Sanat aşkı…
Sanat aşkı farklıdır. Herkesin bileceği bir sevgi değildir.
Gerçekten sanatı çok seviyorsan bilirsin bu duyguyu.
Ben bu zamana kadar birçok sanat âşığı tanıdım.
O kişilerden biri de Hülya Karakaş. Hülya Abla hem tiyatro oyuncusu, hem tiyatro oyunu yönetmeni, hem de tiyatro oyunu yazarı.
Ayrıca bir sinema oyuncusu. Röportajda kendisinin belirttiği gibi, “Kendi yazdığın oyunu yönetmek zor! Hem yazıp hem oynamak zor ötesi!”
Hülya Abla, üçünü de yapıyor. Ama bu durumdan hiç sıkılmıyor belli ki. Biz bunu, yazdığı oyunların içtenliğinden, oyunculuğunun gerçekçiliğinden anlayabiliriz. Siz zaten Hülya Karakaş’ı tanıyorsunuz.
Daha yakından tanıyabilmeniz için özetleyeyim kim olduğunu:
Vakit kaybetmeyelim isterseniz. Hülya Karakaş’ı daha yakından tanımak için Hülya Abla ile yaptığım röportajı okuyunuz efendim.
Tiyatro oyuncusu ve yönetmeniyim. Şehir Tiyatroları sanatçısıyım. Kurucusu olduğum "Komşuda Tiyatro" adında bir tiyatro grubum var. Tiyatro oyunu yazıyorum. "Shakespeare'in Kerimeleri" ve "Olur Böyle Şeyler" adlı iki oyunum kitap olarak basıldı. "Olur Böyle Şeyler" oyunu, "Eskişehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Sevda Şener Oyun Yazma Yarışması"nda "Övgüye Değer Ödülü" kazandı.
Taşra’da yetişen bir kız çocuğunun radyonun büyülü dünyasına sığınması ile başladı her şey. "Radyo Tiyatrosu" dinleyerek başladı oyunculuk; hevesle başlayan düş sonunda gerçeğim oldu. Benim çocukluğumda, bizleri yönlendiren, teşvik eden, küçücük dünyamıza özgüven aşılayan, güzel yürekli, akıllı öğretmenlerimiz vardı. Benim hayatımı da lise yıllarımdaki edebiyat öğretmenim Enver Karagöz değiştirdi. Bendeki yeteneği keşfedip yönlendirdi. Sınıfta şiirler okuturdu, tiyatro koluna aldı beni. Edebiyata düşkünlüğümü ortaya çıkardı. Çocukken daha çok yazardım. Keşke o yıllarda yazdığım şiirleri, hikâyeleri saklasaymışım! Israrlı, pes etmeyen bir karaktere sahiptim. Sanat yolculuğunda hiç geri adım atmadım, duraklarda inmedim, yoluma durmadan devam ettim. "İki kalas bir heves" tanımının en gerçek karşılığı, tiyatronun aslında iki kalas üzerine oturmayan, hevesle aşılamayacak bir iş olduğunu da tiyatroyu meslek olarak seçmeye karar verdiğimde anladım. Hâlâ öğreniyorum, hâlâ deli gibi çalışıyorum.
Kendi yazdığın oyunu yönetmek zor! Hem yazıp hem oynamak zor ötesi! "Shakespeare'in Kerimeleri" oyununu koşullar gerektirdiği için yönettim. Başkası yönetecekti, olmadı. Mecburen yönettim. Küçük tiyatrolarda öyle yönetmen bulma lüksü olmuyor insanın! Bundan sonra yazdığım oyunları yönetir miyim, emin değilim. Yapmam galiba. Başkaları sahnelesin, ben seyirci olma keyfini yaşayayım istiyorum.
Belli bir kuralı yok. Hiç basılmamış ama sahnelenmiş çok başarılı oyunlar da var. Bir oyun kitabının basılmış olması oyunun tanıtımı açısından faydalı.
Masal dinlemeyi severim, yazmayı beceremem. Oyun yazmadan önce hikâye yazıyordum. Bazı edebiyat dergilerinde basılmış hikâyelerim de var. Belki de o hikâyeler sayesinde oyun yazmaya başladım. Tiyatrocu, özünde zaten hikâye anlatıcısıdır.
Oyunlarımın konusunu Türkiye gündemi belirliyor. Yaşadığım coğrafya beni etkiliyor, toplumsal olaylara bakış açımı belirliyor. Mizahın gücünden faydalanıyorum. Dilim, mizaha daha yatkın. Mizahla ifade etmeyi seviyorum. Sosyal hayatımda da böyle biriyim. Her şeye gülmüyorum, güldürmeye çalışmıyorum elbette; ülkede yaşanan birçok şey acı verici. Trajik! Trajediden komedi doğuyor işte! "Shakespeare'in Kerimeleri"nin tarzı hiciv. 2013- 2016 yılları arasında Türkiye'de yaşanan acı dönemi hicvettim. "Olur Böyle Şeyler" Kanun Hükmünde Kararnameler ile işten atılan akademisyenleri, "Kara Komedi" ile anlattım.
Tiyatro, çok severek yaptığım mesleğim. Bu ülkede, işini severek yapan, şanslı insanlardan biriyim.
Rol, sürprizli bir şey benim için. Bazen üç yıl beklemem gerekiyor bir rol karakterini sevmem için. Bulduğum an yakasını bırakmam. Gençlik yıllarımda vardı öyle heveslerim, şimdi pek yok. Komedi seviyorum, oynamaktan keyif alacağım, iyi yazılmış komedi kadın karakterleri ilgimi çekiyor.
Tiyatro, hayatı anlatan bir sanat. Hayatta yaşanan gerçekleri, komiklikleri, acıları, sorunları, kısacası insana dair ne varsa, bütün hikayeleri, insan aracılığıyla yine insana anlatıyor. Birbirinden beş metre farkla durdukları yerde biri oynuyor, diğeri de yine kendine ait hikâyeyi dinliyor. Seven bu sebeple sever tiyatroyu, çünkü o an oynanır, aynı anda da seyredilir. Sevmeyen de bu yüzden sevmez, o an oynanmasından, aynı anda seyretmekten hoşlanmaz, yapay bulur. Tiyatro, tartıştırır, yönlendirir, mutlu eder, mutsuz eder. Tek bir bütüne bağlı kalmaz. Heykel objesi gibi bir yerde durmaz, değişkendir; resim kadar uzak değildir, bir alkışla mutlu olur. Yazı gibi yalnız değildir, çoğuldur, sosyal bir sanattır. Tiyatro güzelliğin yansımasıdır. Yeter ki iyi ve samimi yapılsın, tadından yenmez. Tiyatroyu, belki de sadece tiyatrocular herkesten daha çok seviyor!
Keşke daha çok oyun yapabilsem, daha çok belgesel film çekebilsem kadın oyuncularla ilgili. Türk Tiyatrosu'nun belge ve arşiv sıkıntısı var. Geçmişimizi, tarihimizi koruyan bir toplum değiliz. Yaşadıktan sonra hemen unutuyoruz, oysa Batı toplumları, hafızaya kaydediyor. Kayıt, belge, bilgi yarınlara ulaşması açısından kıymetli. Biraz da bu niyetle yola çıktım. Kendimle gurur duyduğum işlerimden biridir. İyi ki yapmışım. Türk Tiyatrosu'na imza atmış, çok değerli, 40 kadın oyuncuyla konuştum, onların hafızalarını kayıt altına aldım. "İstanbul'un Kadınları/ Sahnelerin Sultanları" tiyatro sanatının en önemli belgelerinden biridir.
Tiyatro, topluma ayna tutuyorsa, bu ayna tiyatro tarihi boyunca kadınları ne kadar yansıtabilmiştir? Kadın oyuncularla ilgili belgesel çekme fikri bu soruya yanıt ararken ortaya çıktı. Ciltler dolusu kitaplar yazılması gereken bir konuyu bir belgeselle anlatmak zor elbette, ama ne olursa olsun, her yöntemi deneyerek anlatmak gerekli. Antik Yunan Dönemi'nde kadın oyuncuları neden erkeklerin oynadığı, erkek egemen sistemin kadınlar üzerinde kurduğu baskı, Roma ve Bizans Dönemi'nde kadın oyuncuların kadınların açık saçık, eğlence ve cinsel obje olarak kullanılması, geçmiş dönemlerde kadınlara sahnenin neden yasaklandığı, iyi kadın karakterlerinin yazılmaması, kadınlara seyirci olmanın bile yasaklanması gibi soruların hâlâ mantıklı bir açıklaması yoksa, kadın oyuncuların sorunları hâlâ devam ediyor demektir.
Tiyatronun kötü bir yerde olduğunu söyleyemem. Hatta son yıllarda gayet iyi yol aldığını düşünüyorum. Seyirci sayısında hissedilir bir artış var. Yeterli mi, tabii ki hayır. Yine de kötü değil. Tiyatronun dönemleri var. Ülkenin tarihsel gelişiminden, sosyal durumundan önce tiyatro nasibini alıyor. Şimdilik iyi sayılır. Birkaç gün önce Süreyya Karacabey'in "Gelenekselden Batıya Türk Tiyatrosu" makalesini okumaya başladım. Çok kıymetli bilgiler; işte kayıt, belge bu açıdan önemli. "Orta Asya Türklerinin dinlerinin Şamanizm olduğu bilinmektedir. Köy seyirlik oyunlarının bir bölümünde açık bir etkisi olduğu bilinen Şamanizm'i, Türkler, tarihsel gelişmişleri içinde unutsalar da, oyunlar aracılığı ile toplumsal hafızaya yerleştirmişlerdir." vurgusu yapmış Süreyya Karacabey. "Geleneksel Tiyatro" ilgi alanıma girdiği için izini sürüyorum, keşke bu izi sürmekten hiç vazgeçmeseydik. Gelenekselden yaklaşsaydık Batı'ya, Batı taklitçiliği yaparak değil.
Kendi dilimi ve üslubumu oluşturmak için diyebilirim. Eskinin izini sürerek, denenmişten vazgeçmeyerek, yeniye ulaşmak mümkün. Çağ değişiyor, hızlanıyor, yeni kuşağın beklentisi farklılık içeriyor, iyi izlemek, hissetmek lazım. Zorlama bir çaba değil. Yeni şeyler arayışı kendiliğinden oluşuyor galiba.
Tiyatrodan hiç vazgeçmediğime göre elbette tiyatro. Çok daha heyecan verici bir sanat tiyatro. Anı yansıtmak insanı diri tutuyor. Sinemanın da ayrı bir tadı var. İkisi çok ayrı gözüküyor ama oyunculuk ruhu aynı aslında.
Bu aralar çok fazla proje beliriyor kafamda. Hepsine tutkuyla yaklaşıyorum. Bir süre sonra biri diğerini eliyor, sonunda bir ya da ikisi gerçekleşiyor. Bu aralar sadece yazıyorum ve tiyatro sezonunun açılmasını bekliyorum.
NASIL ARANDI: #hülya karakaş # oyuncu # oyun # tiyatro # yazar # yönetmen # bilge çolak # röportaj # sanat # kültür # sinema #