Bu sayıda eşim Ömer Tan ve Acurman Ailesi (Hüseyin-Canan Acurman) ile önceki yıllarda bir eylül ayında gerçekleştirdiğimiz, üç gün diye yola çıkıp dört gün süren maceralı Rodos Adası seyahatiyle karşınızdayım. Yaşadığımız bu stresli ve tekdüze günlere renk katması dileğiyle, keyifli okumalar.
On İki Ada’nın en büyüğü ve idari merkezi olan Rodos (Rhodes); Ege Denizi’nin güney doğusunda yer alan; iklimi, tarihi, güzel ve temiz plajları, geleneksel mutfağı, gece hayatıyla Yunan adaları içinde en çok ziyaret edilen; ziyaretçilerini kendisine hayran bırakan dünyaca ünlü adalardan biri olma özelliğini taşıyor. Yeri gelmişken bahsetmekte fayda var; diğer adıyla ‘Menteşe’ olarak da adlandırılan On İki Ada (The Dodecanese), sayı olarak 12 adadan oluştuğu için değil, yönetim şeklinden dolayı bu ismi almış. Osmanlı Devleti, fethettiği ve 400 yıl hüküm sürdüğü bu bölgede bir yönetim şekli kurmuş ve 12 kişiden oluşan bir heyeti bu yönetimin sorumlusu olarak görevlendirmiş. Bir süre sonra bu bölge, yöneticilerin kişi sayısından dolayı ‘On İki Ada’ olarak anılmaya başlanmış ve bu isim bugüne kadar gelmiş. Aslında On İki Ada; Güneydoğu Ege Denizi ve Doğu Akdeniz’de 15 büyük ve 150 küçük ada ile kara parçalarından oluşan bir grup. 26’sı ülkemiz kıyıları açıklarında bulunan bu ada grubu, Girit Denizi’nin doğu sınırını tanımlıyor.
Rodos’a İstanbul’dan, Ege’den hava yolu ile gidilebildiği gibi deniz yoluyla da gidiliyor. Marmaris ilçesinde yer alan Bozburun Yarımadası’na 18 km. uzaklıkta olan Rodos’a deniz yoluyla (hızlı katamaran ya da feribotla) gitmek özellikle Ege’de yaşayanlar için uygun bir ulaşım şekli. Marmaris Limanı’ndan kalkan feribotla yaklaşık 1 saat, Fethiye’den 1,5 saat, Bodrum’dan 2,5 saat süren bir yolculukla Rodos’a ulaşılabiliyor.
Eğer Yunanistan anakarasına gezmeye gittiyseniz ve oradan Rodos’a geçecekseniz; Atina’dan ya da Selanik‘ten iç hat uçuşları ile Rodos Diagoras Uluslararası Havalimanı’na inebilirsiniz. Yunanistan’ın yoğun olarak kullanılan havaalanlarından biri olan Diagoras, şehir merkezine 15 km uzaklıkta. Atina’dan feribot yerine uçakla gitmek daha mantıklı zira Atina’dan feribotla 16 saat süren yolculuk, uçakla bir saat sürüyor ve fiyat olarak daha ucuza geliyor. Ayrıca Rodos’u, pandemiden sonra Ege adalarını gezen cruise gemileriyle de gezebilirsiniz.
Rodos, 2 bin 500 yıllık tarihi nedeniyle sadece deniz tatili için değil kültürel amaçlı da gidilen, bu yüzden yılın her mevsimi ziyaret edilen bir ada. Akdeniz ikliminin bütün özelliklerini taşıyan ada, yılın büyük bir kısmında güneşli. Kışın sıcaklık ortalaması 14 derece ve çok yağışlı, yaz aylarında ise sıcaklık 30 derece civarlarında ve kurak geçiyor. Nisan- kasım ayları Rodos’a gitmek için uygun zamanlar ama en sıcak geçen dönem haziran ortasından eylülün ikinci haftasına kadar sürüyor. Sıcaktan ve kalabalıktan çok hoşlanmayanlar, bu ayları tercih etmemeli…
Yunanistan, Avrupa Birliği’ne üye bir ülke olduğundan eğer yeşil pasaporta sahip değilseniz, adalarından birine geçmek için Schengen vizesi gerekiyor. Schengen vizesi olmayanlar için bir seçenek daha var; günübirlik ya da kısa süreli gezilerde gümrük kapısında geçici vize (kapı vizesi) alabilirsiniz. Bu vize bildiğim kadarıyla diğer Yunan adalarında geçmiyor, sadece Rodos için geçerli oluyor ve gün sayısı kısıtlı. Kapı vizesi için internetten indirdiğiniz ya da bilet aldığınız şirketin gönderdiği evrakları doldurarak, birkaç gün öncesinden başvuru yapmanız gerekiyor. Deniz yoluyla giderken yurt dışı çıkış harcının yanı sıra liman vergileri de ödeniyor ancak günübirlik seyahat edenler Rodos dönüşünde vergi ödemiyor.
Biz Rodos’a havayolu ile gitmek yerine Marmaris’ten feribotla geçmeyi tercih ettik. Biletlerimizi internetten aldık, vergilerimizi önceden ödedik. Özellikle bayram tatili gibi yoğun günlerde feribot biletlerini önceden almak, vergi ve harçları ödemek, sırada bekleyip strese girmekten kurtarıyor, zaman kazandırıyor. Bir de havaalanında olduğu gibi feribot kalkmadan bir saat önce gümrük işlemleri için limanda hazır bulunmak gerekiyor.
Bir saat süren keyifli bir deniz yolculuğundan sonra adanın kuzey ucunda bulunan merkez şehri Rodos’a yaklaşırken, görkemli bir kale manzarası karşıladı bizi. Rodos Adası, Ege Denizi’nin Doğu Akdeniz’e açılan kapısı olduğu için stratejik konumu nedeniyle asırlar boyu savaşlara ve kuşatmalara maruz kalmış, çeşitli medeniyetler barındırmış. Rodos Kalesi ilk olarak 7. Yüzyıl’da Bizanslılar tarafından bir hisar olarak inşa edilmiş, 14. Yüzyıl’da tapınak şövalyeleri denilen St. Jean Şövalyeleri tarafından güçlendirilmiş ve şu andaki şeklini almış.
Gümrükten geçtikten sonra araba kiralayarak, internetten bulup yer ayırttığımız otelimize (Hotel Savoy) gittik. Aslında Rodos Adası içinde toplu taşımayla bir yerden bir yere gitmek kolay ve fiyatlar uygun, adanın tamamını otobüslerle dolaşmak da mümkün ama dört kişiyseniz ve tatiliniz kısaysa araba kiralamak daha mantıklı.
Hotel Savoy’u, Rodos şehrinin merkezinde, Ortaçağ’dan kalma kasabaya ve Grand Master Sarayı’na yürüme mesafesinde olduğu için tercih etmiştik. Çok lüks bir otel değildi ama temiz ve aynı zamanda Rodos’un ünlü plajlarından biri olan Elli Plajı’na 400 metre mesafedeydi. Böylece odamıza yerleştikten sonra seyahate çıkmadan önce belirlediğimiz ‘Rodos’ta gezilecek, görülecek yerler’i keşfetmeye otelimize yürüme mesafesindeki Elli Plajı’ndan başladık. Rodos’taki onlarca plajdan biri olan Elli Plajı kalabalık olmasına rağmen gayet temiz, deniz pırıl pırıldı. Şezlong ve şemsiyeler ücretli ama plajda çok fazla zaman geçirmeyecekseniz kiralamak zorunda değilsiniz, havlunuzu kumsala serip oturabilirsiniz de ancak uzun kalacaksanız şezlong gerekir zira sahil kum değil çakıl… Duş ve kabinler ücretsiz, plaj işletmesinden yiyecek, içecek de temin edebiliyorsunuz yani tüm gününüzü plajda geçirebilirsiniz. Plajda birkaç saat geçirdikten sonra yine yürüme mesafesindeki hediyelik eşya satan küçük dükkanların, butiklerin olduğu ara sokaklarda dolaştık, geleneksel Akdeniz mimarisiyle yapılmış çok sevimli bir restoran bulduk (Koykos). Otantik, güzel ve samimi bir ortamda, Yunan ezgileri eşliğinde yemeğimizi yedik. Biz akşam yemeği için erken bir saatte gitmiş olmalıydık ki restoran neredeyse bomboştu. Hizmet iyi, bizimle ilgilenen garson kız güler yüzlü idi. Sipariş ettiğimiz deniz mahsulleri de taze ve lezzetliydi.
Otelimize sahil şeridini turlayarak gittik. Geç vakit olmasına rağmen sokaklar hareketli ve oldukça renkliydi. Tavernalar, barlar, kulüplerle dolu olan Rodos’un gece hayatı ile ünlü olması boşuna değilmiş.
Ertesi gün gezimize Rodos’un Old Town (Eski Şehir) denilen bölümünden başladık. Rodos şehri ‘Eski Şehir’ ve ‘Yeni Şehir’ olmak üzere ikiye ayrılıyor. Ziyaretçiler tarafından görülmesi en çok tavsiye edilen Old Town’ın, Avrupa’nın en iyi korunmuş Ortaçağ kentlerinden biri olduğu söyleniyor. Hipokrat Meydanı ve uzun çarşısı her zaman kalabalık ve hareketli. Ortaçağın izlerini taşıyan dar sokaklarda; deri ve deri ürünlerinin, geleneksel kıyafetlerin, el yapımı şarapların satıldığı çok sayıda hediyelik eşya dükkanı var. Yüksek duvarları ve görkemli surlarıyla bugüne kadar direnen kalenin içine girdiğinizde ise her an karşınıza atlı bir şövalye çıkacakmış gibi hissediyorsunuz. Palace of Grand Masters (Büyük Üstatlar Sarayı) yani şövalyelerin yaşadığı mekan artık bir müzeye çevrilmiş, burayı ve labirent gibi sokakları turlarken, Ortaçağ filmi çekilen bir film stüdyosundasınız sanki.
Eski Şehir’in önemli caddelerinden biri olan Socratous Caddesi’nde, Osmanlı mimarisi dikkatimizi çekiyor. Kanuni, Rodos’u altı ay süren uzun bir kuşatmadan sonra alıp şövalyeleri Malta Adası’na sürdükten sonra Osmanlı, Rodos’ta dört asır hüküm sürmüş ve değerli eserler bırakmış. Süleymaniye Camii, Sultan Mustafa Camii, İbrahim Paşa Camii, Ağa Camii, Hafız Ahmet Ağa Kütüphanesi, Fethi Paşa Saat Kulesi, Mustafa Paşa Hamamı, 300 yıllık Türk Kahvehanesi, Osmanlı döneminden kalan ve en çok ilgi gören eserler. Zamanla şehir büyüdükçe eski ve yeni şehir iç içe geçmeye başlamış. Tarihi bir binanın yanında yüksek katlı binaları da görebiliyorsunuz ama turizmle geçinen ada sakinleri tarihi dokuya sahip çıkmış, korumuş diyebiliriz.
Old Town’da epey zaman geçirdik. Öyle ki Antik Çağ’ın yedi harikasından biri olarak kabul edilen Rodos Heykeli’ni simgeleyen iki geyik heykelinin bulunduğu Mandraki Limanı’na vardığımızda, hava kararmaya başlamıştı. Heykelin; adanın ilk sakinlerinden Dorlar tarafından zafer anıtı olarak güneş tanrısı Helios’a şükranlarını sunmak için yapıldığı, 50 yıl kadar ayakta kaldıktan sonra bir depremde yıkılarak yok olduğu efsanesi tüm dünyaca biliniyor. Tunçtan yapılmış 32 metre yüksekliğindeki Rodos Heykeli’nin ayaklarının bastığı düşünülen yerlerde bugün Elefos ve Elefina adlı iki geyik heykeli görülüyor. Mandraki Limanı’nda, Aziz Nicholas Kalesi de günümüzde tüm görkemiyle deniz feneri olarak hizmet vermeye devam ediyor. Akşam yemeği için bir meydanın etrafını çeviren küçük tavernaların olduğu sokak ve müzisyenlerin yaptığı müzik dikkatimizi çekti, burada yemek istedik. Türk olduğumuzu öğrenen müzisyenler Türkçe şarkı performanslarını göstermek için adeta yarıştılar.
Üçüncü ve tatilimizin son günü görmek istediğimiz çok yer vardı ve kahvaltımızı erkenden yapıp yola revan olduk. Adaya geldiğimizde turizm bürosundan aldığımız haritayı takip ederek Kelebekler Vadisi, Seven Springs Waterfall (Yedi Pınarlar) gibi Rodos’un doğal güzelliklerinde mola verip hakkını teslim ettikten sonra meşhur Anthony Quinn Plajı’na gittik. Ünlü aktörün oynadığı ‘The Guns of Navarone (Navaron’un Topları)’ filmi burada çekilmiş. Bir rivayete göre Quinn’in burayı çok beğendiği için koyu satın aldığı, başka bir rivayete göre de Yunan hükümetinin hediye ettiği söyleniyor. Küçük bir plaj ama çam ağaçlarının yeşili ile denizin mavisinin iç içe geçerek görsel bir şölene dönüştüğü bir yer. Koyda bir müddet yüzerek, film sahnelerini anımsamaya çalıştık.
Zamanımız az, görülecek yer çok olduğu için kiraladığımız arabayla dağ bayır dolaşırken Kritinia adlı bir köye rastladık. Bu köy Türk yönetimi sırasında Girit’ten kaçan bazı aileler tarafından kurulmuş. Kritinia’nın yukarısındaki kale de köy sakinlerini Osmanlı Donanması’nın saldırılarından korumak için inşa edilmiş. Buraya kadar gelmişken kaleye çıkalım dedik. İyi ki de çıkmışız zira uçsuz bucaksız müthiş manzara karşısında nutkumuz tutuldu. Kalede bizden başka kimse yoktu. Telefondan zeybek müziği açarak bu güzel manzaraya karşı bir harmandalı oynayıp, atalarımızı yad ettik.
Sırada, Rodos’tan sonra adanın en önemli yerleşim yeri olan, güneydoğu sahilindeki Lindos şehri vardı. Lindos’a doğru giderken yol kenarında yine aklımızı çelen otantik bir yapı çıktı karşımıza. Burası zeytinyağı, bal, meyve şarapları vb. gibi ürünleri üreten ve satan küçük, geleneksel bir tesisti. Hediyelik bir şeyler satın alıp, tesisi gezdik. Büyüleyici pastoral manzaraya karşı oturup, kekik ve pulbiber ile tatlandırılmış zeytinyağının, sarımsaklı ekmeklerin, salamura edilmiş yeşil zeytinlerin, ev yapımı şarabın tadına bakarken; Theokritos’un şiirlerini yazarken nereden ilham aldığını görmüş olduk.
Rodos’un en güzel plajlarından biri olan Lindos, seyretmeye doyamayacağınız pitoresk bir manzaraya sahip küçük bir koy. Masmavi bir deniz ve güzel bir kumsala sahip. Arabayı yukarıda bırakıp yürüyerek plaja indik. Aynı zamanda sadece Rodos’un değil Yunanistan’ın en önemli tarihi değerlerinden biri olan Akropol burada. M.Ö. 10. Yüzyıl’da Dorlar tarafından kurulan Akropol’e ulaşmak için epey yürümek ve tırmanmak gerekiyor. Belli bir noktaya kadar eşeklerle de çıkılabiliyormuş. Akropol’de, Athena Lindia Tapınağı, 20 sütunlu Helenistik stoa, kiliseler, tiyatro ve antik mezarlar gibi önemli kalıntılar mevcut. Aslında içimde kaldı ama uzaktan bakıp fotoğraf çekmekle yetindik. Çünkü deniz çok güzel görünüyordu ve denize girmeyi tercih ettik.
Lindos Plajı’ndan sonra yürüyerek yine tertemiz, turkuaz suları olan St. Paul’s Plajı’na gittik. St. Paul’s Plajı, iki küçük dere ve sonunda küçük bir kiliseden (Şapel) oluşuyor. Plajın ismini aldığı Aziz Paul’un, Rodoslular’a Hıristiyanlığı öğretmek için M.S. 51’de buraya geldiğine inanılıyor. Koyun sağındaki yamaçta bulunan küçük kilise çok popülermiş ve burada çok sık düğün dernek yapılıyormuş. Bunu kanıtlarcasına plajda kaldığımız bir saat içinde iki nikaha şahit olduk. Böylece ilk defa yüzerek düğüne katılmış olduk. Hava kararmaya başlamadan Lindos’un meşhur beyaz evlerini ve sokaklarını görmek için istemeye istemeye denizden çıktık. Mavi ve beyazın ağırlıklı olduğu dar sokaklarda sağlı sollu, seramik, takı, hediyelik eşya dükkanları, taverna ve barları ile renkli ve hareketli bir köy Lindos. Akşam yemeğimizi Yunanca ve Türkçe şarkılar söyleyen bir gitarist eşliğinde yine geleneksel bir tavernada yedikten sonra Rodos’a doğru yola çıktık.
Ertesi gün sabah erkenden limanda olmamız gerekiyordu. Sabah otelden çıkışımızı yaptık, kiraladığımız aracı geri verdik ve feribotun kalkış saatinden bir saat önce olması gerektiği gibi limandaydık. Hava yağışlı ve rüzgarlıydı ama sorun etmedik nasılsa tatilimiz bitmiş, geri dönüyorduk. Feribotun kalkmasına çok az kalmasına rağmen bir türlü gümrük açılmıyordu. Liman iyice kalabalıklaştı, herkes mırıldanmaya başladı. En sonunda hava muhalefeti (fırtına) nedeniyle tüm gün feribotların iptal edildiği anonsu yapıldı. Şaşkın bir vaziyette otelimize geri döndük ancak otelde yer yoktu. Zar zor Lydia Otel’de yer bulduk ve yerleştik. Sahile indik, müthiş bir fırtına esiyor, her şeyi uçuruyor, deniz inanılmaz dalgalı. Rodos Akvaryumu’na girelim dedik, kapalıydı. Tekrar araba kiralayıp, adanın gitmediğimiz bölümlerine gitmeye karar verdik. Rastgele dolaşırken karşımıza çıkan bir manastırı gezdik. Adanın güneyine kadar gittik. Yolda gördüğümüz ‘Plimiri Plajı Balık Restoranı’ tabelasını takip ederek bulduğumuz salaş bir restoranda yemek yedik. Restoran salaştı ama arka bahçesindeki şapel ve kalıntılar inanılmazdı. Rodos Adası’nın neresine giderseniz gidin, her tarafında tarih yatıyor. Plimiri sahilinde, Rodos’tan aldığımız şemsiyelerimizi açarak, rüzgarın şemsiyelerimizi açıp kapatmasını bir oyun haline getirip çocuklar gibi güldük, eğlendik. Sonuçta olumsuz bir olayı, olumlu hale getirmek insanın kendi elindedir. Biz de somurtup bir köşede oturacağımıza, durumu eğlenceli hale getirdik. Rodos tatilimizin her anı çok güzeldi ama hafızamıza en çok da o neşeli anlar kazındı. Ertesi gün hava şartlarının biraz düzelmesiyle evimize dönmek üzere hızlı katamarana bindik ve yağmurlu bir Rodos’u geride bırakarak yola çıktık.
Bu kısacık zaman diliminde Rodos’ta görülmesi gereken çoğu yeri gezdik, gördük. Ancak birkaç eksik kaldı. Rodos’a tekrar gidersek yapılacaklar listesine ekledim:
• Cam tabanlı teknelerle yapılan tura katılmak,
• Ortaçağ Gül Festivali’ne katılmak,
• Lindos Acropolis (Lindos Akropolü)’e tırmanmak,
• Kamiros’un ve Lalysos’un antik kentlerini görmek.
Tekrar seyahat edebilmek dileğiyle, sağlıkla kalın.
NASIL ARANDI: #müzeyyentopçutan #ömertan #dişhekimi #rodos #onikiada #geziyazısı #geziyazarı #gezi #tatil #rota #mekan #öneri
İsveç ve Rus etkisiyle şekillenmiş kültürü, sanatı ve mutluluk endeksi ile gıpta edilen; tertemiz, yemyeşil ormanları, masmavi denizi ve üç yüz küsur adası ile güzel bir coğrafyaya sahip olan Helsinki, soğuk iklimine rağmen Kuzey Avrupa’da en yaşanabilir şehirlerinden biri olarak kabul ediliyor.
Antik dönemde zengin, güçlü bir şehir devleti ve kültür merkezi olan Samos; dünyaca ünlü filozofların doğduğu, birçok uygarlığa ev sahipliği yapmış tarihi bir bölge olmasının yanı sıra temiz ve güzel sahilleri, bölgeye özgü yemekleri, şarapları, tavernaları ve doğal güzellikleri ile ziyaret edilmeyi fazlasıyla hak eden bir lokasyon. Hem deniz hem de kültür tatilini birlikte yapmak isteyenler için ideal bir seçim.
Balkanlarda gezilecek yerler arasında en popüler rotalardan biri olan Üsküp, tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış kadim bir şehir. Tarihi eserlerinin yanı sıra doğal güzellikleriyle de kendini kanıtlayan Üsküp’ü gezerken, Osmanlı’dan kalan izler nedeniyle kendinizi zaman zaman Anadolu’da bir şehirde hissedecek, damak tadımıza uygun yemekleri sayesinde de hiç yabancılık çekmeyeceksiniz, Bir de baktığınız her yerde devasa heykellere rastlayacaksınız.
Yunanistan’ın en iyi korunmuş tarihi şehri unvanına sahip İskeçe’de her yıl şubat sonu- mart başına denk gelen zaman diliminde yapılan renkli karnavala dünyanın her yerinden genç, yaşlı binlerce kişi katılıyor. Yunanistan’ın ve Balkanların en renkli karnavalı olan; müzik, dans, kültür ve eğlence dolu etkinlikleri kapsayan İskeçe Karnavalı, Yunanistan’ın turizm ekonomisine de ciddi katkı sağlıyor.
Doğal ve tarihi güzelliklerinin yanı sıra üniversitesi, sıcak su kaplıcaları, festivalleri ve her sokakta karşınıza çıkan, bakmaya doyamayacağınız güzellikte ArtNouveau ve Neoklasik tarzdaki binalarıyla mutlaka görülmesi gereken bir şehir…
Son yıllarda trend olan ‘Noel Pazarı’ turlarını merak ediyorsanız, alternatif olarak Yunanistan’ın Drama şehrindeki ‘Noel Baba Köyü’ ya da ‘Drama’nın Rüya Şehri’ diye adlandırılan tema parkı ziyaret edebilirsiniz
Başta büyük önderimiz Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere II. Meşrutiyet, İttihat Terakki ve Cumhuriyet döneminin önde gelen asker ve siyasilerini yetiştiren Askeri İdadi’nin de bulunduğu Manastır’ı gezmenin tam zamanı…
Makedonya’nın en güzel şehri, en önemli turizm merkezi olan ve 1979’da UNESCO tarafından Dünya Kültürel Miras Listesi’ne alınan Ohrid; arkeolojik eserleri, kalesi, camileri, kiliseleri ve çok kültürlü yaşamın izlerini taşıyan tarihi geçmişiyle tam bir kültür hazinesi…
Yüzyıllardır ayakta kalan tarihi dokuya tanık olmak; rengarenk, cumbalı, asırlık evlerin bulunduğu Arnavut taşlı dar sokaklarda yürürken geçmişe yolculuk yapmak; pırıl pırıl denizde yüzmek, tertemiz plajlarda güneşlenmek, taze deniz mahsullerinin tadına varmak Kavala’da mümkün
Yemyeşil dağları, tertemiz plajları, çekici körfezleri, tarihi, fosil ormanları ve gastronomisi ile aradığınız her şeyi bir arada bulabileceğiniz Midilli; her zevke hitap eden bir ada…
Doğa harikası manzaraları, gizemli mağaraları, Ortaçağ’dan kalma görkemli yapıları ile gezginlerin en çok görmek istediği ülkelerden biri olan Slovenya; ekolojisi ve sürdürülebilirliği ile Avrupa’nın en yeşil, en temiz ülkesi
Konumu nedeniyle Birleşik Krallık ve İngiltere için stratejik bir öneme sahip olan Birmingham, nüfusunun yüzde 40’ını oluşturan 25 yaş altındakiler ile Avrupa’nın en genç şehri olarak biliniyor
Dünyanın ilk sağlık merkezi, ilk ve en büyük sunağı, ilk parşömen üretimi, ilk Asya kütüphanesi ve en dik tiyatrosu ile antik dünyada tarihe yön veren, ilkleriyle ünlü bir şehir; Bergama…
Dünyanın en çok ziyaret edilen şehirlerinden biri olan Paris’i gezerken kendinizi adeta bir açık hava müzesinde hissedeceksiniz
Paris, sadece Fransa’nın değil aynı zamanda sanatın, kültürün, modanın, finansın, gastronominin de başkenti. Paris denilince akla; moda, sanat, görkemli tarihi yapılar, parfüm ve kozmetik geliyor
Kanuni Sultan Süleyman tarafından Drava Nehri üzerine yaptırılan, İstanbul’dan Budapeşte’ye giden yolu kısaltan, o dönem dünyanın sekizinci harikası olarak adlandırılan köprü sonrasında yok edilmiş olsa da Osijek görülmeye değer bir şehir
Dünyanın en güzel şehirlerinden biri Barselona… Egzotik, fantastik, büyüleyici ve masalsı yapıları, zengin kültürünü yansıtan müzeleri, hareketli sokakları, lezzetli yemekleri ve eğlenceli gece hayatıyla sizi büyüleyecek
Küçük olmasına rağmen uluslararası film festivali, karnavalları, plajları ve marjinal gece hayatı ile son yıllarda Mikonos, İbiza ve Saint Tropez ile rekabet edecek kadar güçlü bir şehir: Sitges
Deniz-kum-güneş, spor, tarih, kültür, gastronomi, eğlen- ce... Bir tatilden beklenen her şeyi karşılayan ada: Kos
Yeni yerler keşfetmek, spor yapmak, yüzmek, festivallere katılmak, termal kaplıcalarında tedavi görmek, üzüm bağlarında şarap tatmak isterseniz, 'Macaristan Denizi'ni yani Balaton Gölü’nü ziyaret etmelisiniz
Art Nouveau mimarisinin en güzel örneklerini görmek, doğanın kucağında sakin ve huzurlu bir tatil yapmak isterseniz, Subotica tam size göre
Köklü geçmişi, buram buram tarih ve sanat kokan sokakları, mimarisi, kültürü ve doğal güzellikleriyle ünlü Münih, Salzburg ve Viyana’yı gezerken kendinizi açık hava müzesinde gibi hissedeceksiniz
Neckar Nehri’nin iki yakasına kurulan, Almanya’nın en masalsı ve romantik şehirlerini gezerken, Ortaçağ’a doğru zaman yolculuğuna çıkacaksınız
Swansea, Britanya’nın ve Galler’in en güzel kumsallarına, plajlarına ve görkemli yamaçlarına sahip doğa harikası bir şehir
Londra, İngiltere’nin ve dünyanın en önemli iş ve finans merkezi olduğu kadar turizm açısından da en çok ziyaretçi çeken, en hareketli kenti
Berlin, her ne kadar II. Dünya Savaşı’nda bombalarla yerle bir edilmiş olsa da kendini toparlamış; tarihi, siyasi rolü, kültür-sanatı ve doğası ile de Avrupa’nın göz bebeği olmayı başarmış
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün aramızdan ayrılışının yıl dönümünde, doğduğu şehir Selanik’e ve doğduğu eve gitmeye ne dersiniz?
Yaz bitti, çoktan… Sonbaharı da ortaladık. İşlerinizin yoğunluğundan ya da başka sebeplerden dolayı henüz tatil yapamadıysanız; ekim ayında çıkacağınız en güzel tatillerden biri belki de ‘Gemiyle Adriyatik’ gezisi olabilir. Tabii denizden ve gemi yolculuğundan hoşlanıyorsanız…
Yakın bir yurt dışı tatili istiyorsanız; tarihi dokusu, göz alıcı dağları, yemyeşil parkları, altın sarısı kumsalları, zengin mutfağı ve sıcakkanlı insanlarıyla Bulgaristan sizi bekliyor
Thassos; muhteşem kumsalları, turkuaz rengi denizi, resmedilmeye değer köyleri, tarihi yapısı ve eğlence hayatıyla bir tatilde aradığınız her şeyi size sunmaya hazır
Dünya üzerinde sakız ağaçlarının yetiştiği ve damla sakızı üretiminin yapıldığı tek yer olan Sakız Adası hem köklü tarihi hem de doğal güzellikleriyle ziyaretçilerini büyülüyor
Masmavi ve berrak denizi, bembeyaz kumsalları, birbirinden güzel plajlarıyla meşhur Sardunya Adası, tarihte birçok medeniyete ev sahipliği yaptığı için kültürel gezileri tercih edenlerin de uğrak yeri
Kanarya Adaları'nın en büyüğü Tenerife; muhteşem denizi, birbirinden güzel plajları, doğal güzellikleri hatta eğlenceli karnavallarıyla heyecan dolu bir tatil arayanların adresi...