14-12-2024 15:47

Kendi metoduyla şifa dağıtıyor: ELİF AKINCI

2017-12-21    0 Kişi Yorum Yaptı   Eklenme Tarihi: 2017-12-21
.stripslashes($urun->baslik).

RÖPORTAJ: Zeynep AKAR • FOTOĞRAFLAR: İsmail Hakkı TİMUÇİN

Türkiye’de kendi egzersiz metodolojisini oluşturmuş tek fizyoterapist olmanın haklı gururunu yaşayan Elif Akıncı, hastalarına uyguladığı kişiye özel egzersiz programları sayesinde, kısa sürede çok başarılı sonuçlar elde ediyor.

Mesleki başarısının yanı sıra yaptığı seyahatler ve katıldığı televizyon programlarıyla da ülke çapında tanınan Elif Akıncı’nın sıra dışı hikayesini ilgiyle okuyacaksınız.

Elif Hanım, bize biraz kendinizden bahseder misiniz?

Eskişehir doğumluyum. Ailemin işi nedeniyle üniversiteye kadar olan eğitimimi çeşitli illerde tamamladım. Hacettepe Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon bölümünü kazanıp üniversite eğitimim için Ankara’ya gittim, ailem de Ege’ye yerleşti.

Fizik tedavi ve rehabilitasyon üzerine eğitim almak bilinçli bir tercih miydi?

Çocukluk çağında ne kadar bilinçli olunabiliyor ki? Tercih yaparken, annemin üzerimde etkisi oldu. Bilime meraklı bir çocuktum, o zaman başka bir dalda, daha iyi bir bölümde eğitim alabilirim diye düşünüyordum. Bu nedenle ilk zamanlar bölümüme hiç alışamadım. Hatta ilk sene ayrılmayı bile düşündüm, bunun için planlar da yaptım.

Ne gibi planlar?

Ben Anadolu lisesi mezunuyum. İlaveten Amerikan Kültür ve İngiliz Kültür’ü bitirdim. Üniversiteye başladığımda ana dilim gibi İngilizce biliyordum ama okulu o kadar istemedim ki hazırlık sınıfı muafiyet sınavına girmedim. Aileme de ‘sınavı kazanamadım’ dedim. Dolayısıyla, okula hazırlık sınıfından başladım. Amacım, aileme ‘Bakın, ben burada başarısız oluyorum, bu bölüm bana göre değil’i göstermekti.

 

BAŞARISIZ OLMAYACAĞIM!

Sonra?

Okulun, öğrencilerin İngilizce seviyesine göre belirlenmiş hazırlık sınıfları vardı, hiç sınava girmediğim için beni başlangıç seviyesindeki öğrencilerin olduğu C sınıfına yerleştirdiler. 2 hafta sonra, İngilizce hocam benimle özel olarak konuşmak istediğini söyledi ve ‘Elif’ciğim, senden memnun değilim; C sınıfından gitmen lazım. Bütün ahengi bozuyorsun. Bir daha sınava gireceksin, girmezsen seni hazırlıkta bırakırım’ dedi. Mecburen o sınava girdim ve tabii ki geçtim.

Böylece sınıf atladınız…

Evet, yaklaşık 1 ay gecikmeli olarak 1. sınıftan devam etmeye başladım ama bu durum benim açımdan kötü oldu. İlk dersime girdiğimde diğer öğrencilerin anatomi dersinde Latince kelimelerle konuştuğunu gördüm. Sanırsınız herkes Latince öğrenip de gelmiş. Kendimi çok kötü hissettim. Onların epeyce gerisinde kalmıştım. Büyük bir moral bozukluğu yaşadım ve o sene 1. sınıfta kaldım.

Aileye, ‘bakın başarısız oldum’ demek için bir sebep daha bulmuş oldunuz…

Tamam bırakmak istiyorum ama küçüklüğümden beri o kadar başarı odaklı çalışmıştım ki bu sefer bu başarısızlığı kendim hazmedemedim. Bir yandan okulu bırakmak istiyordum ama bir yandan da hırslandım. En sonunda, kendi kendime ‘Okulu bırakırsam kendi isteğimle bırakacağım ama başarısız olduğum için bırakmayacağım’ dedim. O hırsla derslere asıldım, sınıfa yetiştim. Hocaların ‘inek’ olarak adlandırdığı çalışkan tipler vardır ya, işte tam o moda girdim diyebilirim. Neyin ne olduğunu anlayınca bölümümü sevmeye başladım. Stajlarda gerçek hastalarla çalışınca, öğrendiklerimi uygulayıp sonuç alınca, ‘bu işte başarılı olabilirim’ dedim ve korkunç haz duymaya başladım.

 

HARÇLIĞIM BİTSE İSTEYEMEZDİM

Peki, mezun olduktan sonra hayat nasıl devam etti?

Okulun son zamanlarında bir merkezde yarı zamanlı çalışmaya başlamıştım. Mezun olduktan sonra da bir süre devam ettim. Çalışma sistemi sabah saat 09.00, akşam 20.00 şeklindeydi. Öğle yemeği molası da yerine birini bırakmak kaydıyla, 15 dakika. Bir günde 70- 80 hasta alıyordum. Çok yoruluyordum ama ilk senensonunda o hastanenin sorumlu fizyoterapistiydim. Bu şekilde yıllarca çalıştım.

Bu kadar çok çalışmanın meyvelerini çabuk almışsınız…

Çok çalışmadan hiçbir şey olmuyor. Kolay para, kolay unvan, kolay mevki, kolay başarı yok. Dolayısıyla çok çalıştım, halbuki ekonomik olarak buna pek de ihtiyacım yoktu. Ailemin durumu hep çok iyi oldu ama diğer ailelere göre dünya görüşleri çok farklıydı. Çocuklarının her zaman arkasında oldular ama disiplini de elden hiç bırakmadılar. Mesela, harçlığım erken bitse, istemeye cesaret bile edemezdim. İstesen de göndermezlerdi zaten. Her istediğimiz şeyin her an olamayacağını ya da ‘yok’un ne olduğunu öğretmek için çok çalıştıklarını biliyorum.

Ailede biraz dominant bir yapı varmış, sanırım…

Ailem disipliner ve demokratik bir yapıya sahip. Okumak ve kendini geliştirmek ailemizde bir yaşam biçimidir. Özellikle annemi bu konuda örnek aldığımı söylemem gerek. Annem Ankara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi’nde okumuş ve şu an hukuk fakültesi 2.sınıf öğrencisi bir kadın. Benim için okumanın ve öğrenmenin yaştan bağımsız olduğunun canlı bir kanıtı. Annem sayesinde 5 yaşında okuma yazma öğrendim. Okula erken yaşta başladım. Erken yaşta yabancı dil öğrendim. Ortaokul başında tüm dünya klasiklerini bitirmiştim. Felsefe ve bilime ailem sayesinde ilgi duydum. Evde Freud, Stephen Hawkins, Darwin ya da Arthur Schophenhaur konuşabileceğiniz insanlar olması büyük ayrıcalık. Bugün kendimi ‘özgür düşünen ve sınırsız hayal gücüne sahip biri’ olarak tanımlıyorsam, ailem sayesindedir.

 

 

 

 

Akıncı, özel hayatında gerçek bir gezgin. Akıncı, fırsat buldukça dünyayı geziyor ve izlenimlerini ‘Elif’in Yörüngesi’ adlı bloğunda yayınlıyor.

 

SUYUNU İÇEN AYRILAMIYOR

İş hayatınıza geri dönelim mi?

Bir süre Ankara’da kaldıktan sonra eski işverenlerimden biri Bakü’de bir klinik kurduğunu söyledi. Yurt dışı deneyimi olan, dil bilen birine ihtiyacı vardı. Konuştuk, şartlar zordu ama proje beni heyecanlandırdı. Şartlar konusunda mutabık kaldıktan sonra Azerbaycan’a yerleştim. Bir buçuk sene Azerbaycan’da yaşadım. Hastaneyi kurduk, her hekim kendi branşındaki Azeri hekimlere eğitim verdi ve personelin oryantasyonunu sağladı. Azerbaycan günleri benim için zor, yorucu ama çok tecrübe kazandığım bir dönem oldu.

Türkiye’ye dönünce işe nereden başladınız?

Türkiye’ye dönünce, Ankara‘da kalmak istemedim. İstanbul’a gitmeye karar verdim. Ancak tam o dönem, Kocaeli Büyükşehir Belediyesi’nin evde bakım hizmetleri için teklif aldım. Geldim, biraz araştırdım. Baktım, o dönem bu iş doğru dürüst yapılmıyor. Doğrusu, bunun nasıl bir iş olduğunu da merak ettim, İstanbul planını biraz erteleyerek Kocaeli’ye gelmeye karar verdim. O zamanlar İzmit’in suyunu içenin bir daha ayrılamayacağını bilmiyordum.

 

Elif Akıncı ve ekibi, başarılı çalışmalarıyla pek çok hastayı sağlığına kavuşturuyor.

 

Burada nasıl bir çalışma yaptınız?

Belediye bünyesinde sözleşmeli çalışıyordum. Her gün belli bir güzergahta, belirlenmiş sayıdaki hastanın evine gidip fizik tedavi uyguluyorsunuz. Doktorunuz, hemşireniz, her şeyiniz var. Bu şekilde binin üzerinde hastaya baktık. Evde bakım hizmetleri çalışması sırasında çok insan tanıdım. Yürüttüğüm, oturttuğum çok hasta oldu. Hastalar daha önce yapamadığı şeyleri yapmaya başlayınca, fayda görünce benim de hasta sayım, bilinirliğim artmaya başladı.

 

KENDİ MERKEZİMİ AÇTIM

Bu dönem ne kadar devam etti?

Bu dönem yaklaşık 2 yıl sürdü, bu süreçte ayrıca bir özel eğitim merkezinde engelli çocuklarla da çalışıyordum. Çocukları da yürütüp ailelerin motivasyonunu artırınca, daha fazla talep gelmeye başladı. Herkes bir şeyler istiyordu ama kurumum yoktu, yetişemiyordum. O dönem, yeni kurulan özel bir hastaneye teklif götürdüm.

Nasıl bir teklif?

Hastalarımı almak üzere belli saat aralıklarında hastanelerini kullanmak için hazırladığım bir teklifti. Özel çocuklarımı alabilmem için hastane ile bir mutabakat sağladık. Sabah saat 09.00’dan 17.00’ye kadar özel eğitim merkezinde, akşam 18.00’den 23.00’e kadar hastanede çalışmaya başladım.

Aşırı yoğun bir tempo…

Evet, sadece hafta sonum vardı. Nöroloji ve nöroşirürji en sevdiğim alan olmasına rağmen, hafta sonları ortopediyle ilgileniyordum; sürekli farklı metodolojileri deniyorum. Bu arada çok fazla yurt dışı bağlantılarım olduğu için yurt dışı menşeili egzersiz metodolojilerini ve pilates uygulamalarını yakından takip ediyordum. İlerleyen dönemde kendi merkezimi açmaya karar verdim. Bir yandan hastanede yarı zamanlı çalışmaya, bir yandan da kliniğimde hizmet vermeye başladım.

 

KENDİ METODUMU GELİŞTİRDİM

Böylece daha rahat bir çalışma ortamınız oldu herhalde…

Açıkçası bir tür muayenehane gibi olur diye düşünmüştüm… Günde 3-5 hasta gelir, kendime de vakit ayırırım. Fakat uyguladığım metodolojiler öyle güzel sonuçlar verdi ki hasta sayım yine zamanla artmaya başladı.

Uyguladığınız, farklı bir metot mu?

Yurt dışı menşeili pek çok yerde egzersiz ve pilates eğitimi aldım. Sonra kendi fizik tedavi bilgilerimle öğrenmiş olduğum egzersiz metotlarını birleştirdim ve kendime göre bir metot geliştirdim. Metodun adını, ‘rubatonik pilates’ koydum. İsim konusunda müzikten ilham aldım. Müziği çok seviyorum. Bir dönem amatör olarak uğraştım da. Müzik ruhun ve bedenin ritmi benim için. Rubaton da bir müzik terimidir. Tempodaki değişikliği gösterir. Kasların tonusundaki değişime göre seans esnasında uygulanan metot da değişkenlik gösterir. Siz egzersize uyum sağlamazsınız, egzersiz size uyum sağlar. Böylece sakatlanma olasılığı minimalize edilerek egzersizin verimliliği artırılır.

Hala aynı yöntemi mi uyguluyorsunuz?

Yöntem, o günden bugüne daha da çok gelişti. Sonuç aldıkça, kendimi daha da geliştirdim. Hastalar tedavilerinden memnun kalınca çevrelerine de beni önermeye başladı; hasta sayım iyice arttı. Adım kulaktan kulağa duyuldu.

 

AĞRILARINIZI SEVİN!

Şimdi gelelim kliniğe… Burada tam olarak hangi hizmetleri veriyorsunuz?

Burada aklınıza gelebilecek her türlü hastalıkla ilgili, her hastaya hizmet veriyoruz. Ortopedi, pediatri, nöroloji, nöroşirurji, kadın doğum, operasyon öncesi ve sonrası rahatsızlıklar… Bunların hepsi çalışma alanımıza giriyor.

Sizin işiniz ağrıları dindirmek mi?

Ağrı, acı, sızı, kasların zayıflamış, yürüyemiyorsun… Hepsi semptom. Biz semptomu değil, semptomu yaratan nedeni tedavi etmeyi hedefliyoruz. Yazık ki Türkiye standartlarında ağrıyı yok ettiğinizde, kişiyi iyileşmiş sayıyorlar. Halbuki, bu geçici bir iyilik hali. Ağrının geçmesi, tedavi olduğunuz anlamına gelmiyor. Ağrıyı kimse sevmez ama aslında ağrı sevilmesi gereken bir şey çünkü bir nevi vücudun alarm sistemidir. Vücut ağrı yaratarak alarm vermiyor olsa, kişi yanlış hareketler yapmaya devam eder ve doku bazında hasar oluşumu gerçekleşir. Böylece ilerleyen zamanlarda kişinin yaşadığı sorun geri dönüşümsüz olarak gelişebilir.

 

KİŞİYE ÖZEL EGZERSİZ

Siz geliştirdiğiniz metotla bunu mu sağlıyorsunuz?

Bizim tedavi prensibimiz, kişinin anatomik ve fizyolojik yapısına uygun, spesifik egzersiz programları ile problemin köküne inmek üzerine kurulu.

Anladığım kadarıyla, bu egzersizler kişiye özel olarak geliştiriliyor…

Egzersiz konusunda grup aktivitesine karşıyım. Grup aktivitelerinde gözden kaçan durum, gruptaki her bireyin anatomik yapısının farklı olduğu ve her bireyin farklı rahatsızlıklara sahip olduğu gerçeğidir. Gruplardaki kişilerin içinde 50 yaşında insan da var, 20 yaşında insan da var; sapasağlam olanı da var, karaciğer yetmezliği olan da var; tansiyonu olan var, boyun fıtığı olan da var. Herkesten aynı egzersizi yapmasını beklemek mantık dışı bir yaklaşım. Ayrıca, bir eğitmenden, 10 kişiye aynı dikkati göstermesi de beklenmemeli. Muhakkak gözden kaçırılan bir durum oluşur ve sonuçta sakatlanma gibi istenmeyen bir durum yaşanabilir. Bizim 4 senedir yaptığımız en iyi hizmet, belki de bu. Birebir tedavi..

Böyle olunca, o egzersiz tamamen hastanın durumuna uygun olarak belirleniyor, değil mi?

Bizim en büyük iddiamız bu. Kişinin problemi ne olursa olsun, ona uygun bir egzersiz programı yazılmakta. Sonuçta kişinin vücudu ve performansı olabilecek en üst seviyeye taşınmış olur. Örneğin; sizce bir bacağı olmayan, bastonla yürüyen bir Multipl Skleroz (MS) hastası pilates yapabilir mi, kendi başına bastonu atıp dengede durabilir mi ya da yürüyebilir mi, koşabilir mi? Biz bunu sağlıyoruz. Ama ona önce protez eğitimi veriyoruz, ondan sonra adaptif egzersizleri yüklüyoruz. Denge kazandırıp tek başına yürümesini sağlıyoruz. Egzersizleri, MS hastalığını ve ataklarını da göz önünde bulundurarak oluşturuyoruz. Multipl Skleroz’un her şeyini bilerek hareket ediyoruz. Dolayısıyla her hastalık için her egzersiz türünü yazabilmemiz gibi bir lüksümüz var.

 

SONUÇLAR MUAZZAM

Yaptırdığınız egzersizlerde sakatlanma riski var mı?

Zaten sistemin en önemli noktası bu. Her insanın anatomik ve fizyolojik yapısı başka. Her bireyle birebir ve özellikli olarak ilgilenilmesi lazım. Siz boyun kasları zayıf birine, mekik çekerek karın egzersizi yaptırırsanız, boynu sakatlarsınız. Rubatonik Pilates ile siz egzersize uymuyorsunuz, biz egzersizi size uyduruyoruz. Dolayısıyla sakatlanma riskiniz, minimalize edilmiş oluyor. Bu arada pilatesin inceltici etkisini de unutmamak lazım. Hem sağlık ve iyilik hali hem görünüş anlamında hoş bir şey. Türkiye’de kendi egzersiz metodolojisini oluşturmuş ve bu özellikli egzersizleri hastalara bireysel olarak entegre eden tek merkez olmak gurur verici.

Bu tedavilerin içinde en iddialı olduğunuz alan nedir?

Elbette, omurga. Omurga konusunda, hem nörolojik hem ortopedik anlamda ciddi çalışmalar yaparak 10 senemi verdim. 10 senenin içinde sayısız uluslararası sertifika, eğitim, kurs, sayısız araştırma, çok çalışmak, çok hasta bakmak ve çok deneyim var. Hastalıklarla ilgili protokollere birebir bağlı kalmayı çok sevmiyorum. Bazen içgüdüsel davranmak gerekli. Her konuda çok başarılı çalışmalar yapıyoruz ama en fazla skolyoz, kifoz, fıtıklar gibi omurgayla ilgili rahatsızların tedavisinden keyif alıyorum.

‘Protokol’ derken, neyi kast ediyorsunuz?

Her şeyin standart bir tedavi yöntemi vardır. Örneğin, bazı travmalar ya da operasyonlar sonrasında, ilk 6 hafta hareketsiz dinlenme verilir, 6-12 hafta arasında birtakım hareketler yaptırırsın, 12 haftadan sonra diğer adıma geçersin. Protokollere birebir uymak her zaman başarılı sonuç vermeyebiliyor.

Deneyim ve donanım çok önemli. Her zaman kendi öngörümü, hissiyatımı, değerlendirmemi, kendi yöntemimi kullandım ve başarılı olduğumu gördüm.

 

HİÇ SAKATLANMA YAŞAMADIK

Peki, bu bir risk mi?

Hayatta her şey risk ama bugüne dek hiçbir sakatlanma olmadı ve hep iyi sonuçlar aldık. Buna rağmen kesin konuşmayı sevmem, hastalarıma da ne verip ne veremeyeceğim konusunda her zaman çok şeffaf olmuşumdur. İşimizi çok ciddiye alıyoruz.

Başarının sırrı da bu galiba…

Evet, ciddiye almak. İşini ciddiye almalı ve hep güler yüzlü olmalı insan. Sağlıkçı olmanın özverisi bu. Ben bu işi tercih ettim, yapıyorum. Tercih ettiğiniz hayatın sonuçlarını yaşarsınız. Özel hayatındaki sorunlar ne olursa olsun, hastaya hep anlayışlı ve güler yüzlü yaklaşmanız gerekiyor.

 

 

 

Fizyoterapist Elif Akıncı, sık sık katıldığı televizyon programlarında mesleğiyle ilgili bilgilendirmeler yapıyor.

 

EKRANA YAKIŞTIRIYORLAR

Bu arada İzmit’te olduğu kadar İstanbul’da da tanınıyorsunuz. Nasıl oldu bu?

Sosyal ağlardan çok fazla takipçim var. İzmit’te çalışıyorum ama İstanbul’da yaşıyorum. Takipçilerimin çoğu İstanbul’dan. Bir şekilde benim İstanbul’da iş yaptığımı zanneden çok kişi var.

Sık sık çıktığınız TV programlarının da bunda etkili olduğunu düşünüyorum…

Arkadaş çevrem gereği çoğunlukla televizyon ve sinema camiasının içindeydim. Bir iki kez programlara davet edildim ama insanların beni bu kadar seveceğini tahmin etmedim açıkçası. Ancak, daha ilk programdan itibaren insanlar sevdi, ben de bu sektörü sevdim. Genel kanı, ekrana yakıştığım yönünde. Hatta 2018 yılında kendi televizyon programım bile olabilir.

Elif Hanım, iş dışında çok hareketli bir sosyal yaşamınız olduğunu da biliyoruz…

Sosyal hayatım daha çok İstanbul’da ya da yurt dışında geçiyor. En büyük tutkum seyahat etmek. En büyük tutkumu, yaşam amacımla birleştirdim diyebilirim. Keşfetmek ve kendimi gerçekleştirmek için yaşıyorum. Dünyayı keşfetmek, yeni kültürler tanımak ve bu kültürlerin tarihini öğrenmek kadar tutkuyla yaptığım çok az şey var. Seyahatlerimi yazdığım ‘Elif’in Yörüngesi’ adında bir bloğum da var. Bloğumda yazılarımı yazarken farklı bir yol izliyorum. Gittiğim yerlerde ne yenir, ne içilir gibi başlıklardan ziyade o coğrafyanın yakın ve uzak tarihini işliyorum. Farklı bir perspektif sunduğumu düşünüyorum.

 

VİYANA’DA MOZART DİNLEMEK

Neredeyse bütün dünyayı gezmişsiniz, en çok nereyi beğendiniz?

Doğru, bu zamana dek tüm kıtaları gezdim. Şimdilerde daha gurme geziler yapıyorum. Nice’de sanat köyü gezmeye, Viyana’da Mozart dinlemeye, Paris’te kabuklu deniz ürünleri yemeye ve şarap tatmaya gitmek gibi. Ancak pek çok enlem ve boylamda bulunmama rağmen, Türkiye dışında yaşayabileceğim ve hayatımı sürdürebileceğim tek yer İngiltere. Kuzeyli kanı taşımama rağmen Anglosakson kültürünü kendime çok yakın buluyorum. Bir ömrü, özellikle Londra’da tüketebilirim.

Peki, yurt içinde neler yapıyorsunuz sosyal hayatta?

Yoğunlukla İstanbul’da oluyorum. Farklı mutfakları tanımayı seviyorum. O nedenle dostlarımla İstanbul’un farklı mekanlarında vakit geçirmeye çalışıyorum. Özellikle füzyon mutfağını çok seviyorum. Deniz ürünlerine bayılıyorum. Salyangoz, istiridye, minare gibi kabuklular vazgeçilmezim. Onun dışında hep işle ilgili yaptığım şeyler. Seminerler, eğitimler veriyorum. Televizyon programlarına katılıyorum.

 

BURNUNUZ ESTETİK Mİ?

Tarzıyla da dikkat çekici bir kadınsınız. Güzellik sırlarınız var mı?

Öz saygısı olan her kadın ve erkeğin kendine bakması gerektiğini düşünüyorum. Özellikle sosyal bir ortama çıkılacaksa ki bu markete gidip alışveriş yapmak bile olabilir, kişinin kılık kıyafet ve makyajına dikkat etmesi gerekir. Güzellik konusunda genetik olarak şanslıyım. Bir yanımız Avrupa’ya bir yanımız Ukrayna’ya ait. İnsanlardan en çok aldığım sorular yabancı uyruklu olup olmadığım, saçımın ne renk olduğu, estetiğim olup olmadığım, kuaförümün kim olduğu yönünde. Yüzümde estetik olduğu düşünülüyor ama yok. Bakım anlamında pek çok kadın gibi makyajımı iyi temizlemeye ve cildime uygun ürünleri kullanmaya çalışıyorum.

Giyim…

Moda anlamında birkaç marka var tutkunu olduğum. İtalyan markalarını çok seviyorum. Etro, Prada çanta-cüzdan gibi… Saint Laurent’in de ayakkabılarını beğeniyorum. Tabii ki devamlı bu markalardan giyinmiyorum ama gerçek moda çizgilerinin olduğu markalar, bence bunlar. Bana göre bu senenin modası, ben ne giyiyorsam o.

İLETİŞİM:

Elif Akıncı Pozitif Yaşam Merkezi
Körfez Mah. D-100 Karayolu Üzülmez İş Mrk. No:127 Kat:2 İzmit
Tel: 0262 322 9 322 – 541 533 45 41
info@elifakinci.com

 

Elif Akıncı için ne dediler?

 

Suzan Delikkaya

HAYAL BİLE EDEMEZDİM…

63 yaşındayım, kimya mühendisiyim. Elif Hanım ile tanışmadan önce beni çok rahatsız eden kollarımda ve dizlerimde kireçlenmeye bağlı şiddetli eklem ağrılarım vardı. Elif Hanım ile tavsiye üzerine tanıştım, kliniğinde pilates yapmaya başladım. Kısa bir süre sonra ağrılarım azalmaya başladı, dengem ve duruşum düzeldi. Şu anda, eskiden hayal bile edemeyeceğim hareketleri yapabiliyorum. Elif Hanım, kendini aşmış bir fizyoterapist ve bizi de yukarıya çekiyor. Şimdi onun sayesinde bol bol geziyor, seyahat ediyor, emekliliğin tadını çıkarıyorum. Herkese tavsiye ederim.

Ömer Kara

ESKİSİNDEN ÇOK DAHA İYİYİM

55 yaşındayım, makine mühendisiyim. MS hastasıyım, ayrıca geçirdiğim bir kaza sonucu sol ayağım protez. MS hastalarının, motor becerilerinin kayıplarını tolere edebilmek için düzenli egzersizleri vardır. Bu nedenle, bir arkadaşımın önerisi üzerine Elif Hanım ile tanıştım. Birlikte çalışmaya başladık. Burada güçlendirme hareketleri ve rahatsızlığıma uygun programlar uyguluyoruz. Bana özel olarak oluşturduğu egzersiz programı sayesinde eskisinden çok daha iyiyim. Kaslarım güçlendi, ayak protezime rağmen duruşum düzeldi. Eskiden haftada 3 gün geliyordum, şimdi bunu 1 güne düşürdük. Elif Hanım, işini çok iyi bilen birisi.

 

 

 

 

YORUMLAR
Yaptığınız yorumlar editör onayından geçmektedir.