18-04-2024 20:49

Tanzanya’da safariye hazır mısınız?

2017-07-10    0 Kişi Yorum Yaptı   Eklenme Tarihi: 2017-07-10
.stripslashes($urun->baslik).

İlimizin başarılı avukatlarından Sırma Bengüer ile Kartepe’de faaliyet gösteren KRT Design’ın sahibi Ömer Kurt, geçtiğimiz günlerde hayatlarını birleştirdi. Genç çift, balayı için alışılagelmişin dışında bir bölgeyi tercih ederek, rotayı Afrika’ya çevirdi. Tanzanya’nın büyüleyici coğrafyasında safari yaparak unutulmaz bir deneyim yaşayan Kurt çifti, anılarını Kocaeli Life okurlarıyla paylaştı. Sırma Kurt’un kaleminden Afrika:

 

                                                                                                                            Sırma-Ömer Kurt çifti balayını Afrika’da geçirdi.

 

Bana, ‘dünyada istediğin herhangi bir yere gidebilirsin’ deselerdi, Afrika’yı seçerdim. O nedenle tatil rotamızı belirlemek zor olmadı. Görmeyi en çok ben istiyor olsam da balayımızı Afrika’da geçirme teklifi Ömer’den geldi. Tabii ki hemen kabul ettim ve araştırma süreci başladı.

Afrika’da birçok ulusal park var ama biz, bizim için olmazsa olmaz olan Serengeti Milli Parkı’nın bulunduğu Tanzanya’ya gitmeye karar verdik ve yerel rehberlerle irtibat kurmaya başladık.

 

               Akasya ağacı, zürafanın ana besin kaynağı olduğu için Manyara Parkı’nda bolca zürafa görmek mümkün.

 

 

Görüştüğümüz rehberlerden biriyle, Ömer’in üniversiteden profesörünün referansıyla anlaşmaya vardık ve rotamızı belirledik: 4 gün boyunca safari ve 4 gün Zanzibar.

 

Tanzanya, çoğunluğun Müslüman olduğu, 120 farklı kabilenin kendi dilini konuşabildiği ancak resmi dili Swahili olan oldukça fakir bir Doğu Afrika ülkesi. Tanzanya’ya giderken, bazı Afrika ülkelerinde var olan sıtma ya da başka bulaşıcı hastalıklar nedeniyle aşı olmanıza gerek yok. Ve böylece biz de Atatürk havaalanından 7 saat süren direk uçuşumuzla Tanzanya’nın Arusha şehrindeki küçük havalimanına vardık.

 

                                      Manyara Ulusal Parkı, fillerin yaşayışını yakından görmek için ideal bir alan.

 

 

UYURKEN TEDİRGİN OLDUK

 

Havaalanında, kapıda vize işini hallettikten sonra bavullarımız önce x-ray’den geçti, daha sonra açılarak arandı. İlk defa bir ülkeye girerken bu kadar dikkatlice aranmak bizi şaşırtmıştı. Yorgun argın çıktığımız havaalanı kapısında Ömer ve beni ‘Jambo’ diyerek karşılayan rehberimiz Buşili’nin enerjisi bizi kendimize getirdi. Swahili dilinde ‘merhaba’ anlamına gelen ‘jambo’ya sizin de ‘jambo’ ile yanıt vermeniz gerekiyor. Ardından da ‘caribou’ yani ‘hoş geldin’ diyorlar.

 

Tanzanya’nın oldukça güler yüzlü olan insanları herkese selam vermeyi sevdiklerinden, bu kelimeleri ilerleyen günlerde çok kullandık.

 

Neşeli karşılamanın ardından yola çıktık. 40 dakikalık bir yolculuktan sonra gece karanlığında, olduğundan da sefil görünen ve iki katlı binası bile olmayan bir şehre ulaştık.

 

Elektrik tasarrufu için ışığın oldukça az olduğu otelimizde, itiraf etmek gerekirse biraz tedirgin bir şekilde uyuduk ama ertesi gün yemyeşil kahvaltı alanını görünce tedirginliğimizin yerini mutluluk aldı. İlk sabahımızda, Afrika’da kullanılan baharatların haddinden fazla acı olduğunu ve soğanın her şeyin içine bolca konulduğunu, soğanlı omletimi yerken gözümden yaş akınca öğrendim.

 

                                                                                                                       Manyara Ulusal Parkı’nda sürü halindeki zebralar.

 

BELGESELİN İÇİNDE GİBİ

Neyse ki tropikal meyveleri seviyorsanız aç kalma ihtimaliniz yok. Kahvaltıdan sonra asıl yolculuğumuz, rehberimiz Buşili’nin otelimize gelmesiyle başladı.

Safari’ye çıkanlar için başlangıç konumundaki Arusha şehrinden 3 saatlik bir yolculukla, Türkiye’nin belki de 50 yıl öncesine ait köy manzaraları eşliğinde Manyara Ulusal Parkı’na vardık. Burası yağmur ormanları, akasya ağaçları ve ortasında volkanik Manyara Gölü’nün bulunduğu bir ulusal park.

Yağmur ormanları arasında bol miktarda babunla karşılaştık. Babunlar insanların yemeğini çalmayı alışkanlık haline getirdiği için size oldukça yaklaşıyorlar ama biz yine de mesafemizi koruduk. Yağmur ormanlarındaki puslu ağaç görüntülerinin etkisindeyken, rehberimizin bize gösterdiği zebra, antilop ve ceylan sürüleriyle bir belgeselin içindeymişiz hissine kapıldık.

Gördüğümüz her hayvanla heyecanımız daha da artıyordu ve derken oldukça büyük bir erkek fil bize yaklaştı. Rehberimiz fil sürülerinin baskın dişilerce yönetildiğini ve baskın olanın sürünün rotasını belirlediğini anlattı. Gördüğümüz sürülerin bekar erkek antilop sürüleri mi yoksa baskın erkek tarafından yönetilen harem mi olduğunu yine ondan öğrendik.



                                                                                                                                                                                               Serengiti Ulusal Parkı

 

 

Safaride rehberinizin bilgili olması çok önemli. Rehberin görevi sadece şoförlük yapmak değil. Sizi hayvanların yaşayışı hakkında bilgilendirmesi de safariden keyif almanızı sağlıyor. Rehber seçimimizden dolayı gerçekten şanslıydık. Bir sürü insan belki Türk bir rehberle kendini daha güvende hissedeceğini düşünebilir ama biz, bize kültürel olarak da farklı bilgiler verebileceğini düşünerek yerel bir rehberi özellikle tercih etmiştik.

 

Manyara’da görmekten çok keyif aldığımız bir başka güzellik ise zürafalar oldu. Akasya ağacı, zürafanın ana besin kaynağı olduğu için Manyara Parkı’nda bolca zürafa görmek mümkün. Fakat bölgenin çok ağaçlık olması, aslan görme ihtimalinizi düşürüyor. Rehberimiz bu konuda bize önceden bilgi vererek aslanın avlanmak için ağaçsız düzlüklere ihtiyaç duyduğunu söylemişti. Biz de aslan görme sevdamızı ertesi güne sakladık: Serengeti’ye.

 


                                                                                                                                                      Masai Kabilesinin kadınları.

 

 

OTELDEN ÇIKMAK YASAK!

 

Öğlen verdiğimiz yemek molası dışında safari arabasında pestilimizin çıktığı bir günün ardından, Karatu’daki otelimize geldik. Otelimiz Simba Lodge, muhteşem dağ manzarası ve ayrı ayrı barakalardan oluşan odalarıyla bizi etkiledi. Resepsiyonda, hava karardığında odalarımızdan tek başımıza çıkmamızın yasak olduğu konusunda bilgilendirildik.

 

Otelimiz ulusal parka çok yakın olduğu için vahşi hayvanların ziyaret etme ihtimali varmış. Nitekim ulusal parklarda kaldığımız her otelde yemeğe silahlı korumalar eşliğinde götürülüp getirildik. Uyurken sık sık duyduğumuz sırtlan çığlıkları nedeniyle bu hususun gerekliliğine ilk geceden sonra biz de inandık.

 

Akşam yemeğinde tıka basa yemeğimizi yedik. Soğan çorbası ve çeşit çeşitbaharatlı et ve tavuk yemeklerinden oluşan menü bizi şaşırtmadı. Sabah ise zengin bir kahvaltıdan sonra Serengeti’ye varmak için yola çıktık. İlk hedefimiz Ngorongo Koruma Alanı’ydı.


                                                                Masai çocuklarının eğitim aldığı okul, bizim bildiğimiz eğitim kurumlarına hiç benzemiyor.

 

YERLİLERLE DANS

Burası, ulusal park olmamakla birlikte ‘koruma alanı’ olarak geçiyor. Yerleşim yeri olarak Tanzanya halkına kapalı olmasına rağmen ülkede ayrıcalık tanınarak burada yaşamasına izin verilen bir topluluk var: Masailer. Kendi geleneklerine yüzde yüz bağlı kaldıkları ve doğal yaşama zarar vermeyecekleri için Masailer’in burada yaşamasına devlet tarafından izin verilmiş.

Ve tabii ki biz de çok merak etiğimiz yerli yaşamını gözlemleyebilmek için yol üzerindeki bir Masai Köyü’ne uğradık. 120 nüfuslu bu köyde giriş ücretinin 50 dolar olması bizi oldukça şaşırttı. Paranın ne işlerine yaradığını anlayamamıştık ki tek problemlerinin su satın almak olduğunu öğrendik. 20 litre içme suyuna 5 dolar ödüyorlar ve paranın kalanıyla da geçimlerini sağlıyorlar.

Köyün İngilizce bilen genci bize rehberlik etti ve yerlilerin, köyün girişine yaklaşırken bizi karşılamak için dans edeceklerini söyledi. Bir grup erkek ve bir grup kadın ayrı ayrı iki tarafa geçerek bir takım ezgilerle zıplamaya başladılar. Beni kadınlar, Ömer’i de erkekler aralarına alarak bizi de zıplama ritüeline kattılar. Öğrendik ki zıplamak Masailer için güç gösterisi anlamına geliyormuş. Daha sonra erkekler arasında bir zıplama yarışı yapıldı ancak ne yazık ki Ömer yarışı kazanamadı.

 


                                                                               Zıplama yarışında en yükseğe zıplayan kişi, kabilenin en güçlü erkeği sayılıyor.

 

Masailer’in doğal yaşamının en büyük özelliği, tükettikleri besinler. Ömürleri boyunca sadece çiğ et ile çiğ süt tüketiyorlar ve ayrıca kendilerine güç verdiğine inandıkları çiğ hayvan kanını içiyorlar. Bu şekilde beslenerek oldukça uzun yaşayabilmeleri ise bizi oldukça şaşırttı.

Masailer küçük dal parçaları, çalılar, sığır dışkısı ve sığır idrarını güneşte kurutarak yaptıkları küçük kulübelerde yaşıyor. Kulübelerin içinde mutfak, tuvalet ya da bölünmüş odalar yok. Hayvan derisi ve kuru otlardan yapılmış yataklarda uyuyorlar ki zaten tek eşyaları da bu.

Masailer’in bir diğer özelliği ise toplulukta poligami, yani çok eşlilik olması. Bir erkek 10 kadına kadar evlenebiliyor. Erkekler gibi kadınlar da çok eşli, doğan çocukların hepsinin kadının kocasına ait olduğu kabul ediliyor. Rehberimiz yolda bize başka bir Masai Köyü’nü işaret etti ve buradaki bir adamın 100 tane çocuğu olunca, devletin sadece bu çocuklar için bir okul açtığını söyledi.

Topluluğun erkekleri çalışmıyor. Köylerde, ev yapımından hayvanların bakımına kadar her işi kadınlar yapıyor. Erkekler, 15 yaşına gelene kadar kadınlara yardım ediyor, daha sonraki yaşamları boyunca çalışmıyorlar.

 


      Masai Kabilesi küçük dal parçaları, çalılar, sığır dışkısı ve sığır idrarını güneşte kurutarak yaptıkları küçük kulübelerde yaşıyor.

 

ZEBRALARIN GÖÇÜ

Oldukça ilginç bu ziyaretimizin ardından üç saat süren zor bir yolculuk sonunda Serengeti Ulusal Parkı’na ulaştık… Ve elimizle koymuş gibi öğlen sıcağının altında, göbekleri gecenin avıyla şişmiş bir şekilde uyuyan, 6 kişilik bir aslan ailesini oldukça yakından gördük. Nedense masumca uyurken hiç de öyle arabadan insem beni anında parçalayacak vahşilikte görünmüyorlardı.

Tabii ki ulusal parklarda arabadan inmek kesinlikle yasak. Rehberimiz ‘ranger’ yani korucuların bir kural ihlalini tespit edeceğinden çok korkuyor ve kurallara sıkı sıkı uyuyor. Rangerlar aslında kaçak avcıların peşindeki polislerin özel ismi. Afrika’da ne yazık ki hala koruma altındaki hayvanlar, kaçakçılar tarafından avlanıyor. Öküz başlı antilop etinin çok lezzetli olduğunu ve yüksek rakamlarla alıcı bulduğunu rehberimizden öğrendik. Boynuzları için avlanan zavallı gergedanlar ise artık ulusal parklarda bile zor bulunuyor.

Serengeti Ulusal Parkı gerçekten büyüleyici bir yer. Biz Serengeti’ye kurak mevsimde gitmediğimiz için çayırların yemyeşil halini, öküz başlı antilop ve zebraların büyük göçünü, sayısız antilop çeşidini görebildik. Kurak mevsim, aslında yüksek sezon olduğu için her şey daha pahalıymış ama bu dönemde gelenler, göç eden hayvanlar çoktan gitmiş olduğu için Serengeti’nin bomboş halini, kalan azıcık otçul hayvanı ve zayıflamış aç aslanları görebiliyorlarmış.

 

 

HAYVAN CÜMBÜŞÜ

Arada yağmura yakalanıp azıcık ıslansak da gördüklerimize değdi. O nedenle herkese Afrika’yı mayısta tavsiye ediyoruz. O gün ayrıca bir çitayı avlanmak isterken gördük. Çitaya paralel olarak arabamızla tam gaz giderken, belki yakalar umuduyla oldukça heyecanlanmıştık ki ceylanın durumu erken fark etmesi ile av suya düştü. Hayvan cümbüşü, ulusal parktan çıkma saatimiz olan 18:00’e kadar devam etti.

Bu defa konaklamamızı Serengeti Simba Logde’da yapacaktık. Otelimiz ulusal parkın biraz dışındaydı. Aslında biz otel seçimini yaparken her şeyi değerlendirdiğimiz gibi fiyatları da değerlendirmiştik ancak bir hususu gözden kaçırmışız. Ulusal parkın dışına çıktığınızda, ertesi gün hiç de ucuz olmayan giriş ücretlerini yeniden ödüyorsunuz. O nedenle aslında parkın içinde olan daha pahalı otellerde kalmak mantıklı oluyormuş.

Otelimiz yine oldukça güzel manzaraya ve leziz yemeklere sahipti. Hayvanların sabah saatlerinde daha hareketli olduğunu, bu nedenle ne kadar erken güne başlarsak o kadar çok hayvan göreceğimizi söyleyen rehberimizle beraber gün doğmadan ayaklanmıştık. Hatta tam gün doğumuna uyanınca, bu defa uçsuz bucaksız Serengeti manzarasının da tadını çıkarttık.

 


                                                                                                                Su aygırlarını doğal ortamlarında izlemek oldukça ilginçti.

 

 

BÜYÜK BEŞLİYİ TAMAMLADIK

 

Safaride en zor görülebilen hayvanın leopar olduğunu ve görememe ihtimalimizin de bulunduğunu biliyorduk ama  rehberimizin deyimiyle ‘hakuna matata’ diyerek yollara koyulduk. Rehberimizin, başımıza azıcık tatsız bir olay geldiğinde hemen kullandığı cümle buydu. Hayata pozitif tarafından bakmayı benimseyen bir bakış açısı. Aslında kelime anlamı ‘problem yok’ ama Tanzanya’da bir slogan olarak söylendiğinden daha çok ‘carpe diem’ anlamında kullandıkları hissine kapıldım şahsen. ‘Hakuna matata’ diyerek, kocaman gülümsemesiyle sorunu çözebileceğine inanıyordu rehberimiz.

 

Öyle de oldu. Üçüncü günümüzde Serengeti’de bir sırtlanın ağzında kocaman bir yaban domuzu görmüşken, tam sırtlanın fotoğrafını çekmeye çalışıyordum ki sırtlanın tek başına avlanmış olamayacağını anlayan rehberimiz gerçek avcıyı bize hemen buldu. Kafamızı kaldırıp kocaman akasya ağacının dalında, üzgün gözlerle giden avını seyreden kocaman ve çok güzel leoparı gördük. O kadar yakındık ki rehberimizin bile etkilenmesinden şanslı olduğumuzu anladım. Tabiî ki utangaç leopar bizi görünce ağaçtan bir hamlede atlayarak hemen gözden kayboldu.

 

Safari’nin son gününde gittiğimiz Ngorongo Ulusal Parkı’nın doğası Serengeti’den farklı olarak daha çiçekli çayırlardan oluşuyordu. Serengeti’de bulandığımız toz duman burada yoktu. Bu parktaki hedefimiz gergedan görerek ‘büyük beşli’nin tamamıyla tanışmanın gururunu yaşamaktı. Büyük beşli aslan, leopar, fil, bufalo ve gergedandan oluşuyor. Nitekim uzaktan da olsa gergedanı fark eden rehberimiz bize hemen işaret etti. Gerçekten de kocaman gri hayvan güneşin altında parıldıyordu.

 


                                                                                                                                Rastladığımız leopar, güzelliğiyle bizi büyüledi.

 

 

FİYATLAR TAMAMEN KANDIRMACA

 

Bu parkta ayrıca göldeki flamingoları ve parkta çita ile leopar olmadığı için yeşilliklere yayılarak hayatın keyfini çıkaran ceylanları görmek de mümkün. Parkın tek etçili olan aslanlar hız olarak ceylana yetişemedikleri için kovalamıyorlar da. Sanırım genlerle aktarılan bir öğrenilmiş çaresizlik söz konusu çünkü ceylanların aslanla dalga geçercesine 15-20 metreye kadar yaklaşıp otlamaya devam ettiklerine de şahit olduk.

 

Öğlen yemeğimizi yemek için hipopotamların yaşadığı ve içinde bu defa arabadan inilebilen bir alanın bulunduğu göl kenarına geldik. Rehberimiz yemekler bitmeden araçtan inmenin yasak olduğu konusunda bizi sıkıca uyardı. Nedenini kafamızı kaldırıp tepemizde süzülen bir doğanı görünce hemen anladık. Elinizde yemek yoksa sorun yokmuş ancak yemek görürlerse yemekle birlikte elinizi de kapma sıkıntısı varmış ne yazık ki. Yine de yediğimiz en manzaralı öğle yemeği olarak oldukça keyifliydi.

 


                                                                                                                        Serengeti’de kuşlar öğle yemeğinize ortak oluyor.

 

Safarimizin sonunda rehberimizden, bizi Afrika’nın ünlü ahşap işçiliğinin olduğu bir hediyelik eşya dükkânına götürmesini istedik. Girişte rehberimiz bizi sıkıca tembihledi: ‘Her şey için pazarlık yapın’. O ana kadar her şey dahil otel konseptlerinde kaldığımızdan, Afrika’da bir şey satın alırken bize teklif edilen fiyatı iyi bir pazarlıkla üçte birine düşürebileceğimizi fark etmemiştik. Gerçekten fiyatlar tam bir kandırmaca. Alışveriş yapmanızı da çok istediklerinden, aslında etiket fiyatlarından bağımsız olarak, ‘biz bu kadar veriyoruz’ deyip istediğinizi alabilirsiniz, Hakuna Matata!

 


                                                                                                                                                          Manyara Ulusal Parkı’nda.

 

İNSANLIK TARİHİNDEN UTANDIK

Safarinin sonunda üzülerek vedalaştığımız rehberimizi Tanzanya’da bırakıp 1,5 saatlik bir iç hat uçuşuyla Zanzibar’a ulaştık. Tanzanya’nın doğusundaki bu adada, Türkiye’ye dönmeden önce safari yorgunluğunu bırakıp enerji depolayacaktık.

Safaride edindiğimiz tecrübelerimize dayanarak, havaalanında ‘taksi kooperatifinin standart ücretidir’ diye direttikleri ücretin yarı fiyatına anlaştığımız şoför bize ‘Stone Town’ yani ‘Taş Şehri’ni ufak bir ilave ücret ile gezdirdi. Zanzibar Havaalanı’na yakın olduğu için bavullarımızı arabanın bagajında bırakarak ayağımızın tozuyla köle şehri ve köle müzesini gezdik.

Zanzibar bir zamanlar köle ticaretinin merkezi olma özelliğini taşıyormuş. Diğer Afrika ülkelerinden gelen köleler burada toplanarak köle pazarında satılıyormuş. İnsanlık tarihinden utanarak gezdiğimiz müzede, satışa sunulmadan önce zayıf olanlar ölsün diye günlerce kölelerin tutulduğu odaları görerek depresyona girdik.

 


                         Zanzibar’daki köle müzesinin bahçesinde bulunan heykeller, geçmişte kölelerin nasıl yaşadığı hakkında ipuçları veriyor.

 

BAHARAT TURU VE DALIŞ

Bu arada Zanzibar’ın yüzde 90’ı Müslüman ve Tanzanya’nın geneline göre daha muhafazakar insanlar. Müslümanlık, Zanzibar’a işgal zamanında gelmiş. İngiliz sömürgesi olan Umman, Zanzibar’ı işgal edince hem halkı İngilizlerin önderliğinde köle olarak satmış hem de Müslümanlığı öğretmiş. İngilizler daha sonra köleliği getirdikleri ülkede köleliğin yasaklanmasına da öncülük etmiş ama bana sorsanız yaşananların telafisi sayılamaz tabii ki.

Müze turumuzdan sonra adanın en güneyinde olan Nungwi şehrine doğru yola çıktık ve Hilton Oteli’nde kapıda sıcak kurabiyelerle karşılanınca moraller derhal düzeldi. Ne yeriz diye korkup kilo alarak döndüğümüz Zanzibar’da, özellikle baharat turu ve dalış yapılması gereken aktiviteler arasında.

Baharat turunda kahve ağaçları, vanilya, tarçın, karanfil, kakule, zencefil gibi birçok bitkiyi görüp değişik meyveleri tattık; bolca kahve ve değişik çaylar satın aldık. Ayrıca abanoz ağacından hediyelik levhalara da isminizi yazdırabilirsiniz.

Ve son olarak… Sizi, yunuslarla yüzmeniz vaat edilerek yunus turuna götürmek isterlerse dikkatli olun. Küçücük balıkçı teknesinde okyanus dalgalarıyla 3 saat boğuşup; mideniz ağzınızda, hiç yunus göremeden güneş yanıklarıyla baş başa kalabilme ihtimaliniz çok yüksek, bizden söylemesi!

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

NASIL ARANDI: #Tanzanya # KRT Design #

YORUMLAR
Yaptığınız yorumlar editör onayından geçmektedir.