşmak gerekirse ilk karşılaşma pek sıcak değildi. Müzik öğrenmek, dinlemek kolay da konforlu da değildi. Çok antrenman yapmak, fiziki olarak sürekli zinde olmak gibi gereklilikleri vardı. 2 gün çalışmamak gibi bir lüksünüz olamazdı çünkü parmaklar ilk fırsatta gerilemek, yavaşlamak, söylediklerinizi yapmamak için hazır bekliyordu.

 

Peki, neden ud?

Akıllara şöyle bir soru da gelebilir: 13 yaşındaki çocuk şedaraban, ferahnak makamına nasıl merak salabilir? Tam da anlaşıldığı gibi ben de özel bir merak salmamıştım, sadece müziğe karşı yetenekliydim ve bulduğum tüm müzik aletlerinden ses çıkarma çabasındaydım. Bu esnada Buhurizade Mustafa Itri ile karşılaşmak beklenmedik bir durum oldu. Kendisi 1600’lü yıllarda yaşamış bir besteci. Onun eserleriyle karşılaşınca müziğe ilgim daha da arttı. Annemin de teşvikiyle belediye konservatuvarına kayıt oldum. Çalgı seçimi de tamamdı, ‘Ud’.

 

 

USTALARLA ÇALIŞTIM

 

İzmit Belediye Konservatuvarı’ndan sonra İzmit’ten ayrıldınız. Ayrılmanızdaki neden nedir?

İzmit Belediye Konservatuvarı’ndaki eğitimim bittiğinde, dördüncü senenin sonunda aynı zamanda lise de bitmiş ve üniversite kapısını zorlama vakti gelmişti. O yıllarda Türkiye’de istediğim Türk müziği eğitimini veren sadece üç üniversite vardı. Ben önce 1997 yılında Ege Üniversitesi’ne kayıt oldum, ardından da 1998 yılında İTÜ’ye geçiş yaparak hedefe kilitlendim.

 

İstanbul size neler kattı?

İstanbul, üniversite eğitimimin yanında pek çok tecrübe edinmeme de sebep oldu. Ustaları yakından tanıma ve birlikte çalışabilme fırsatı buldum. İstanbul, kültür-sanatın dünyaya açılan kapısıydı. Sayısız sanatçının sahne, CD–plak kayıtlarında yer aldım. Dünyanın her yerinde şimdi adını sayamayacağım kadar çok festival ve konsere katıldım. Pek çok akademik çalışmada yer aldım. Haliç Üniversitesi’nde, Medipol Üniversitesi’nde, İstanbul Teknik Üniversitesi’nde lisans ve lisans üstü programlarda on yıldan fazla süreyle dersler verdim, tezler yönettim. İşte bu saydığım noktaları elle tutabilmek için İstanbul’un dünyaya açılan kapısını araladım.

 

Akademik kimliğinizin yanı sıra sahne tecrübeniz olduğunu da biliyoruz…

Sanat camiasında her iki kimlikle ilerlemenin pek karşılaşılabilir bir durum olmadığını söyleyebilirim. Açıkça ifade etmek gerekirse sanatında çok üst noktalarda olabilen biri; bu değerini aktarmaktan yoksun, bilimsel bakış açısından mahrum, sosyal yaşamdan uzak olabiliyor. Aynı durum tam tersi olarak da gerçekleşebiliyor; bilimsel ve teknik tarafı gelişmiş biri sanatını icra ve yorumlamada büyük eksiklik sergileyebiliyor. Her iki durumu da dengeli olarak yürütmeye çalışmak sanat adamının görevi olmalı diye düşünüyorum. Ne duygusunu yitirmiş bir bilgi bankası ne de entelektüel yapıyı tanımayan bir müzisyen olmak isterim. Konserlerim son hızla devam ediyor, yurtiçi ve yurt dışı pek çok etkinlik için davetler almaya devam ediyorum. Gerek solo gerek topluluk performanslarıyla sahnede bulunmak çok özel bir heyecan.

 

Birçok sanatçıya udunuzla eşlik etmişsiniz… Biraz bahseder misiniz?

Evet öğrencilik hayatımdan bugüne dek müziğin her dalında Türkiye’de aklınıza gelebilecek bütün isimlerle çalıştım. Sahnede olmasa da kaset çalışmalarında eşlik ettiğim isimler oldu. Zülfü Livaneli yönetmenliğindeki ‘Veda’, Altan Erkekli’nin başrol oynadığı ‘Aşk Geliyorum Demez’, ‘Deli Yürek’, ‘Elveda Rumeli’ ve adını hatırlayamadığım pek çok film ve dizinin müziklerine de udumla eşlik ettim.

 

 

YENİ KİTAP YOLDA

 

Hangi orkestralar ve gruplarla çalıştınız?

Çok sesli müzik tecrübem, kıymetli hocam Prof. Ruhi Ayangil vesilesiyle oldu. Ardından Cemal Reşit Rey Senfoni Orkestrası konserlerinde bulundum. Yurt dışı orkestraların arasında ise BBC Senfoni Orkestrası, Berlin Radyo Senfoni Orkestrası, Andre Rieu and Strauss Orchestra var. Klasik Türk müziği anlamında ise içinde olduğum pek çok topluluk oldu. Birlikte çalıştığım isimler arasında Kudsi Erguner, Ricardo Moyano, Şirin Pancaroğlu, Derya Türkan gibi çok önemli isimler var.

 

İcra ettiğiniz sanat üzerine kitap da yazmışsınız. Biraz bahseder misiniz?

Eğitim verirken öğrenmeye de devam ediyoruz aslında. Yıllarca yapılan dersler sonucunda bu işin nasıl geliştiği konusunda iddialarda bulunmaya başlıyor insan. Her öğrenciyle farklı bir öğretim tecrübesi yaşayıp ‘nasıl çalınır’ın yanında ‘nasıl öğrenilir’ konusunda da uzmanlaşmaya başlıyorsunuz. Sonra da dayanamayıp yazıyorsunuz. İngilizce-Türkçe olarak yayımlanan ‘Ud Alıştırmaları’ isimli kitabım 2011 yılında Pan Yayıncılık’tan çıktı. Ud öğretmeyen ama öğrenmiş olanı formda tutan bir antrenman kitabı diyelim. Bu arada belirtmeliyim İngilizce olması sebebiyle Amerika’dan Hırvatistan’a kadar pek çok ülkeden olumlu dönüşler aldım. Yeni çalışmalarım da yolda. Ud icra gelişimi için hazırladığım çalışmaları içeren kitabım hazır ve yayın aşamasında. Üç cilt olarak planladığım İstanbul Lavtası metodunun birinci cildini bitirmiş olmanın heyecanı içerisindeyim.

 

Mete Bey, kendinize örnek aldığınız, etkilendiğiniz ud sanatçıları kimlerdir?

Çocuk yaşlarda tanıştığım ve öğrencisi olduğum hocam Mehmet Emin Bitmez, beni hala ilk günkü kadar etkiler. Bütün bunların ötesinde hocaların hocası tabirinin pek yakıştığı isim, Prof. Mutlu Torun’dur. İTÜ’deki lisans döneminden yüksek lisansa, doktora dönemimden üniversiteye öğretim üyesi olarak atanmama kadar tüm adımlarımda imzası vardır. Müziğinin yanında hayata bakışı ve yaşayışı ile de örnek almaktan onur duyduğum bir ustadır.

 

Ülkemizde uda bakış açısı nasıl?

Türk müziği çalgıları arasında kıyaslamaya gidersek bağlamadan sonra ud çalgısının en bilinenlerden biri olduğunu söyleyebilirim ama ne kadar bilinir desek de bu bizim kültür toplumu olduğumuzu göstermez. Popüler kültür rüzgarları maalesef bize göre hep tersten esmiştir. Sorunuzda bahsettiğiniz bakış açısını ifade edebilmem için önce biliniyor olması ardından da bir bakış açısı gelişmesi gerekli. Maalesef bakış açısı oluşturmak için çok fırın ekmek yemeye ihtiyacımız var. Elbette müziğe, edebiyata ve tarihe değer vermiş; ileri gitmenin yolunu keşfetmiş belli bir kesim var. Az da olsalar buluşabildiğimiz anlarda bu insanlarla üst perdeden konuşabilmekteyiz ve yetinmeye çalışıyoruz.

 

Mete Bey, 20 yıl sonra İzmit’e neden döndünüz?

Ortaokulda ud ile tanışmamdan başlayıp Kocaeli Üniversitesi’ne atandığım tarihe kadar olan süreçte Kocaeli Üniversitesi Devlet Konservatuvarı ve Güzel Sanatlar Fakültesi ile hiçbir bağ kurmamıştım. Doğup büyüdüğüm memlekete hizmet etmenin hazzı da bir başka olur düşüncesi her zaman aklımın bir köşesindeydi. Son iki yıldır hatta daha ince hesaplarsak son 3 aydır, 25 yıldır hiç olmadığı kadar verimli olduğumu ve üretebildiğimi hissediyorum.

 

İzmit’te sanatınızla ilgili ne gibi çalışmalar yapıyorsunuz?

Üniversite ve belediye konservatuvarındaki derslerim tam hız devam ediyor, mümkün oldukça üniversite bünyesinde söyleşi ve dinleti yapabilme çabasındayım. Sanata uzaktan bakan insanları kazanabilmenin çeşitli yollarını denemek gerekir diye düşünüyorum; aksi takdirde ahir zamanda işimiz zor. Bunun yanı sıra stüdyo çalışmalarım var. İzmit’te bulunan ve üst düzey ses kayıtlarına imza atabilme fırsatı yakaladığım stüdyo Trio’da; Arjantinli gitarist Ricardo Moyano ile beraber ud–gitar ikilisiyle 11 parçadan oluşan albümümüzü bitirdik. Yine aynı stüdyoda hazırladığım ve Türk Müziği’nin Barok dönemini anlatmaya çalıştığım kayıtlarım devam ediyor. Ayrıca, Türk klasik müziğinin, aslında Türk halk müziği ile ayrılmaz bir ikili olduğu hususunu naçizane ifade edebilmek adına yaptığım çalışmalar var.

 

 

 

YAZMAZSAK YOK OLURUZ

 

Albümünüzü ne zaman sanatseverlerle buluşturacaksınız?

Albümün ismi ‘Tachuri’.  Latince ‘yedi renk’ anlamını taşıyor. Pek çok ülkenin müziğini yansıttığımız için bu ismi tercih ettik. Albümde Türk müziğine ait eserler, türküler var. Türk müziği bestecileri Refik Fersan, Kadı Fuat Efendi’nin eserleri mevcut. Eserlerin ana temalarına bağlı kalmak şartıyla doğaçlamalarımızı da içine katarak Türk ve Güney Amerika ezgilerini kullandık. İlgi çekici bir çalışma olduğunu düşünüyorum. Plak şirketimiz Paris’te olduğu için çalışmamız Fransa kaynaklı çıkmış olacak. Müzikseverler 1 veya 2 ay içerisinde dijital ortamlarda dinleme imkanı bulacak.

 

Türk müziğinin geleceğiyle ilgili neler düşünüyorsunuz?

Sanatı bilimsel bir zemin üzerinde tartışamıyorsak, gelecekte karanlık bir durum bizi bekliyor olacaktır. Yazmadığımız kadar yok oluruz. Maalesef Türk müziğindeki metodoloji eksiği, işin sadece usta-çırak ilişkisi içerisinde yürümeye çalışması, aktarımdaki eksikliği göremememize sebep olabilir. Usta-çırak konusu bu işin olmazsa olmazıdır fakat 21. yüzyıl tüketiminde sadece ustadan beklersek, usta bu dünyaya bilgi yetiştirmekle başa çıkamaz. Her kişi bir bilgidir, bilgi bankasıdır, yazmalıdır, kaydetmelidir, eser bırakmalıdır. Ortaya çıkan sonuç olumlu olur ise toplum kalkınır, sonuç olumsuz ise ondan da fayda çıkarırız, bırakırız ibret olur. Ben kütüphanemdeki yanlış ve eksik bilgiyle dolu müzik kitaplarını özellikle saklarım, belli zamanlarda ‘kötü çalışma nasıl olur?’ diye öğrencilerimin ibret almasını sağlarım. Belki sorunuza net cevap veremedim ama işin bu kısmının pek önemli olduğunu düşünüyorum. Evet, gelecekte Türk müziğinin icrasında ve dinlenmesinde azalma bekliyorum ama bu azalmanın oranı toplum arasında konuşulan ‘yok oluyor’ korkusunu hissettirecek kadar yüksek değil. Sayıları az da olsa kendini bilen, ne yaptığını bilen bir genç neslin bayrağı onurla taşıyacağına da gönülden inanıyorum.

NASIL ARANDI: #Enver Mete Aslan # ud sanatçısı #

YORUMLAR
Yaptığınız yorumlar editör onayından geçmektedir.