Yaz bitti, sıcak havalar yerini hafif rüzgarlara bıraktı. Bununla beraber güney illerimizde güneşli günler devam ediyor. Hala tatile çıkmamış olanlar, şu günlerde deniz-kum-güneş üçlüsünden ziyade kültür turları yapmayı tercih ediyor. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de Koronavirüs salgınıyla mücadele devam ediyor olsa da insanların tatil yapmaya, dinlenmeye ihtiyacı var. Ben de bu duygularla geçtiğimiz günlerde kısa bir kaçamak yaptım. Hem biraz dinlenmek hem de yeni yerler görmek için rotayı Antalya’ya çevirdim.
Antalya, masmavi bir denize, uzun sahillere ve çok güzel plajlara sahip olmasının yanı sıra büyük bir tarihi zenginliğe de ev sahipliği yapıyor. Akdeniz iklimine sahip olduğu için yaz mevsiminin uzun sürdüğü Antalya, her yıl yerli ve yabancı turistlerle dolup taşıyor. Elbette, ziyaret edilen yerlerin başında plajlar geliyor.
Konyaaltı ve Lara, Antalya’nın en popüler plajları. Şehir merkezine 3 kilometre mesafede yer alan; 7 kilometre uzunluğundaki Konyaaltı Plajı, Antalya’nın en büyük ve gözde plajı. Hem yerli hem yabancı tatilcilerin yoğun ilgi gösterdiği bu çakıllı halk plajının 4,5 kilometrelik kısmı mavi bayraklı. Ücretli ve ücretsiz bölümlerin bulunduğu Konyaaltı Plajı, bir süre önce yenilenerek çok daha güzel bir hale geldi. Kentin bir diğer mavi bayraklı plajı olan Lara ise ılık sularda yüzmek ve kum plajda güneşlenmek isteyenler için ideal bir seçim. Şehrin ilçelerinde de birbirinden güzel plajlar var. Her biri birer doğa harikası olan Alanya İncekum Plajı, Demre Plajı, Patara Plajı, Kaleiçi Mermerli Plajı, Phaselis Plajı, Çıralı-Olimpos Plajı ve Kaputaj Plajı da mutlaka görülmeli.
Peki, Antalya’da denize girmek dışında neler yapılır, nerelere gidilir? Turumuza, Kaleiçi’nden başlayalım… Kaleiçi, Antalya’nın Muratpaşa ilçesi sınırları içerisinde yer alan, tarihi kent merkezine verilen isim. Sokakları ve yapılarıyla Antalya tarihinin izlerini günümüze taşıyan Kaleiçi, adından anlaşılacağı gibi deniz ve kara surlarıyla çevrilmiş bir alanı kapsıyor. Aynı zamanda SİT alanı olan Kaleiçi, sadece Antalya’nın eski dönemlerdeki mimari özelliklerini değil insanların yaşam şekli, sosyal hayatları, davranışları ve geleneklerini de gözler önüne seriyor. Kaleiçi; daracık sokakları, tarihi evleri, otelleri, pansiyonları, hediyelik eşya mağazaları, halıcıları, restoranları, eğlence mekanları ve Antalya’nın simgesi olarak görülen Yivli Minare Camii ile turistlerin mutlaka ziyaret ettiği, çok etkileyici bir merkez.
Anadolu Selçuklu Hükümdarı I. Alaaddin Keykubat tarafından 1230 yılında inşa ettirilen Yivli Minare Camii, Anadolu Türk mimarisinde benzeri olmayan 38 metre yüksekliğindeki 8 yivli minaresiyle eşsiz bir yapı. Ayrıca, 6 kubbeli ibadet mekanıyla Anadolu’daki çok kubbeli cami tipinin, günümüze ulaşan en eski örneği olarak kabul ediliyor. Antalya’nın pek çok noktasından görülebilen ve kentin sembollerinden biri sayılan Yivli Minare Camii, Antalya’daki ilk İslami eserler arasında yer alıyor.
Antalya’nın mutlaka görülmesi gereken güzelliklerinden biri de tarihi saat kulesi. Şehrin tam merkezinde olduğu için ‘buluşma noktası’ olarak da kabul edilen saat kulesi, 1901 tarihinde inşa edilmiş. II. Abdülhamit döneminde, Sadrazam Küçük Sait Paşa tarafından yaptırılan 14 metre yüksekliğindeki kare planlı kulenin, 4 yüzünde de birer saat kadranı ve en tepesinde ise bir çan var. Bu çan, kulenin en eski parçası çünkü saatler zaman içinde dijital mekanizmayla değiştirilmiş. İhtişamıyla görenleri kendine hayran bırakan saat kulesinin hemen karşısında bulunan II. Attalos heykeli de ilginç hikayesiyle turistlerin ilgi odağı.
Bergama Kralı II. Attalos; İ.Ö. 158 yılında, Attaleia (Antalya) kentini, savunmaya daha elverişli gördüğü dik falezler arasındaki bu alanda kurmuş. Böylece krallığının sınırlarını Akdeniz’e kadar uzatmış ve bu sebepten dolayı heykeli şehir merkezine dikilmiş. Abisine düşkünlüğünden dolayı, ‘kardeşsever’ anlamına gelen ‘Philadelphos’ lakabıyla da tanınan II. Attalos, o dönemde yapılan binbir türlü entrikaya rağmen kardeşine karşı isyan etmemiş ve bu özelliğiyle kendisine Roma’da, ‘saygı ve sevgi gösterilen kişi’ anlamına gelen ‘Persona Grata’ unvanı da verilmiş. Bu deyim sonraları antik dünyada, kardeşler arası sevgi ve saygıya örnek olarak yerleşmiş.
Antalya’daki tüm tarihi yapılar arasında en iyi korunmuş olanların başında Hadrian yani Hadrianus Kapısı geliyor. M.S. 130 yılında Roma İmparatoru Hadrianus adına yaptırılan kapı, uzun süre kullanım dışı kaldığı için günümüze bozulmadan ulaşabilmiş. Kullanılmamasının sebebi ise sonradan yapılan surların, kapının bir tarafını kapatmış olması. Uzun yılların ardından surlar yıkılınca, kapı da gün yüzüne çıkmış. İki katlı, beyaz mermer sütunlu, oymalı ve kabartmalı zarif kapının altından mutlaka bir kere geçmelisiniz. Ayrıca, kapıdan geçerek Kaleiçi’ne de ulaşabilirsiniz. Antalya merkezini gezmenin en keyifli yanı, bir yerden girip başka bir yerden çıkabilmeniz ve böylece sürekli yeni keşifler yapabilmeniz. Halk dilinde ‘Üç Kapılar’ olarak bilinen tarihi Hadrianus Kapısı’nı Antalya’ya giderseniz mutlaka görün derim.
Bu gezide beni en çok heyecanlandıran durak, Aspendos oldu. Aspendos, Antalya’nın Serik ilçesinde bulunan, antik tiyatrosuyla meşhur bir antik kent. Aspendos Tiyatrosu, gerek mimari özellikleri gerekse iyi korunmasıyla Roma dönemi tiyatrolarının günümüzdeki en seçkin temsilcilerinden biri. Tanrılara ve devrin imparatorlarına adanan yapı, Roma tiyatro mimarisinin ve yapım tekniğinin son çizgilerini sergiliyor. Devrinin görkemli yapılarından biri olan Aspendos Tiyatrosu, 15–20 bin kişi kapasiteli. İmparator Marcus Aurelius devrinde (İ.S. 161–180) Theodoros’un oğlu mimar Zenon tarafından inşa edilmiş.
Girişin iki anında Grekçe ve Latince yazıtlardan, tiyatronun Curtius Crispinus ve Curtius Auspicatus adlı, şehrin zengini iki kardeşe yaptırıldığı anlaşılıyor. Tiyatronun yanında, şehrin ziyaret edilebilir en önemli kalıntıları olan suyolları var. Aspendos suyolu sistemi, antik suyollarının günümüze dek korunmuş en iyi örneklerinden. Genel görünümü; yaklaşık 1 kilometre uzunluğundaki kuzey-güney konumlu kemerli köprünün, her iki ucundaki su basınç kuleleri oluşturuyor. Önceleri şehrin suyu, tepede yer yer görülebilen ana kayaya oyulmuş armut şekilli sarnıçlarda toplanırmış. İ.S. 2. ve 3’üncü yüzyıllarda tüm yapılarla beraber suyolu sistemi de geliştirilerek suyun daha düzenli elde edilmesi sağlanmış. Tiyatronun yaslandığı, yer yer surlarla çevrili tepenin üzerinde ise şehir merkezinin yapıları olan agora, bazilika, anıtsal çeşme, meclis binası ile anıtsal tak, cadde, Hellenistik tapınak mutlaka görülmesi gereken kalıntılar.
NASIL ARANDI: #antalya # gezi # tarih # kültür # sanat # candar tümeğ # türkiye #