25-04-2024 23:59

Hoşgörünün başkenti; Antakya

2019-01-11    0 Kişi Yorum Yaptı   Eklenme Tarihi: 2019-01-11
.stripslashes($urun->baslik).

HAZIRLAYAN: ESİN ALÇIOĞLU

 

Hikâye bu ya; büyük bir ülkenin kralı olan Antigonia, uyuyamama hastalığına yakalanmış. Ne yapsa uyuyamıyor, derdine kimse çare bulamıyormuş. Bir gün ülkesini ziyaret eden bir bilge demiş ki: “Kralım, sizi öyle bir yere götüreceğim ki bir güne kalmadan tatlı bir uykuya dalacaksınız.” Dediğini yapmış ve kralı alıp Akdeniz kıyısındaki bir ülkeye getirmiş. Ortasından nehir geçen bu güzel ülkenin güzel insanları, kralı sevinç içinde karşılamış. Ona yöreye has yemekler ve tatlılar ikram ederek akşama kadar yedirip içirmişler... Ve günün sonunda yıllardır uyuyamayan kral, ılık rüzgârın da etkisiyle huzur dolu bir uykuya dalmış; bir daha da bu topraklardan hiç ayrılmamış. Yeni ülkesine halkın da kararıyla kendi ismini vermiş: Antigonia! Kral Antigonia’nın ismi, günümüze Antakya olarak gelmiş.

Aynı Kocaeli gibi iki isimle anılan şehrin diğer adı olan Hatay ise Atatürk tarafından verilmiş. Avrupalılar, Çin’in kuzeyine ‘Hıtay’ derlerdi. Hıtaylar ismini taşıyan yarı göçebe Türk kabileleri, 10. Yüzyıl’da Çin’in kuzeyini işgal edince buranın ismi Hıtay kalmıştı. Atatürk, Hıtayların Anadolu’ya da geldiklerine inandığı için 40 asırlık Türk yurdu saydığı Antakya’ya Hatay ismini verdi. İşte böyle sayısız güzel hikâyelere sahip, ilklerin şehri Antakya’ya bizim de yolumuz düştü. İzmit Rotary Kulübü olarak gerçekleştirdiğimiz gezimizde tarihe, lezzetli yemeklere, doğal güzelliklere ve mitolojik hikayelere doyduk.

 

 

HATAY KAHVALTISI MUHTEŞEMDİ

İstanbul’dan uçakla yalnızca bir saat süren yolculukla Hatay’a ulaştık. Uçaktan iner inmez muhteşem Hatay kahvaltısı bizi bekliyordu. Eski bir konağın restorana dönüştürülmesiyle oluşan Sultan Sofrası’nda Hatay lezzetleri eksiksiz sunuldu. Hatay’da sabah kahvaltısında olmazsa olmazları da burada öğrendik: Sürk (bir çeşit baharatlı çökelek), humus, tuzlu yoğurt, zeytinyağı eşliğinde yenen zahter, envayi çeşit peynir, biberli ekmek vs… Kahvaltının ardından mekânın hemen karşısında bulunan Habib-i Neccar Camii’ni ziyaret ettik. Roma dönemine ait bir pagan tapınağının üzerine 7. Yüzyıl’da inşa edilen cami, Türkiye sınırlarındaki ilk cami. Hz İsa’nın havarilerine ilk inanan ve bu uğurda canını veren Antakyalı bir marangozun adını taşıyan caminin hikayesi, Kur’an-ı Kerim’de Yasin Suresi’nde de geçiyor. Antakya’daki ikinci ziyaretimiz, dünyanın en iyi mozaiklerinin sergilendiği Antakya Arkeoloji Müzesi oldu. Burası, hakkıyla gezmek isteyenin 3 saatini ayırması gereken bir tarih koridoru. Dünyanın en büyük mozaiğinin yanı sıra antik döneme ait eser ve lahitlerin de sergilendiği Antakya Arkeoloji Müzesi, dünyanın en büyük mozaik müzesi unvanını da taşıyor.

 

 

 

1200 YAŞINDAKİ AĞAÇ

‘İlklerin şehri’ demiştim Antakya için... İlk cami gibi yeryüzünde bilenen ilk kilise de bu topraklarda. Saint Pierre Kilisesi, Hristiyan âleminin toplandığı ilk ibadethane olarak biliniyor. Dinlerin, mezheplerin, ırkların iç içe yaşadığı; barışın başkenti Hatay’da, bu duruma en güzel örneklerden biri de duvarları ortak, birbirleriyle sırt sırta olan Katolik Kilisesi ve Sarımiye Camii. Bu iki yapı da Antakya’da görülmeye değer, diğer tarihi mekanlar.

Antakya’daki ikinci günümüzün ilk durağı, 1200 yaşında olduğu tahmin edilen Musa Ağacı oldu. Elbette, bu büyülü ağacı yalnızca görmekle kalmadık, hikâyesini de dinledik. Birçok kültürden insanın barındığı bu topraklar, zamanında peygamberleri de ağırlamış. Hz. Hızır ile Hz. Musa’nın Samandağ buluşmasının ardından, Hz. Musa dağına çıkmak üzere yola koyulmuş ancak şimdi ağacın bulunduğu yere geldiğinde derin bir sessizliğe bürünmüş. Bastonunu ağacın bulunduğu noktaya saplamış ve yanı başındaki dereden su içmeye başlamış. Suyunu içip arkasını döndüğünde ise bastonunun filizlenip bir ağaca dönüştüğünü fark etmiş. O gün bugündür o ağaç orada yaşamakta. Etrafını sarabilmek için 14 kişinin el ele tutuşması gereken ağaç, gerçekten çok etkileyici. Aynı bölgedeki derenin suyunun da ölümsüzlük verdiğine inanan turistler, bu suyu ab-ı hayat niyetine içiyor. Ağacı arkamızda bırakıp, her yeri sarmış mis gibi portakal çiçeği kokuları arasında küçük bir köye doğru yöneliyoruz. İki yanı yeşil bahçelerle kaplı bir yokuş yola geliyoruz. Bir tarafta Kel Dağ, ucunda Akdeniz ve arkasından Suriye görünüyor, diğer tarafta Musa Dağı’nın geniş etekleri yayılıyor. Burası Türkiye’nin tek Ermeni köyü olan Vakıflı Köyü. Kardeşçe iç içe yaşamın bir güzel örneği daha…

 

 

TARİHİ TİTÜS TÜNELİ

Antakya’ya gitmişken Türkiye’nin en uzun, dünyanın ise en uzun 10’uncu plajı olan Çevlik Plajı’nı görmeden dönmek olmazdı. Antakya’nın Samandağ ilçesinde bulunan bu kumsal, 14 kilometreyi bulan uzunluğu ile uçsuz bucaksızmış gibi bir görünüme sahip. Mevsim itibariyle denize giremesek de yazdan kalma sıcak bir günde Çevlik Plajı’nı ziyaret etmekten büyük keyif aldık.

Roma devrinde, insan eliyle yapılmış olan Titüs Tüneli de plajın yakınlarında yer alıyor. 7 metre yüksekliğinde, 6 metre genişliğinde ve 1380 metre uzunluğundaki tünel, dağlardan inen suyun limanı etkilememesi için açılmış. Yine tünel yakınlarında bulunan Beşikli Kaya Mezarlığı da mutlaka ziyaret edilmesi gereken noktalardan biri. Roma dönemine ait bu mezarlık, kayalık yamaçlardaki kalker tabakalar oyularak yapılmış. Mezarlıkta kral mezarları olduğu ileri sürülse de araştırmalar henüz tam olarak sonuçlanmamış. Mezarlıkta Romalı yöneticilerin ve ileri gelenlerin ya da batan bir geminin denizci askerlerinin mezarlarının bulunduğu da diğer iddialar arasında. Denize ait simgelerin kayalar oyularak resmedildiğini görünce ben de bu düşünceden yana oldum doğrusu.

 

 

DAPHNE’NİN GÖZ YAŞLARI

Bu güzel şehirdeki son günümüzde, benim için büyük anlam taşıyan ve Unesco tarafından koruma altına alınan Şenköy ziyaretimizi gerçekleştirdik. Öyle bir köy düşünün ki bağrından evliyalar çıkmış, Yavuz Sultan Selim’in ordusuna askerler vermiş. Hatay kurtuluş mücadelesinin fitilini ateşlemiş ve Fransızlara karşı işgalci direnişin öncüsü olmuş. Öyle bir köy ki Büyük Önder Atatürk’ün huzuruna çıkıp, “Ey ulu gazimiz, bizi de kurtar” demiş; Atatürk’ten “Kırk asırlık Türk yurdu, düşman elinde esir kalamaz. Zamanı gelince sizi de kurtaracağız” sözünü almış. Öyle bir köy ki Atatürk desteğiyle cumhuriyetin ilk kadın öğretmeni olan Ayşe Fitnat Hanım, burada yetişmiş. Şenköy, Antakya ziyaretimiz boyunca beni en çok etkileyen noktalardan biri oldu.

Ve son günümüzün son durağı, yine bir efsaneye konu olan Harbiye Şelaleri’ydi: Zeus’un oğlu Işık Tanrısı Apollon, ırmak kenarında genç ve güzel bir kız görür. Bu eşsiz güzelin adı Daphne (Defne)’dir. Onunla konuşmak ister ama Daphne, tanrılarla sevişen kadınların başlarına neler geldiğini bildiği için korkuya kapılır ve kaçar. Apollon ile aralarındaki mesafe gittikçe kısalınca, yakalanacağını anlayan Daphne birden durur ve ayağıyla toprağı kazıyarak şöyle bağırır: “Ey toprak ana, beni ört, beni sakla, beni koru.” Bu içten yalvarış üzerine Daphne, oracıkta bir defne ağacına dönüşür. İşte bu efsanenin geçtiği yer bugünkü Harbiye, şelalenin sularının da Daphne’nin gözyaşları olduğuna inanılır.

NASIL ARANDI: #gezi # antakya # hatay # esin alçıoğlu # izmit Rotary Kulübü # hüseyin alçıoğlu # tarih # lezzet # kültürel gezi #

YORUMLAR
Yaptığınız yorumlar editör onayından geçmektedir.