Kocaeli onu, ‘Keşanlı Ali Destanı’nda Zilha; ‘Asalet Kumkuması’nda Dürdane, ‘Payitaht Abdülhamit’ dizisindeki Zülfet Kalfa karakteriyle tanıyor… Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın sempatik ve yetenekli oyuncusu Zeynep Özan, şu sıralar oyunculuğuyla adından sıkça bahsettiren bir isim. Çocuk yaşta gönül verdiği tiyatroda başarı basamaklarını koşarak çıkarken, mesleğinde kendisini geliştirmeyi ihmal etmeyen Özan için öğrenmenin sonu yok. “Bir oyuncunun ‘oldum’ dediği yer, ‘öldüm’ dediği yerdir” diyen Zeynep Özan ile sanat yaşamını konuştuk.
Doğma büyüme İstanbulluyum. Yeditepe Üniversitesi Tiyatro Bölümü’nde burslu olarak okudum. İzmit’te evlendim, 5 yaşında Ezo adında bir kızım var. Çocukluğumdan beri hayalini kurduğum işi yapıyorum: Tiyatrocuyum.
Annemin söylediğine göre, ben küçüklüğümden itibaren oyuncu hatta tiyatrocu olmak istediğimi dile getirmişim. Annem ve babam da çok sosyal insanlardı, annem sanatla ilgiliydi. Onunla birlikte İstanbul’daki çocuk oyunlarını takip ediyorduk, daha sonra büyük oyunlarını birlikte izledik. 9 yaşlarındayken annem beni İstanbul Şehir Tiyatroları’nda ‘Vanya Dayı’yı izlemeye götürdü. Tilbe Saran’ın da rol aldığı, yaşıma göre ağır bir oyun olmasına rağmen büyük keyif aldım. O tarihten sonra insanlar ‘Ne olacaksın?’ diye sorduğunda, ‘Tilbe Saran olacağım’ demeye başladım. Sonrasında İstanbul Şehir Tiyatroları’nı takip etmeye devam ettim. Tiyatro okumaya karar verdiğimde, annem ve babam da sanki adet yerini bulsun diye karşı çıkmış gibi davrandılar ama bence ikisinin de çok içinde kalmış bir şeydi oyuncu olmak. Şimdi çok mutlu olduklarını ve gurur duyduklarını biliyorum, görüyorum.
Öğrenciliğim sırasında İstanbul Şehir Tiyatroları’nda çalıştım. Benim için çok önemli bir staj dönemi oldu. Oyunculuk kariyerime çok sevdiğim, aynı sahnede olma hayali kurduğum oyuncularla başladım. İlk oyunumda Suna Pekuysal ile sahneye çıktım, başrollerden birinde de Şükrü Türen vardı. Şükrü Türen, çocukken oyunlarını defalarca izlediğim, yağmur altında sokakta onun tiyatrodan çıkışını bekleyip tebrik ettiğim bir aktördür, hala çok severim. İkinci oyunumda da rahmetli Toron Karacaoğlu ile sahneye çıktım, hatta göz makyajı yapmayı ondan öğrendim. İstanbul Şehir Tiyatroları’nda bir yıl çalıştıktan sonra Bakırköy Belediyesi’nin ev sahipliğinde haftada bir gün okul oyunlarımızla seyirci karşısına çıktık.
Ben bu çalışmaları yaptığım sırada kardeşim Turgay, Kocaeli Üniversitesi’nde okuyordu. Kampüsü Hereke’den Umuttepe’ye taşınınca kendisine ev bakmaya başlamıştı. Ben de o dönem İstanbul Şehir Tiyatrosu’na tekrar girmeyi düşünüyordum ki Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda sınav yapılacağını öğrendim. Sınava girmeye karar verdim, geldim İzmit’e. Sınava girdim ve kazandım. Turgay ile beraber burada yaşamaya başladım. 2004’te ‘Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz’ ile sahneye çıktım. Ve sonrası çorap söküğü gibi geldi… Aslında Kocaeli ile ilgili çok güzel bir hikayem var.
İstanbul Şehir Tiyatroları’nda çalışırken Kocaeli Şehir Tiyatroları bize konuk olarak geldi. Mehmet Ergen’in rejisiyle ‘Oyunun Oyunu’nu oynadılar. O gün okuldan çıktım, oyunu izlemeye gittim ve hayran kaldım. Gencecik insanlar sahnede harikalar yaratıyordu. Derken Kocaeli’ye geldim. Tiyatroda ‘Hoşu’nun Utancı’ oynanıyor, ben de provalardayım; ‘Oyunun Oyunu’ da sahnelenmeye devam ediyor o sıralarda. Sık sık gelip oyunu izliyorum. Aydın Sigalı bir gün beni görünce ‘Sen ne yapıyorsun, kaçıncı izleyişin oyunu?’ dedi. Oyunu çok sevdiğimi söyledim ki Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’na gelmiş olmamın nedeni de zaten o oyunu seyretmiş olmamdı. Aydın Bey’e bir şekilde oyunda olmak istediğimi, gerekirse dekor taşıyabileceğimi söyledim. Bir gün yine provadayken sahne amiri yanıma geldi, elime bir tekst ve bir CD verdi, ‘Yarın Oyunun Oyunu’na çıkıyorsun, hazırlan’ dedi. Mutluluktan ne diyeceğimi şaşırdım. O gün tüm gece CD’yi izledim, ezberimi yaptım. Nihayet hayranlıkla izlediğim ‘Oyunun Oyunu’nda da oynamış oldum.
‘Asalet Kumkuması’nda, Dürdane karakterini; ‘Keşanlı Ali Destanı’nda Zilha’yı oynuyorum.
Üç sezondur ‘Payitaht Abdülhamid’ dizisinde, sarayın baş kalfasını canlandırıyorum. Aslında eğitimim devam ederken olaya çok idealist bakıyordum, daha doğrusu baktığım yönün idealizm olduğunu sanıyordum. Dizi oyunculuğunun beni tatmin etmeyeceğini düşünüyordum. Bu nedenle televizyondan gelen tekliflerin hiçbirini değerlendirmedim.
Bir gün Payitaht için aradılar ve diziyi Serdar Akar’ın çekeceğini söylediler. Kendisi çok beğendiğim bir yönetmendi, film platosu İzmit’teydi, rol de güzeldi. Kabul ettim. İlk sahnemi Selen Öztürk ve Özlem Conker ile çekiyoruz… Gece ve çok soğuk. Üşüyorum, etrafımda kameralar var. ‘3-2-1 motor’ dediler ve bir anda tüm sesler kesildi, dünya sustu. Tek bir şey var; Özlem, Selen ve ben bir oyun kurmaya çalışıyoruz. Büyülendim! Bu işi keşke daha önce yapsaymışım dedim kendime. Şimdi çok keyif alarak oynuyorum. Bu proje bana ‘Oyunculuk, her yerde oyunculuktur’u öğretti. Tabii ki tiyatro oyunculuğun er meydanı, orada akla kara ortaya çıkar. Ama dizi oyunculuğu da çok keyifli bir şey.
Şu an delice tutkun olduğum bir karakter yok. Oyuncu olarak farklı karakterleri oynamayı çok seviyorum ancak burada şöyle bir anımı aktarmak isterim: Benim hayalim, Engin Cezzar ile özdeşleşmiş olan ‘Keşanlı Ali Destanı’ oyunundaki Zilha karakterini oynamaktı. Merhum Engin Cezzar ile de öğrenci-öğretmen ilişkisinden öte bir bağımız vardı. Engin Hoca’yı kaybettikten sonra burada ‘Keşanlı Ali’nin oynanacağını öğrendim. Engin Hoca’nın ölüm haberini aldığım gün çok üzgünüm, ağlıyorum sürekli… Yanıma Engin Benli geldi, ‘Zeyno’cum üzülme, Engin Cezzar yoksa Engin Benli var’ diyerek beni avutmaya çalıştı. Derken ‘Keşanlı Ali’ kadrosu belli oldu; Engin Cezzar’ın rolünü Engin, Zilha’yı ben oynadım. Zilha karakteri çocukluğumdan beri hayalini kurduğum bir roldü. Engin Hoca’nın vefatından sonra bu rol bana teselli oldu. Sahnede her zaman onun ruhuna dua ederim.
‘Deli Bozuk Zilha’ demişler ona... Katilden bir kahraman yaratmalarına, dayısının katili bildiği Ali’yi putlaştırmalarına karşı çıkıyor. Çocukken oynamayı hayal ettiğim Zilha böyle değildi... Nurullah Abi (Tuncer) çok başka bir yerden baktı oyuna. Gözüne, yüreğine güvendiğim bir yönetmendir Nurullah Abi, bizi de ikna etti. Oyunun satır aralarında, Zilha’nın dayısı Çamur İhsan’dan bahsedilirken ‘Allah affetsin, yeğenine bile sataşırmış’ diye bir replik geçiyor. Ben Zilha’yı okurken, oynamayı hayal ederken tacize uğramış bir kadın olacağını görmezden gelmiştim. Nurullah Abi, bana bu kodu verdi ve bakış açımı değiştirdi.
Ülkemizde oyunculuğun kolay öğrenilip cebe atılacak bir iş olduğu düşünülüyor. Ben öğrenciliğimden beri workshopları takip ediyorum, okuyorum, yeni şeyler öğreniyorum. Bir oyuncunun ‘oldum’ dediği yer ‘öldüm’ dediği yerdir bence. Oyunculukta öğrenmek hiçbir zaman bitmiyor çünkü dünya yerinde durmuyor. Yeni yazarlar, yeni oyunlar çıkıyor. Oyuncunun takipte kalması, uyanık ve açık olması gerekiyor.
Fatih Sevdi ile birlikte çok keyifle oynadığım ‘Ayrılık’ oyunuyla İsmet Küntay Özendirme Ödülü’nü aldım. ‘Henry ve Alice’in Gizli Yaşamları’ oyunuyla Direklerarası Seyirci Ödülleri’nde En İyi Kadın Oyuncu ödülüne layık görüldüm.
Sadece işimi iyi yapmaya hem de en iyi şekilde yapmaya odaklıyım. Ben şu kısacık zamanda değerli bir şeyler bırakmak peşindeyim. Bunun bir savaşa, hırsa dönüşmesine gerek yok diye düşünüyorum. Ben küçük bir kız çocuğu iken ‘Tilbe Saran’ olmak istiyorum demişim. Benim oyunumu izleyen gencin, oyundan çıktıktan sonra ‘Zeynep Özan gibi bir oyuncu olmak istiyorum’ demesi bence bu dünyada kazanabileceğim en büyük zenginlik olur. Birilerine esin kaynağı olmak çok önemli.
Ezo’yu sık sık tiyatroya getiriyor ve sanatla iç içe büyümesini sağlıyorum. Bir çocuğun gelişimi anne babaya bağlı. Çocukluğumda annem beni tiyatroya götürmüş olmasaydı; tiyatronun hayalini kurmak, oyuncu olmak aklımda olmayabilirdi. Ben de her zaman Ezo için hangi etkinlikleri yapabilirim; onu hangi sergiye, hangi oyuna götürebilirim diye düşünüyorum.
NASIL ARANDI: #Zeynep Özan # şehir tiyatroları # tiyatro # sanat # kocaeli #