19-04-2024 17:40

Tekinsiz şehrin sokaklarında

2016-11-07    0 Kişi Yorum Yaptı   Eklenme Tarihi: 2016-11-07
.stripslashes($urun->baslik).

Nesrin AKTAŞ


3 arkadaşımla birlikte çıktığımız Orta Amerika turunun ilk ayağında  Meksico City’yi gezmiş, Aztek ve Maya uygarlıklarının izini sürmüş, Merida, Chechen İtza, Cancun, Tulum ve Chetumal’ı keşfetmiştik.

 

Gezimizin bu bölümünde ilk durağımız Belize oldu. Başkenti Belmopan olan Belize, 1964 yılında içişlerinde bağımsızlığına kavuşmuş ve 1984 yılında tam bağımsızlığını kazanmış çok yeni bir ülke. Bayrağında insan resmi olan tek ülke ve bölgenin yüzde 40’ı ormanlarla kaplı bir doğa harikası.

Tabiat olarak güzel olmakla birlikte, Belize’nin tehlikeli bir yer olduğu konusunda o kadar çok olumsuz yorum duyduk ki ülkeye biraz da korkarak gittiğimizi söylemeliyim...

Belize’nin şehir merkezi çok rağbet gören bir yer değil. Turistler buraya genellikle mükemmel sahiller ve dalış turizmi için geliyor.

‘BlueHol’ denilen mercan adalarının çevrelediği muhteşem denizaltı manzarası ve ‘Cay Coulker’ adası, en meşhur yeri.

Biz zaman sıkıntısından dolayı adalara gidemedik, şehri gezmekle yetindik. Amerikan Doları kullanılan yoksul bir ülke, Belize. Maya asıllılar kendi dillerini kullanmakla beraber, bölgede İngilizce kökenli ‘Kreolce’ dili konuşuluyor.

 
SUÇ ORANI ÇOK YÜKSEK

Belize’de Afrika kökenli Garifunalar ağırlıkta. Aynı Amerika’nın Harlem’i gibi...Bakışları sert olsa da konuşunca sıcakkanlı oldukları anlaşılan, aşırı şişman insanlar ülkesi.

Belize’de suç oranı çok yüksek. Cinayetlerin sıkça işlendiği, insan hayatının ucuz olduğu bu ülkede, suç ihbarı yapılacak telefon numaralarının bildirildiği tabelalar her yerde asılı. Turistler için de güvenli olduğu söylenemez... Ana caddeleri dışında ara sokaklarda kaybolmanızı hiç tavsiye etmem.

 

 

Belizeli kadınlar ve belize sokakları

 

Her mahallede ayin yapmak için kilise ya da benzeri binalar var. Suç oranını azaltmak için midir bilmiyorum ama dini güçlendirmek için özel bir emek sarf edildiği anlaşılıyor.

Belize halk eğlenmeye çok düşkün. Yakınları ölünce bile çadır kurup bol bol içki tüketerek ölen kişiyi anıyorlar. Dini ayinleri de kendilerine özgü gürültülü ritmik bir müzikle yapılıyor. Dansları yapış yapış, samimi ve seksi. Bol, düşük pantolonlu siyahi gençler, abartılı büyük ve çıkık kalçalı kadınlar, yüksek volümlü konuşmalar ve kahkahalar her yerde.


İŞTE RÜYALARIMIZDAKİ  YER!

Belize’de kısa süren bu ziyaretin ardından, 10 saatlik bir otobüs yolculuğuyla rüyalarımızı süsleyen yere, yani Guatemala’nın Tikal şehrinin Flores Adası’na ulaştık. ‘Ağaçların ülkesi’ anlamına gelen bölge, gerçekten de yemyeşil.

 

Flores'te gün batımı

 

Tikal, Maya kalıntılarının en muhteşemi... Yağmur ormanları içinde, yabani hayvanlarla iç içe geçen turumuzda en büyük eğlencemiz, Turist Ömer tiplemesi rehberimizdi. Çapkın bakışlı, dudaklarının üzerinde ince bıyıkları olan rehberimiz, konusuna ve gruba olan hakimiyetiyle çok da başarılıydı.

Yerdeki küçük bir oyuğu çubukla deşerek çıkardığı koca bir örümceği eline aldıktan sonra ‘kim almak ister?’ diye sorunca, biz iki arkadaş örümceği elimize alarak Türk’ün cesaretini sergiledik.

Flores Adası, bir köprü ile Tikal şehrine bağlanmış. Sanki National Park’ı görmek isteyen turistler için dizayn edilmiş bir ada gibi... Oteller, restoranlar ve sokaktaki yemek satıcıları. Üzerinde vızır vızır uçuşan sineklere rağmen, hem yerli halk hem turistlerden bu yemeklere rağbet çok. Biz de onlardan biriydik... Barlarında ‘happy hour’ uygulaması var. Güzel müziklerini dinlerken mango, limon margarita ve coco beach’den doya doya içtik.

 

 

Buralarda transseksüellere bir ucube gibi bakmıyorlar. Barda tanıştığımız Hanna Lucia, kötü sesi ve gitarıyla bize İspanyol şarkıları söyledi. Sesine, ancak samimiyeti ve sevimliliğiyle tahammül edebildik doğrusu... Ama hayata aşk ve sevgi dolu bakışı başka bir tatlıydı.

Değişik ülkelerde kısa sürelerde gezmek zorunda kalmanın yarattığı güçlüklerden biri de para değiştirmek. Bankadan para değiştirmek için Tikal şehir merkezine gittiğimizde, uzun bir kuyruk banka önünde bekliyordu ve bitecek gibi görünmüyordu. Durumu izah ettik, içeri aldılar. Kuyruğa girmeden banka görevlisinin karşısına geçebildik ama 100 dolar’ın bozulmasının neden bir saat sürdüğünü hala anlamış değilim.

Hiç ilerleme olmaksızın, bazıları kucağında çocuğuyla bekleyen insanlar, hiç şikayet etmeden daha ne kadar kuyrukta öylece durdular bilmiyorum. Bu yavaşlığı anlamak çok zor.

 

ANTIGUA MUTLAKA GÖRÜLMELİ

Guatemala’da ikinci yolculuğumuz, Antigua ve Atitlan Gölü’ne oldu. Kesinlikle gidilmesi gereken muhteşem bir yer... Caddeleri, düzenli ve temiz sokakları, tek katlı rengarenk boyanmış evleri, yöresel kıyafetleriyle rengarenk eşyalar satan yerliler, kafelerden gelen mükemmel kahve kokularıyla uzun zaman kalmak isteyeceğim bir yerdi, Antigua.
Nitekim, burada birçok Avrupalıya da rastlamak mümkün. Tanıştığımız Hollandalı bir grup, 2 haftadır Antigua’da olduklarını söyledi...

Yerli halktan hiç alışveriş yapmadıklarını ve sadece Avrupalılara hitap eden restoranlara gittiklerini de eklediler. Nedense, bölge halkına yukarıdan bakmayı kendilerine hak gibi görüyorlardı. Bu üstünlük kompleksi, bazı Avrupalıların genlerine sinmiş anlaşılan.

 

BÜYÜLEYİCİ ATITLAN GÖLÜ

Atitlan Gölü, yerel halkın yaşadığı büyüleyici bir coğrafya ama halk, turiste satış yapmak için o kadar ısrarcı davranıyor ki bunalıyorsunuz. Gölün çevresinde çeşitli köyler var. Tekne kiralayarak köylere gidebiliyorsunuz ama aynı atmosfer orada da var.

Gölün uzağında, halkın gerçek yaşamını görebilirsiniz. Geçim kaynakları turizm, kahve ve tekstil. Güzel ürünler almak mümkün. Pazarlık yapmazsanız kazık yemeniz kaçınılmaz.

 

 

Orta Amerika ülkelerini güvenli gezmenin en güzel yolu Tika Bus’ları tercih etmek. Bir yabancının sıkıntı yaşamadan ülkeyi gezmesini sağlayacak her şeyi düşünmüşler. Tika Bus otelleri ve taksileri de var. Seyahat saatlerini, genellikle riski düşünerek ayarlamışlar. Biz de geri kalan yol ve seyahat güzergahımızı şirketin yolculuk saatlerine göre belirledik.

Konaklamalarımızı de genellikle Tika Bus otellerde yaptık. Bu bize daha güvenli seyahat etme ve daha ekonomik, ortalama standartta konaklama imkanı sağladı; ayrıca zamanımızı da efektif kullanmamıza yardımcı oldu.

 

TÜM GÖZLER ÜZERİMİZDE!

Bir sonraki durağımız, dünyanın en tehlikeli ülkeleri arasında ilk onda yer alan Sal Salvador oldu. “Sal Salvador’da gezerken turist olduğun anlaşılmasın; fotoğraf makineni, hatta cep telefonunu dahi çıkarma” diye ürkütücü birçok öğüt almıştık. Elimizde cep telefonumuz da vardı, fotoğraf makinamız da... Bir şey olmadı.

Sal Salvador’a indiğimizde kurt gibi açtık. Böyle yerlerde açlık iyi oluyor, yediğin şeyin kokusuna ve çevresinde uçuşan sineklere fazla takılma şansın olmuyor. Ne bulduysak yedik.

 

 

 

Sal Salvador’da birbirinden keskin ayrı iki yaşam biçimi var. İlki, zenginlerin oturduğu güvenli bölge. ‘Güvenli’ demek biraz komik, zira evler üzeri tel örgülerle çevrili, yüksek duvarların arkasında. Güvenlik önlemleri şaşırtıcı boyutta. Dışarıdan bakınca hepsinin bir hapishane olduğunu düşündürüyor. Geniş ve temiz yeşil caddeleri, adeta Avrupa şehri görüntüsünde.

Diğer bölge ise yoksul çoğunluğun yaşadığı; tıkış tıkış sokak satıcılarının, kirli dükkanların, arabaların, insan kalabalıklarının bulunduğunu; gürültü, boş boş oturan, çoğu yaşlı insanların doldurduğu park alanlarının olduğu bir yer. Sokakta yürürken tüm gözlerin üzerinde olduğunu hissediyorsun, insanlar ‘bunların burada ne işi var?’ der gibi bakıyor.

 

“BURADA NE İŞİNİZ VAR?”

Kirli bir pasaj içinde, üst katta bir kafe bulduk. Şehre birkaç kat yukarıdan bakmak şehri anlamak için daha iyi geldi. Karşımızdaki dükkanın çatısını tamir eden genç, akrobasi yapar gibi hiçbir güvenlik önlemi almadan adeta yer çekimine karşı çıkarak çalışıyordu. İnsan hayatı çok ucuz.

Kafe, sanatla ilgilenen kişilerin takıldığı bir yerdi anlaşılan. Plastik bardakla gelen kahvenin tadı şaşırtıcı derecede mükemmeldi. Şapkasını yana doğru düşürmüş, donuk ifadeli, zayıf bir adamla tanıştık. Pandomim sanatçısıymış, Kanada’da yaşıyormuş, babası rahatsızlanınca Salvador’a dönmüş, bir daha da Kanada’ya gidememiş. Şairmiş aynı zamanda. Şiir kitaplarını gösterdi, tabii okuyamadık. Bir de ‘Paranormal Olaylar’ isimli bir kitap yazmış, Salvador’da yaşanan paranormal  olayları araştırmış. Anlatmasını istedik, “uzun hikayeler” deyip gülümseyerek konuyu kapattı.

 

 

 

“Sal Salvador neden tehlikeli?” diye sorduk; “Çeteler var ama bunların turistle pek işi olmaz. Asıl sorun, iktidarın entelektüellere ve protestoculara tahammülsüzlüğü. Buraları polis korumaz, burada insanlar kendi güvenliğini sağlamaya çalışır. Polisler zenginlerin oturduğu bölgededir, onları korurlar” dedi.

“Buraya turist gelmez, onlar zengin kesimlerde tatil yaparlar. Halk alışkın değildir farklı milletten insanları görmeye. Siz niye buradasınız?” diye sordu. Gerçekten insanların şaşkın bakışlarının anlamı buydu demek.

 

HİÇBİR YERE GİTME!

Dükkânlar demir parmaklıklar ardında satış yapıyor ya da market gibi yerlerde kapılarda özel güvenlikçiler ellerinde tüfeklerle bekliyorlar. Sal Salvador sokaklarında bir kaos var gibi görünse de aslında kendine göre bir düzen var. İç çamaşırı satıcıları, elektronik eşya satan  dükkanlar, meyve sebze satıcıları, barlar bir düzen içinde aynı alanda yerleştirilmiş.

 

 

 

Barlar sokağı çok ilginçti... Bildiğimiz barlar gibi düşünmeyin. Daha çok kapalı çay bahçeleri gibi. Bar oldukları, aşırı alkol almış, sıcak ve nemli havaya rağmen küfelik olmuş insanların naralarından anlaşılıyor. Sokaktan geçerken tedirgin olmadık değil. Bizi içeri çağıran sarhoşlar arkamızdan eminim okkalı küfürler savurdu. Biz ise sıcağa rağmen şaşırtıcı bir hızla sokağı geçtik, arkamıza dahi bakmadan.

İnanılmaz ucuzlukta yemeğimizi yedik, kahvemizi içtik, tropikal meyvelerimizi aldık ve günün sonunda otele gitmek istediğimizde yolumuzu kaybettiğimizi fark ettik. Hava kararmıştı ve maalesef İngilizce bilen insan bulamıyorduk. Otelin yerini bilen bir genç bize tarif etmeye çalıştıysa da anlayamadık. Sonra elindeki ağırlıklara rağmen bizi otelimize kadar götürdü. Bize gece takılacağımız bir yer tavsiye etmesini istedim, cevap kısa ve netti: “Hiçbir yer!”

 

HAPİSHANELER TIKA BASA DOLU

Otel demir kepenklerle kapatılmıştı. İçeri girince rahat bir nefes aldık. Otelde kalanlarla sohbet güzeldi. Amerika’da yaşayan Rico isminde, aslen Honduraslı bir misyonerle tanıştık. Elindeki bira şişesinin biri bitiyor, biri yenileniyordu. “Sizin inanca ters değil mi?” diye sorduk, “Tabii ki ters, zevk veren bir içki içmemem gerekiyor ama biz de mükemmel değiliz” dedi gülerek. Neden dışarıda içmediğini sorduk, “Dışarıda ya sen ölürsün ya da birinin ölümüne tanık olursun. Buralar bildiğiniz gibi yerler değil” diye cevap verdi.

 

 

 

Ülkeyi araştırdığımda aldığım bilgi de farklı değildi. Sal Salvador’da iki büyük çetenin hakimiyeti var. İşsiz ve yoksul  gençler için çeteye girmek bile bir ayrıcalık. Çeteye hemen kabul edilmiyorlar, birçok testten geçiyorlar. Suç oranı çok yüksek. Hapishanelerde bırakın yatmayı, ayakta duracak yer dahi çok az. Nasıl bir sıkıştırılmış yaşam bu, inanmak çok zor.

Honduras’ı ancak yolculuk boyunca görebildik... İnanılmaz bir yeşillik. Muz yetiştiren köylülerin ağırlıklı olduğu, uzaktan huzurlu görülen ama ne yazık ki bir o kadar tehlikeli ve yoksul bir ülke.

Çok ülkeyi kısa zamanda görmeye çalışmak, uzun ve meşakkatli sınır kapıları demek, maalesef. Uyuşturucu ticaretinin yapıldığı, güneyden kuzeye giden bir ‘koko’ trafiği olduğu için tüm sınırlarda beklemek Allah’ın emri gibi. Bavullar çıkarılıyor, açılmak istenen bavulu gösteriyorlar, sahibi öne çıkıp bavulunu herkesin içinde açıyor, didik didik aranan bavul kapatılıyor, sonra sıradaki... Neyse ki sadece otobüs yolculuğunda bir kere bavulum açıldı.

 

TANIMADAN SEVDİĞİM ÜLKE

Uzun bir sınır kuyruğunda damga ve harç için bekliyorsun. Şaşırtıcı yavaşlık sınır kapılarında daha fazla. Bazı resmi avantacılar para karşılığı kuyruğu bekletmeden sizi öne alıyorlarmış, biz beklemeyi tercih ettik. İlkeli olmak güzel ama yorucu.

Sınırlarda ellerinde para desteleri olan para satıcıları var. Buralarda geçişler için olmazsa olmaz, çünkü bir ülkenin parası bir başka yerde geçmiyor. Elinde fazla kalanı değiştirmek ve yeni ülke için para almak zorundasın, yoksa bir su dahi alamadan uzun süre change ofis arar durursun. Tavsiyem para kaybı olsa da komisyonculardan para almanız.

Sırada göller ve yanardağlar ülkesi Nikaragua var... Tanımadan sevdiğim bu ülke, beni hayal kırıklığına uğratmadı. Amerika Birleşik Devletleri’ne karşı onurlu direniş tarihi ve ülkenin sıcak gülümseyen insanları...

Başkent Managua’ya gece indik. “Ara sokaklara inmediğiniz sürece korkacak bir şey yok” dediler. Acıkmıştık, sokaklarda restoran ararken göl kenarında, içinde restoranları ve barları olan bir yer keşfettik. Üfür üfür esiyor ve göl suyu hoş bir koku yayıyordu. Yemek siparişlerimizi verdik, bu sırada elektrikler kesildi. Uzun bir bekleyiş, aç mideler için pek hoş olmadı ama tatlı esinti hiç keyfimizi kaçırmadı.

Karnımızı doyurduktan sonra müziğe kulak kabartıp bir eğlence yerine takıldık. Afro’ların ağırlıklı olduğu bu mekanda kadınlar kıvrak danslar yapıyordu. Onlarla birlikte, ter içinde oynamaya çaba sarf ettikten sonra otelimize döndük.

 

AMERİKA’NIN KORKULU RÜYASI

Nikaragua, 1972 yılında yaşadığı depremin izlerini halen taşıyor. Şehir merkezi depremden çok etkilenmiş. Somoza iktidarının, deprem için gönderilen yardımları kendi çıkarları için harcaması da kamuoyunun patlamasına yol açmış. Amerika’nın, Orta Amerika’daki siyasi oyunlarının en güzel örneğidir, Nikaragua.

 

 

Amerika tarafından desteklenen Somoza Ailesi’nin diktatörlüğü tam 45 yıl boyunca devam etmiş. 1979’da Somoza, Sandinista’ların iktidara karşı başlattığı harekattan kaçınca, Sandinista gerillaları ülke yönetimini ele geçirmiş. ABD, Somoza iktidarı boyunca yaptığı ekonomik yardımları keserek, yönetime karşı gerilla mücadelesi veren sağcı kontralara destek vermeye başlamış.

 

 

 

Ortega yönetimindeki Sandinista hükümetinin bir dizi devletleştirmeye girişerek sosyalist ülkelerle yakın ilişkiler kurması, Amerika’nın korkulu rüyasıdır. Nikaragua bunu başarmıştır.

Nikaragua gezimizde, Granada’ya doğru yol alırken halen aktif olan Masaya Dağı’nı ziyaret ettik. Krater çukuru çok derin olsa da fokur fokur kaynayan lavları görmek heyecan verici. Krater, yüksek düzeyde sülfür gazı çıkarıyor, bu nedenle ziyaretçilerin 5 dakikadan fazla kalmasına izin vermiyorlar. Ciddi bir kontrol yok. Otokontrol en iyisi. Zaten bir süre sonra boğazda yanma ve nefes almada zorluk hissi başlıyor. Kaçmak en doğrusu.


MUSON YAĞMURLARINDA ISLANMAK


Granada, 1524 yılında Cordoba tarafından kurulmuş, Amerikan kıtasındaki ilk Avrupa şehri. İsminden de anlaşıldığı gibi Endülüs, Mağribi etkisiyle kurulmuş. Kolonyal dönemden kalan birçok bina var. Sokakları dar ve çok bakımsız görünüyor. Göl kenarında kurulmuş şehir, aşırı nemli ve sıcak.

 

Nikaragua Granda'da bir meyve satıcısı

 

Yağmur sezonunda gittiğimizi bize hatırlatan yer oldu, Granada. Bardaktan boşalırcasına yağan muson yağmurunda iliğimize kadar ıslandık. Sıcak havada ıslanmak da başka bir hoş.

Gündüzleri güvenli bir yer, sokaklarda faytonlar geziyor. Sokak satıcılarının olduğu mekanlar gündüz kalabalık, saat 16.00’dan sonra kalabalık azalmaya başlıyor. Güvenli görülmesine rağmen oteller ve dükkanlar demir kapılar arkasında, güvenlik önlemleri çok yoğun. Purosuyla ünlü bir yer, dükkanlarından çok kaliteli purolar alabilirsiniz.

 

OKYANUSUN DALGALI SULARINDA...

Orta Amerika’da son durak... Adı, ‘zengin sahil’ anlamına gelen, hem Atlantik hem Pasifik okyanusuna kıyısı olan Costa Rica.

Fazla zamanımız olmadığı için LA Fourtuna Şelalesi, Tortuguero Doğal Parkı, Monteverde Bulut Ormanı gibi belirli mesafelerde olan yerler arasında, 4 saatlik bir yolculukla ulaşacağımız Manuel Antonio Ulusal Parkı’na gitmeyi tercih ettik.

Dev dalgaları olan okyanusun kenarında bir otele yerleştik. Sıcaktan pelte olmuş halde, bavullarımızı klimasız odamıza atar atmaz, dalgalarla boğuşmak üzere okyanusa koştuk. Deniz suyu düşündüğümden daha sıcaktı, dalgalar ise müthiş şiddetle taklalar attıran cinsten...

Costa Rica’da geceler sakin ve esintili. ‘Ah, bir de demlenmiş çay olsa’ dedirtiyor insana. Açık kafelerde bile sigara içilmiyor. Güzel ama sigaraya nefret biraz fazla mı abartılmış ne...

Ortamın hoşluğu Costa Ricalıların neden  en mutlu insanlar olduğunu anlatıyor gibi. Diğer Orta Amerika ülkelerinden daha temiz, zengin, güvenli ve pahalı... Ama ne olursa olsun Orta Amerika’da hiçbir yerde geç saatlerde ara sokaklarda gezmeyin derim. Hatta bizim ülkemizde de.

 

GRUPLARA KAYNAK OLDUK AMA...

Costa Rica’daki ikinci günümüzde, sabah erken saatte milli parka gittik. Erken gitmek doğru bir karar, ilerleyen saatlerde hem kalabalıklaşıyor hem de sıcak ve nem artıyor. Kalabalık olması gördüğün bir hayvana odaklanmakta sıkıntı yaratıyor. Parkı gezerken rehber almak için 20 dolar vermek gerekiyor.

Seyahatin sonlarında olduğumuzdan para harcamadan, başka gruplara kaynak olup ormandaki hayvanları görmek istedik ama bu iyi fikir değildi.

 

 

Rehberler, ellerinde tripotlu makinalarla hayvanları yakınlaştırarak gösteriyorlardı. Biz de kendi gözlerimize güvenerek ellerimizdeki yol haritasını takip ederek etrafı seyre daldık. Kırmızı yengeçler, karıncayiyenler, tembelhayvan, geyik, mavi büyük kelebek, yeşil küçük kurbağa, maymunlar... Kendisini göremediğimiz iri gorillerin ürkütücü naralarını saymazsak, bütün görebildiğimiz bu oldu.

Costa Rica’dan uçakla Meksico City’ye döndüğümüzde, saat sabaha karşı 02:00 idi. Otele doğru giden caddeler polislerce kapatılmıştı. Gece yarısında bile caddeler polis kaynıyordu. Meğer, otelde zengin bir şahsın düğünü varmış, güvenlik önlemleri olarak yollar kapatılmış. Zenginler her yerde daha değerli maalesef. Neyse ki polislerin varlığı geç saate güvenle otelimize yürüyerek gidebilmemize yaradı.

 

ZENGİNLERİN YAŞAMI DEĞERLİ

Orta Amerika’da 20 günlük maceramızı yorgun ama tatlı anılarla tamamlamıştık. Coğrafyadaki yaşam konusunda adeta bilgi bombardımanına tutulmuş gibiydik. Çoğu kez ne neredeydi diye uzun zaman düşünmem gerekiyordu. Fotoğraf makinası bu konuda en iyi yardımcı.

 

Mayakı tiyatrosu

 

Kısaca şunu demek isterim; gezdiğim her yerde yoksulun yaşamı; biraz dinsel, biraz iklim, biraz gelenekler, biraz da hükümet politikalarıyla değişim gösterse de özü hep aynı... Belki en az vergiyi verse de zenginlerin yaşamı hep değerli. Dil, etnisite, din, gelenek, coğrafya ve diğer her şey bir ayrım değil, bir renk. İnsanlar arasındaki tek ayrım yoksulluk ve zenginlik bence.

 

 

 

YORUMLAR
Yaptığınız yorumlar editör onayından geçmektedir.