Bir bayram tatilinde düştü yolumuz Kalkan’a. Sadece bizim değil, baharın gelişiyle birlikte uyanan doğada ağaçların, kuşların, çiçeklerin, böceklerin, denizdeki canlıların da bayramıydı. ‘O zaman keşfe çıkmak lazım’ diyerek koyulduk yola. Doğayı, denizi, yeri, göğü, bildiklerimizi ve hiç görmediklerimizi... Tabii tarihe yolculuk yapmayı da ihmal etmedik. Antik tiyatrolarda nasıl gösteriler yapılmıştı, kimler dans etmişti bu sahnelerde? Acaba bir bahar bayramında çiçek toplamışlar mıydı sevdiklerine? Nasıldı gün doğumları? Bulutlar yine böyle pamuk gibi bembeyaz mıydı? Geceler sessiz ve yıldızlar bu kadar çok muydu? İşte bu düşünceler ışığında Kalkan turumuza başlıyoruz.
Kalkan hakkında
Kaş’a 25 kilometre uzaklıkta bulunan Kalkan, Kaş’ın bir mahallesi sayılıyor. Meis’te yaşayan Rumlar tarafından kurulan yerleşim birimi, 1920 yılına kadar ‘Kalamaki’ ismini taşımış. Şöyle ilk bakışta tertemiz, düzenli yapısı ve mis gibi havasıyla dikkat çekiyor. Eski Rum evlerinin yer aldığı Arnavut kaldırımlı sokaklarında yürürken tarihin kokusunu buram buram içinize çekiyorsunuz. Kalkan, stratejik konumu nedeniyle Hititler, Lidyalılar, Romalılar ve Osmanlılara kadar birçok medeniyete ev sahipliği yapmış. Bu sebeple yakınında pek çok tarihi yer var. Heredot, Kalkan için ‘Dünyada yıldızlara en yakın yer’ demiş. Gerçekten gece gökyüzüne baktığınızda yıldızları tutacak gibi oluyorsunuz. Kalkan’ın denizi de mavi bayraklı. Bu sebeple masmavi, berrak suların sizi beklediğini bilesiniz.
Kalkan ulaşım
Uçakla ulaşım: Dalaman Havalimanı, Kalkan’a 120 km uzaklıkta yer alıyor. Uçakla gidip, Havaş ile Kalkan’a geçmek oldukça kolay.
Otobüsle ulaşım: Otobüsle gitmek oldukça uzun ve yorucu olacaktır. Yine de otobüsü tercih etmek isteyenler için İzmit’ten Kalkan’a direkt ulaşım mevcut.
Kalkan’a ne zaman gidilir?
Yaz aylarında çok kalabalık ve pahalı olan Kalkan için en güzel mevsim bahar ayları. Özellikle mayıs ayını tercih ederseniz hem deniz sezonu açılmış olur hem de çok yoğun bir kalabalıkla karşılaşmazsınız. Doğanın uyanışına en güzel haliyle tanık olacağınız Kalkan’a ilkbahar aylarında gitmenizi kesinlikle tavsiye ederiz.
Kalkan’da nerede konaklamalı?
Kalkan’da pek çok konaklama seçeneği mevcut. Bununla birlikte villa turizminin en çok görüldüğü yerlerden biri, otel harici seçenekler arasında düşünebilirsiniz. Bir diğer seçenek de kamp yapmak olabilir.
KALKAN’DA NERELERİ GEZDİK?
Kalkan’da görülmesi gereken yerlerin başında dünyaca ünlü plajlar geliyor. Turkuaz rengi denizi, mavi bayraklı plajları, su altındaki büyülü dünyası, berrak sularında sizinle birlikte yüzen kaplumbağaları ile sizi adeta kendisine hayran bırakıyor. Kaputaj Plajı, Büyük Çakıl, Limanağzı, Fırnaz Koyu, Kekova, Kaleköy, Mavi Mağara görmeniz gereken en önemli yerlerden.
Kalkan’ı gezerken, Fethiye’ye bağlı antik kentleri de gezdik. Bir de araya birkaç köy sıkıştırdık. Köy kahvelerinde soluklandık, bazen de papatya tarlalarında kaybolduk. Hiç görmediğimiz güzellikte sarı ve beyaz papatyalardan kendimize buketler yaptık. Dayanamadık ve Likya Yolu güzergâhında 3 km yürüyüp, muhteşem bir koyda denize girdik.
Patara Antik Kenti
Patara Antik Kenti; Fethiye-Kalkan arasındaki Xanthos Vadisi’nin güneybatı ucunda, bugünkü Gelemiş Köyü’nde yer alıyor ve Likya’nın en önemli, en eski şehirlerinden biri.
1988 yılından beri kazıları sürdürülen Patara Antik Kenti, arkeolojik ve tarihsel değerinin yanında Akdeniz kaplumbağaları Caretta Carettaların milyonlarca yıldır yumurtalarını bırakıp yavruladıkları ender sahillerden biri olmasıyla da ayrı bir öneme sahip. Bu sebeple koruma altında bir sahil olarak da adından söz ettiriyor.
Apollon’un önemli bir kehanet merkezi olarak ün yapmış olan Patara aynı zamanda Anadolu’dan Roma’ya nakledilen tahılların depolandığı ve saklandığı bir liman. Bizans Dönemi’nde de önemini koruyan kent, Hristiyanlar için önemli bir merkez olmuş. “Noel Baba” diye anılan Saint Nicholas’ın, Pataralı olduğu biliniyor. Orta Çağ boyunca önemini sürdüren Patara, Türklerin gelmesiyle de önemli bir merkez olarak günümüze ulaşmış.
Pınara Antik Kenti
En çok etkilendiğimiz antik kent, Pınara Antik Kenti oldu. Bu antik kent için yarım gün ayırmak önemli. Yürümeli, tırmanmalı, uzun bir yolu var. Buna göre kıyafetler giymeli ve hazırlıklı olmalısınız. Çevresinde herhangi bir satış noktası, girişte güvenlik vs. yok.
Antik yazar Stephanus, Byzantion Menekrotes’ten alıntı yaparak “Xanthos’un nüfusu çok artınca yaşlılardan bir grup Kragos Dağı’nın yüksek olan tepesinde bir kent kurup adına da ‘yuvarlak’ anlamına gelen Pınara ismini verdiler” diyerek kentin kuruluşunu anlatıyor.
Kentin erken döneme ait kalıntılarının bulunduğu yukarı akropolün gerçekten yuvarlak bir şekilde olması bu mitolojiye gerçeklik payı kazandırıyor aslında.
Antik kente yaklaşıldığında yukarı akropolün sarp olan doğu yamacında birer dantel gibi oyulmuş yüzlerce kaya mezarı dikkat çekiyor. Yukarı akropol kısa sürede yetersiz kalınca, ulaşımın daha kolay sağlandığı aşağı akropol yerleşime açılmış. Aşağı akropolün yamaçları geçit vermeyecek şekilde dik olmasına karşın gerek terasın oluşturulması gerekse tahkimat açısından sur duvarıyla desteklenmiş.
Antik kente giriş yapıp antik tiyatro yolunda yürümeye başladığınızda sanki bir sonsuzluğa gidiyor gibi hissediyorsunuz ancak birden sizi kır çiçeklerinin yoğun olduğu ve antik tiyatronun hafif hafif kendini gösterdiği bir alan karşılıyor. Kır çiçeklerini takip ettiğinizde antik kent içinde adeta bir doğa harikasının göbeğine düşüyorsunuz. Ve bir anda sayamadığınız kadar çok kaplumbağa ile karşı karşıya kalıyorsunuz. O tatlı yavaşlık ve beraberinde gelen müthiş durma hissi. Biz de durduk ve izledik. O anı bir kaplumbağa gibi yavaş yavaş gözlemledik. Sonrasında soluğu tüm görkemiyle bizi karşılayan antik tiyatroda aldık.
Antik kentte sur dışında bulunan ikinci yapı olan; akropol ve hamamın karşısında yer alan, arkasını doğal yamaca dayamış tiyatronun plan ve konum itibariyle Helenistik Dönem özelliklerini yansıttığı düşünülüyor. Surun güneyindeki kapıdan geçerek kenti dolaştığımızda arkasını yamaca dayamış Odeon ve önündeki düz alanda Agora kenti var.
Aşağı akropolün alt kesimindeki su kaynağı çevresinde, kentin antik çağda geçirdiği depremlerle büyük oranda tahrip olmuş pilyeli mezarlar ve kayalara oyulmuş pek çok mezar tüm görkemiyle sizi karşılıyor.
Aşağı akropolün doğu yamacında sur duvarlarının dışında plan ve konum açısından Likya bölgesinin pek çok kentinde benzerlerine rastladığımız Roma Dönemi’ne ait bir hamam kalıntısı bulunuyor.
Xanthos Antik Kenti
Xanthos, Likya’nın en uzun süreli başkenti olmuş, politik ve kültürel başarıların yanı sıra büyük felaketleri de yaşamış bir şehir. Erkek, kadın ve çocuk tüm Xanthoslular tarihte iki kez, M.Ö. 545 Perslere karşı ve 500 yıl sonra da Romalılara karşı son kişi hayatta kalana kadar savaşmış. En bilinen hikayesi bu ve gerçekten çok dikkat çekici. Bununla birlikte içeri girerken garip bir güvenlik açığı olması, tarihi alan içerisinde gezerken yerlerde rastlanan pek çok mozaik alanın korumasız olması gibi üzücü durumlar da mevcut maalesef.
Fethiye-Kaş karayolu üzerinde, Fethiye’ye 46 km uzaklıktaki Kınık Beldesi’nde yer alan şehir, Xanthos Nehri (Eşen Çayı) kenarındaki ovaya hâkim iki tepe üzerinde kurulmuş. İlki Eşen Çayı’nın kenarından sarpça bir kayalık şeklinde yükselen surla çevrili Likya Akropolü, ikincisi ise kuzeydeki daha yüksek ve geniş olan Roma Akropolü. Likya Birliği’nin idari merkezi olarak nitelenen Xanthos’un ismi Likya dilinde yazılmış kitabelerde ‘ARNNA’ şeklinde geçiyormuş. Homeros, Sarpedon yönetimindeki Xathosluların Troya savaşlarına katıldıklarını anlatıyor. Ancak kazılarda elde edilen buluntular o kadar geçmişe götürmüyor.
Şehir, İ.Ö. 545–546 yıllarında Pers Kumandanı Harpagos tarafından kuşatılmış. Xanthoslular, kahramanca karşı koyup direnmelerine rağmen çaresiz duruma düştüklerinde, kadın ve çocuklarını öldürüp şehri ateşe vererek, insansız ve harap bir şehri Harpagos’a bırakmış. İ.Ö. 475–450 arasında Xanthos, bu kez yangın felaketi yaşamış. İ.Ö. 334 yılında Büyük İskender şehri almış. İskender’in ölümünün ardından Xathos, İ.Ö. 309’dan itibaren Mısır Hanedanı Ptolemaios’ların, ardından birçok Likya şehri gibi Suriye Kralı III. Antiokhos’un egemenliğini kabul etmek zorunda kalmış.
Xanthos örenyeri, Likya uygarlığının özgünlüğü ve kazılarda elde edilen buluntuların önemi nedeniyle UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesi’ne dâhil edilmiş.
Letoon Antik Kenti
Likya yürüyüş rotasında yer alan ve aslında Muğla’ya bağlı olan bir güzel antik kent daha. Letoon, Antik Çağ’da Likya’nın dini merkezi konumunda yer alıyormuş. Bu kutsal alanda yer alan Leto, Apollon ve Artemis tapınakları tarihi açıdan çok önemli.
Artemis ve Apollo’nun annesi Leto’ya adanmış olan en büyük tapınak, batıda bulunan ve Peripteros tarzında yapılmış Leto Tapınağı’dır. Bu tapınak civarında M.Ö. 4. yüzyıla ait olduğu düşünülen ve üç dille (Grekçe, Aramice ve Likçe) yazılmış bir kitabe bulunmuş ve halen Fethiye Müzesi’nde sergileniyormuş. Doğuda yer alan Dor tarzında yapılmış olan Apollo Tapınağı, Leto Tapınağı’ndan daha az korunmuş durumda. Her iki tapınağın ortasında bulunan Artemis Tapınağı en küçük olanı. Bu üç tapınağın güneybatısında bir çeşme (su kaynağı), doğu kısmında ise bir kilise bulunuyor. Letoon Antik Kenti içerisinde arka tarafını bir tepenin yamacına dayamış büyük bir antik tiyatro yer alıyor.
1988 itibariyle UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan antik kent, Likya yürüyüş yolu rotasında olması sebebiyle de çok önemli. Kaş, Fethiye, Kalkan, Patara gibi çevre turizm merkezlerinden her gün yüzlerce turist bu alanı keşfetmek için geliyor. Antik kent içerisinde yer alan sulak alanda kurbağa sesleri ve otlayan koyunları görünce şaşırmayın, doğal yaşam tüm ahengiyle devam ediyor.
Ayrıca geç saatte gitmemize rağmen bizim içeriye girmemize izin vermeleri de bir garip. Tamam iyi niyet ancak içeride içeceğini cipsini alıp oturan da var. Korunmayan bir tarih var gibi. Bize izin verdikleri için çok teşekkür eder, daha iyi korunabilmesi için ise bu kadar rahat olunmamasını öneririz.
Sidyma Antik Kenti
Dağları tepeleri tırmanıp bir türlü bulamadığımız antik kent… Ve yolda rastladığımız kim varsa, aynı sorunu yaşadığını duymak da cabası. Karşılaştığımız bir çobanın bizi yanlış yere gönderdiğini anlamak ise artık pes dedirten kısmı. Gelelim isim hikayesine... Kentin ismi tarih sahnesinde M.S. 450- 457 yıllarında imparator olan Mercian’ın başından geçen bir olayla ilgili olarak anılıyor: ‘’Mitolojiye göre basit bir asker olarak Perslere karşı savaşa katılan Mercian, yolda hastalanınca birliğinden ayrılıp Sidyma’da kalır. Kentte iki erkek kardeşle dostluk kuran Mercian’a hastalığı boyunca bu iki erkek kardeş bakar. Biraz iyileştiğinde kardeşlerle ava çıkan Mercian öğle vakti dinlenmek üzere uzanıp uykuya dalınca, güneşte kalan bedenine büyükçe bir kartalın havada kanatlarını iki yana açarak gölge yaptığını gören kardeşler olayı uyandığında Mercian’a anlatır. Bunu imparatorluk belirtisi olabileceği şeklinde yorumlarlar. Mercian da bunun mümkün olamayacağını söyler ancak ileride böyle bir durum olursa iki kardeşi kentin ulu kişileri yapacağı yönünde söz verir. İkinci Theodosius’un ölümünden sonra tahta geçen Mercian, kardeşlere verdiği sözü tutarak Likya’nın en yüksek mevkilerine getirir.’’
Köyün ortasındaki, bugün çok iyi korunmuş durumda olan ve sütunları ayakta duran Stoa, İmparator Claudius zamanında (M.S. 41- 54) yapılmış. Onun hemen yanı başındaki 9 metre uzunluğunda Artemis Mabedi de yine aynı döneme ait.
Mahallenin girişinde, yalnızca kemerleri ayakta kalabilmiş hamam ve kilise kalıntıları da dikkati çekiyor. Pınara’da benzerleri görülen, güvercin yuvası şeklindeki kaya mezarlarının yanı sıra ev veya lahit şeklindeki mezarlar da Sidyma’nın sembolü olarak biliniyor.
Biz sadece mahalle girişinde ve köyün ortasında bulunan kısımları görebildik. Geri kalan kısım için uzun uzun yol yürüdük ancak görmeyi başaramadık. Garip bir bilinmezlik ile yollarımızı farklı yönlere saptırdılar. “Bir dahaki sefere” deyip buradan ayrıldık. Buraya gidip kaybolan çok fazla turist olduğunu da duyduk, aman dikkat.
Tlos Antik Kenti
Tlos’un M.Ö. 14. yy.’da Hitit metinlerinde Lukka topraklarındaki Dlawa, daha sonraki dönemde Likçe yazıtlarda geçen Tlawa ile Grekçe metinlerdeki Tlos kenti ile aynı şehir olduğu ve kuruluşunun M.Ö. iki binlere kadar gittiği kabul ediliyor.
Antik kente yaklaşıldığında akropolün hakim görüntüsü inanılmaz etkileyici. Dik yamaçlarla doğal açıdan korunaklı akropol tepesinin çevresi yer yer sur duvarlarıyla takviye edilmiş. Akropolün kuzey-doğu yönündeki erken döneme ait sur duvarları ile kaya mezarları Likya kültürünün örneklerinden. Daha çok doğu ve güney-doğu kesiminde izlenen sur duvarları ise Roma döneminde inşa edilmiş olup Bizans döneminde birçok yapı ve hatta bazı lahit mezarların malzemesi kullanılarak onarılmış. En üstte devşirme taşlarla yapılmış olan geç dönem yapıları 19. yy.’da Osmanlı İmparatorluğunca görevlendirilmiş bir beyin yerleşimine ait duvarlar. Akropolün doğu yamacında özenle işlenmiş Roma dönemi sur duvarlarına istinat oluşturan alanda sur duvarlarına paralel devam eden 12 oturma sırası yer alan bir stadyum bulunuyor. Tabii insan o zamana ait bir stadyum görünce de düşünemeden edemiyor. Tiyatro, hamam gibi pek çok yapının yer aldığı antik kent son olarak gezdiğimiz ve bizi çok etkileyen yapısıyla hafızamıza yer ediyor.
Bezirgân Köyü
Kaş’ın Bezirgân Köyü’ndeyiz. Kalkan’ın kuzeyinde, Kışla Dağı sırtlarında yemyeşil bir ovaya kurulu, tatlı mı tatlı bir köy Bezirgân. Osmanlı Dönemi’nde tarım açısından önemli olan bu topraklar, aynı zamanda Elmalı’dan Kalkan’a giden kervanların da güzergâhında yer alıyordu. Köydeki tahıl ambarları, tarım ürünlerini tazeliğini koruyacak şekilde uzun süre saklamak için üretilmiş. Günümüze kadar ayakta kalan ve yaklaşık 350/400 yıllık bir tarihe sahip olduğu düşünülen tarihi tahıl ambarlarının tasarımı ve yapımında kullanılan sedir ağacı, bu coğrafyadaki 3 bin yıllık bilgi ve birikimin bir sonucu.
Atalarımızın Likyalılardan ilham alarak yaptığı tahıl ambarları bugün hala ayakta. Sedir ağacı, uzun ömürlü oluşu ve doğal antiseptik özelliği nedeniyle, tarım ürünlerine zarar verebilecek böcek, fare gibi canlıların yaklaşmasına izin vermiyor. Ancak sedirin bu özelliğini koruması için ağaca kesinlikle metal/ çivi değmemesi gerekiyor, kullanılırsa ağaç çürüyor. Bu sebeple ambarların yapımında geçme tekniği uygulanıyor. Ambarların içindeki kapaklı dört bölüme buğday, nohut, arpa gibi ürünler ambalaj kullanmadan, doğrudan dökülerek konuluyor. Böylece sedirden yapılan tahıl ambarları, tahılları hem hijyenik bir şekilde hem de ilk günkü gibi taze saklayabiliyor.
Bugünlerde ise tahıl ambarları depo veya hayvan barınağı gibi kullanılıyor. 2012’de Korunması Gereken Kültür Varlığı olarak tescil edilmiş olan tarihi tahıl ambarlarını ben hiç duymamıştım. Yolunuz Kaş’a düşerse uğrayın ve tarih kokulu ambarlar arasında dolaşın.
İslamlar Köyü
İslamlar Köyü, Kalkan’a yaklaşık 6 km’lik bir mesafede yer alıyor. Kalkan merkezinden ve aynı zamanda deniz seviyesinden yaklaşık 600 metre yüksekte bulunuyor. Virajlı ve yokuşlu bir yolu var. Yol yokuşlu olmasına rağmen bozuk değil. Kalkan’dan özel aracınızla rahatlıkla gidebilirsiniz. İslamlar Köyü’nün en büyük özelliği yemyeşil bir doğaya sahip olması. Her tarafı kaplayan çam ağaçları, üzüm asmaları ve gürül gürül akan sularıyla Akdeniz’in makilik ve oldukça sıcak doğasının ortasında bir vaha gibi. Özellikle bahar aylarında, çiçekler açtığında uğramanızı tavsiye ederiz.
Yapmadan dönmeyin!
• Masmavi suların tadını çıkarmadan
• Pınara Antik Kenti adım adım gezmeden
• Xanthos Antik Kenti’ni adımlamadan
• Tlos Antik Kenti’ne tırmanıp, yukarıdan izlemeden
• Kalkan’ın köylerini gezmeden
• Bezirgân Köyü’nde tahıl ambarlarını görmeden
• Patara’da gün batımı izlemeden
• Likya yolu güzergahlarında trekking yapmadan
DÖN-ME-YİN!!!