Efendiiim, tekrar hoş geldiniz Bilge’nin Penceresi’ne. Siz, Bilge’nin Penceresi’ne uğramadan az evvel geçmişte yaşanan hikayeleri anlatan kitapları okumak için kütüphaneye gittim. Biraz karıştırdım kütüphaneyi. Arka taraflarda, üstü tozlu bir kitap buldum. Üstündeki tozu sildiğimde, kitabın adının, “Dede Korkut Hikayeleri” olduğunu gördüm. Hemen koltuğa oturdum. Tam kitabı açacaktım ki, aklıma bir soru takıldı, “Neden böylesine önemli hikayeler hatırlanmıyordu? Neden bu hikayeleri anlatan kitap arkalarda, uzun zamandır okunmamış gibi tozlu duruyordu?” Bu soruların cevabını, en güzel şekilde özetlemiş yaptığımız röportajda Gökçe KURT, “Dede Korkut, Türklerin yaşam biçimlerini, inançlarını, doğa ile olan uyumlarını, insanlığa dair birçok duyguyu anlatan çok değerli kadim anlatılar. Masallar, anlatılar, destanlar bu yüzden çok değerli ve biz bu zenginliğe fazlasıyla sahibiz. Sadece bunu değerlendirmeyi ve evrensel dilini oluşturup kültür içi zenginliklerimizden faydalanmayı bilmiyoruz” Tüh, kiminle röportaj yaptığımı söyledim! Sürpriz olacaktı. E, madem söyledim Gökçe KURT ile röportaj yaptığımı, o zaman geçelim röportaja.
Aslında bence herkes doğuştan belli yeteneklerle dünyaya geliyor. Oyunculuk ise her insanın içinde, hayatı ve yaşamı anlamlandırmada kullandığı temel bir dürtü. Yeteneklerimizle dünyaya gelen bizler bunları fark edenler ve etmeyenler olarak bu dünyada yolumuzu çiziyoruz. Ben de sanırım her çocuk gibiydim. Hayal gücü zengin, oyun oynama isteği çok, özgür… Oyun ve hayalle hayatımı anlamlandırır veya beni üzen, kıran, korktuğum her şeyin üstesinden oyun ve hayal gücü ile gelirdim. Bu bende bir savunma mekanizması halini aldı zamanla. Tüm gün oyun oynadığım olurdu. Hayali oyun arkadaşlarım vardı. Kendi masallarımı yazar, hikayeler uydurur, sonra tüm aileme, akrabalarıma oynar, anlatırdım. Bu yetmeyince kuzenlerimi, tüm mahalledeki arkadaşlarımı katıp küçük oyunlar yazar, onlara verir ve rol dağıtırdım. İstediğim gibi oynamadıklarında beğenmez, düzeltirdim. Ama tabii o zaman yönetmenlik yaptığımı bilmiyordum. Çocukluğumda oyun ve hayal gücü benim şu anki farkındalığıma yol gösterici oldu. Fakat o kadar hayal dünyasında hayali arkadaşlarımla vakit geçirince annem, artık diğer çocuklardan farklı olduğumu düşünmüş olmalı ki, önce psikoloğa sonra da tiyatroya yönlendirdi. İnsanın hayatına dokunan insanların olması çok kıymetli. O başka bir güç ve biz aracıyız. O psikolog benim hayatıma dokundu ve tiyatro, yaşamıma böyle sızdı, baş köşeye oturdu.
Mardin çok gizemli bir masal şehri. Mezopotamya’da masal anlatmam mümkün değil. Ancak sen anlattığını sanıyorsun, o senin dilin oluyor, sen lal. Oraya ilk gidişimdi. Mardin Müzesi’nin her sene düzenlediği Masalcılar Buluşması’na davet edilmiştim. Resmen eteklerim zil çalıyordu. Ama eski Mardin’e iner inmez gönlüm titredi. Ve ben duvarlara kulağımı dayadım. Bana fısıldadıklarını anlattım. O gün daha iyi anlamıştım. “Sen işitirsen eğer kalbin sesiyle tüm canlılar konuşur. Ovalar, taşlar, sular, ağaçlar sana masal anlatır…” Öyle de yazmıştım. Anlatmak ve oynamak iki farklı şey ama temelinde benim için paylaşmak demek. Oynarken sen başkasısın. Kendinden olabildiğince uzakta kendi bedeninle başka ruhların acılarını, sevinçlerini, dertlerini anlatmakta aracısın. Ama anlatmak… O akıl, o nefs, o kalp, o ruh sensin. Ağzından çıkan her kelime senin hakikatin. Çırılçıplaksın. Başka hiçbir şeyin arkasında değilsin. Masken yok. Senin sözün, kalbin, nefesin masalı var ediyor ve başka kalplere giriyor. Kalplerden kalplere bir yol oluşuyor. Ondan kalpte demlediğin her kelimeyi anlatmak büyülü. Bu yüzden benim için hayatta en güçlü ve sihirli şey;söz, hikaye, masal yani hakikat.
Tiyatro, özgür bir sanat. İnsan gibi. Sanırım beni etkileyen, gücünü ortaya koyarken hiçbir engel tanımamasıydı. O hep yapması gerekeni yapar. Söylemesi gerekeni söyler. Özgürlüğünü kısıtlamak mümkün değildir. Dürüstlüğü insanlığın körlüğünü ortaya çıkarır. İnatçılığı özgürlüğünü kısıtladığında ortaya çıkar. Güçlüdür. Ancak güçlü kalabilenleri içinde barındırır ve onun gibi olanlarla yol alır. Yazarı da, oyuncusu da, yönetmeni de, ışıkçısı da, dekorcusu da vb. onun kurallarına uyduğunda var olur. İnsanla yapılan, bu kadar gerçek, bu kadar net, bu kadar emin, güçlü bir sanat olması beni hep cezbeder. O yüzden bir yere sığdıramam tam anlamıyla tiyatroyu. Onu tanımlayabilecek tek sözcüğüm; özgürlük.Dizi ve sinema şu anda üzerinde çok çalıştığım alanlar değiller. Hepsinin kendi yöntemleri var. Bu yöntemler modern dünyanın ihtiyacına göre değişiyor. Popüler kültüre göre çeşitlilik gösteriyor. Bu böyle devam ettikçe bu alanlarda kendimize özgü dili yakalamamız zaman alacak diye düşünüyorum. Tabii o da, sektör olarak kendimize ait sinema, dizi dilini yakalamak istersek. Bu başka bir saha ve alan yani Bilgeciğim. Ama şundan eminim ki, insanlığın hikayelere ihtiyacı var ve bu ihtiyacı da, insanlık, var olduğundan beri oyunla, tiyatroyla karşılamaya çalıştı. Şimdi bu alan genişledi, dizi ve sinema ile de karşılıyor. Fakat iyi hikayeler çok azaldı. İyi hikaye sinema ile başka bir anlatım biçimine dönüşürken, dizi ile sabun köpüğü oluyor. Tiyatro ile kalıcı oluyor. Çünkü tiyatro gücünü, “o an” olandan alıyor. Bu hep devam edecek. Dünya döndükçe, tiyatro hep iyi hikayeler için, özgürce, dürüstçe “o anları” yansıtacak.
Tiyatro evrenseldir. Tümden varım söz konusudur. Bir iken birçok şeydir tiyatro. O yüzden insan kendine ait birçok “bir” yani “ biricik” görebilir. Ondan bambaşkadır hep; Medea, Kral Oidipus, Antigone, Hamlet, Macbeth… Onlar biriciktir. Ve diğer hepsi o biriciğin içinden birdir. Ondan bizler izlerken de, okurken de her seferinde etkileniriz. İnsanlığa ait olan o parçadır bizi etkileyen. Kolektif bilinç nüfus eder izlerken seyircinin algısına dokunur o eserler. Ben de bir insan olarak o, “biricik” olanlarda kendimi çok kere gördüm. Bazen yeniden hatırlamak için tekrar tekrar Hamlet okumam da bu yüzden. Ama bu, günlük hayattaki benle benzediğinden değil. Bu insanlığa ait o kadim, kolektif bilinçten bir uyarı benim için. Yani tiyatronun en bilinmez, anlamlandırılamaz hissi Bilgeciğim.
Daha çok klasik, biricik eserleri kaçırmadan izlemeye özen gösteriyorum. Çünkü hepsinde ayrı bir reji yorumu görebileceğime inanıyorum. Sanırım uzun zamandır seçerek gittiğim oyunlara hep yönetmenin bakış açısını görmek için gidiyorum. Yurt dışından gelen oyunları özellikle takip etmeye çalışıyorum. Reji yorumu, yönetmenin sahne üzerinde kullandığı plasik göstergeleri görmek için gitmek heyecan veriyor. Özellikle kendilerine özgü tiyatro dili olan yönetmenlerin var olması beni çok etkiliyor ve onların oyunlarını tercih ediyorum. Ya da çok iyi hikayesi olduğunu duyduğum yeni yazarların oyunlarını izlemeye çalışıyorum. Tabi tiyatro kafasına inandığım arkadaşlarımın oyunlarını da keyifle izlemek, birbirimize destek olmak da çok önemli, birleştirici bir his.
“Bir Nefes Dede Korkut” , hem yönetip, hem oynadığım ilk oyunumdu. Bu deli cesareti sanırım bu iş bana geldiğinde hissettiğim güçten kaynaklandı. Düşünmeden hareket eden biri hiç olmadım. Bu alandaki çalışmalarıma, emeğime güvenmeseydim ikisini de yapmaya cesaret edemezdim. O yüzden aldığım en doğru kararlardan biri oldu. Kalbimin sesini dinlemek yine beni yanıltmadı. Zaten bu işte sadece oynasaydım ya da sadece yönetseydim bir tarafım eksik kalırdı. Ancak ikisini yaparak bütünlüğü sahnede yakalayabileceğime inandım. Yanılmadığımı düşünüyorum. Onun dışında her oyunun prova süreci sancılı geçer. Hem yönetmen, hem oyuncu için. Fakat biz anonim bir eseri, benim kendi derlemelerimle ve sözlerimle tekrar oluşturduk. Aslında böylelikle metnin ön ve son bölümündeki sözler de bana ait olduğundan, yeni bir metin yazıldı demek yanlış olmaz. Projeyi hazırlarken reji çalışmalarımı yaptığım için önüme ne çıkacak, nelerde takılabiliriz ya da ne gerekli, her şeyi biliyordum. Yani yönetmen olarak gerekli reji önermelerimin ve göstergelerimin hepsi hazırdı. Bu, işimi çok kolaylaştırdı. Geriye, ekip ile aynı ruhu yakalamak kaldı ki, ben bu konuda çok şanslıyım. Gerçekten bu iş için bir araya geldiğimize inandığım insanlarla çalıştım. Birbirimizi anlama sürecimizi sabırla, özveriyle çalışarak ve en önemlisi yaptığımız işe inanarak, yürekten emek vererek geçirdik. Böylelikle güven oluştu. Bir oyunda güveni yakalamak çok önemli. Şükür ki birlikte yol alırken de birbirimizi anlamak için o alanları yaratmaya gayret ettik. Sabırlı biri olduğuma inanmazdım. İşime olan tutkum, işi her şeyin üstünde tutmamı ve asla kendi insani egolarıma yenilmemi, sabırlı olmamı sağladı. Bu konuda ben de kendime çok şey kattım. Çalıştığım herkesten de çok şey öğrendim. Her oyun ayrı bir süreç. Ayrı bir doğum. Sancılı geçti. Ama şükür ki sağlıklı bir çocuk dünyaya geldi. Kendimi oyuna tam olarak bıraktığım gün belki de prömiyer günüydü :) O zamana kadar hep yönetmen olarak dış göz olma çabası içindeydim. Bu konuda ekibimin ve çalıştığım hocalarımın çok büyük desteği oldu. Birbirimize güvendik ve zorlu olan keyifli bir prova sürecinin sonunda, inandığımızın karşılığını aldık. Tiyatronun o eşsiz yönüne tekrar şahit oldum: Tiyatro, “birlikte” yapılır.
Dede Korkut, herkes tarafından ismi bilinen ama çok hakim olmadığımız anlatılar. Oyunda da söylediğim gibi, biz bizi anlamaya pek yabancıyız. Bunun bizim eksikliğimiz olduğunu düşünüyorum. Kendi kültürümüze yabancı kalan bizler, gitgide daha yabancı kalacak çocuklar yetiştiriyoruz. Bu, gerçekten büyük kayıp. Ki Dede Korkut, Türklerin yaşam biçimlerini, inançlarını, doğa ile olan uyumlarını, insanlığa dair birçok duyguyu anlatan çok değerli kadim anlatılar. Masallar, anlatılar, destanlar bu yüzden çok değerli ve biz bu zenginliğe fazlasıyla sahibiz. Sadece bunu değerlendirmeyi ve evrensel dilini oluşturup kültür içi zenginliklerimizden faydalanmayı bilmiyoruz. Anlatıcılıkla ilgilenmemin bir başka sebeplerinden bir tanesi de kendi kadim kültürümüzü aktarabileceğimiz tiyatro dili oluşturmak için payıma düşeni yapma isteğim. Bu yüzden de, “Dede Korkut” en doğru başlangıçtı. Hatırlatmaya başlamak için yola çıktım. Devam da etmek nasip olsun istiyorum.
Böyle hissetmen beni çok mutlu etti Bilgeciğim. Çünkü bu işe başlarken tek hedefimdi. Seyirciyi bir dünyanın içine sokmak ve kendi gerçeklik algısından çıkarmak, hatırlatmak, yola düşürmek, düşündürmek, hissettirmek, paylaşmak. Senin gibi birçok seyircinin samimi geri dönüşlerinden bunu başardığımıza inanıyorum. Herkes payına düşeni alıyor. Bunu ben de anlatırken hissediyorum. Daha önce de bahsettiğim gibi projeyi hazırlarken, Dede Korkut üzerine çalışırken elimden gelen titizliği gösterdim. Kültür içi, Şamanizm, ritüel, Orta Asya müzikleri, Orta Asya ruhu, Altay mitolojisi üzerine çalıştım. Bunun sonucunda, seçtiğim anlatılara uygun göstergelerle ve işini çok severek yapan, işini iyi bilen insanların olması, Dramaturgumuz Canan KIRIMSOY’la üzerinde durduğumuz anlatıların iç damarlarının saptanması, anlatının içeriğinin evrensel dile aktarılması, koreografımız Alparslan KARADUMAN’ın da hareketin ve anlatının dramaturjisi ve evrensel dilini oluşturması üzerine yaptığı titiz çalışma, müzisyen arkadaşlarım, Bahri ÇAKIR, Fuat YILDIZ’ın Orta Asya müziklerinin ruhuna hakim olmaları, sahnede dans ve hareket kalitesi ile Ziya Serkan DOĞAN’ın varlığı, ışık tasarım Önder AY’ın yola sizleri dahil edecek masalsı ışığı gören vizyonu, dekor ve kostüm Dilek KAPLAN’ın reji önermesine uygun, şaman ruhunu ortaya çıkartacak renklerin uyumunu yakalaması, sanat danışmanımız Kubilay KARSLIOĞLU’nun estetik görüşü, tiyatro bilgisi ve sahne amirimiz Tankut SARAÇOĞLU’nun ekip hakimiyeti, koruyuculuğu, aksesuarlarımızın titizliğinde Taner ŞAVŞAT’ın, canım arkadaşım asistalığımı yapan arkadaşlar Nihayet Nihal KÖSE’nin çalışması ve Pınar ALEV’in dostluğu, içtenliği, birleştirici tarafı bizi güçlendirdi. Biz o yola inandığımız için sizler içine girdiniz. Birlikte her oyunla yeni seyircilerle yeni yollarda buluşuyoruz. Çok çalışarak, inanarak. Bu çok kıymetli. Zaten masalın, anlatının gücü bu. Tiyatronun evrenselliği ile buluşunca da doğru tercihlerle seyirciye senin de hissettiğin o his geçiyor: Ne gerçek, ne hayal… Gerisi de zaten insanlığın yol hali Bilgeciğim. İnsanın masal yolu…
Oyunu 7’den 70’e herkese oynayacak şekilde yorumlamıştım. Çocukların da aynı derinlik ve keyifle izlemesi bizim için çok değerli. Sen izlediğinde çocuk festivali kapsamında bulunduk Ankara’da. Ama benim asıl amacım çocuk, genç, yaşlı demeden, kimlik ayrımı yapmadan, anlatı ve masalın birleştirici gücünü hatırlamak için karışık oynamak. Yeni sezonda da, İstanbul’da buluşmaya devam edeceğiz seyircimizle. Sanırım yeni sezonda birçok turnemiz olacak ve Ankara’ya geleceğiz gibi görünüyor.
Yazdığım bir yetişkin oyunum var. Bu yaz onu tamamlamaya çalışacağım. Onun dışında, masallarla ilgili projelerim devam edecek. Bu yaz, benim için çalışarak geçecek Bilgeciğim.
Masal ve hikaye seven herkes bunları yüreğinden geldiği gibi anlatabilir. Fakat bunu profesyonel yapmak için bazı eğitimlerle desteklenmek daha keyifli ve verimli hale getirebiliyor anlatıcıyı. Ama anlatıcılık eğitimi verirken de hep söylediğim bir şey var: İyi hikaye paylaşılmak ister. O yüzden anlatıcılık yapmak isteyen kişi, kendi iyi hikayesini bulmalı ve cesaretle anlatmalıdır. Bilemez, anlattığı hangi hikaye, kimin derdine derman olur. Bilemez çıktığı yolda onu bekleyen ne… O yüzden kalbinde, “Anlat.” sesini duyan yola çıkmalı ve paylaşmak için sözü anlatmalı. Ben öyle yaptım.
Fotoğrafçılık mezunu da olduğum için sanırım bunu artık hobi olarak yapıyorum. Yazı yazmak benim vazgeçilmezim. Doğa yürüyüşü yapmayı çok seviyorum. Bisiklet sürmekten keyif alıyorum. Ney üflemeye ve kendimi geliştirmeye gayret ediyorum. Bedenimi ve zihnimi rahatlatmak için meditasyon teknikleri ve yoga ile ilgileniyorum. Uzak Doğu sinemasını takip ediyorum. Masal kitabı topluyorum. Yeni şeyler denemeyi, farkındalığımı geliştirecek hobiler edinmeyi seviyorum ve kendime uygun olanı bulmaya devam ediyorum. Daha denemek istediğim çok şey var.
Canım, asıl ben teşekkür ederim. Öncelikle seni tanıdığım için çok mutluyum. Senin gibi özgüvenli, kendini geliştiren, yetenek ve becerilerini arttıran gençler benim mutluluk kaynağım. Öğrencilerime de hep aynı şeyi söylüyorum, sana da söylemek isterim. Denemeden bilemezsin. Ne istiyorsan mutlaka dene, deneyimle, tadını çıkar. Başarıların daim olsun. Yeniden buluşmak dileğimle…
NASIL ARANDI: #Gökçe Kurt # tiyatro # tiyatrocu # Dede Korkut Hikayeleri # sahne # perde #