Haber: Nilgün ÇELEBİ
Dünyanın en önemli ve prestijli organizasyonlarından biri olan ‘57. Venedik Bienali’, bu yıl 13 Mayıs-26 Kasım tarihleri arasında düzenlendi. Eylül sonunda sadece bienali gezip görmek amacıyla gittiğim Venedik’teki çok önemli sergiler arasında, Damien Hirst’in sergisi iki farklı alanda; Palazzo Grossi ve Punto Della Dogana’da sanatseverlerle buluşuyordu.
Sergide, bir batıktan çıktığı söylenen, bilinmeyen bir geçmişe ait sanat eserleri görüyorsunuz.
21. Yüzyıl’ın Picasso’su olarak nitelendirilen sanatçının kariyerinin en kapsamlı ve en önemli sergisi olarak gösterilen bu sergi, gerçekten inanılmazdı.
Hazırlıkları 10 yıl süren sergide Hirst, ‘The Unbelievable’ adlı geminin enkazından çıkan buluntuları yorumluyordu. Serginin başlangıcında bizleri şöyle bir açıklama karşıladı:
“2008’de Doğu Afrika kıyıları açıklarında muazzam bir gemi enkaz alanı keşfedilmişti. Enkazdaki bulgular, M.S. 1’inci yüzyıl ortalarından, 2’nci yüzyıl başına kadar yaşayan ve Antakya’da serbest bırakılan bir esire ait Cif Amotan II efsanesinin doğruluğunu ispatlıyordu. Roma İmparatorluğu’nda eski esirler, sosyo ekonomik gelişimlerinin sağlanması amacıyla önceki patronlarının maddi gücü ölçüsünde, geniş olanaklara kavuşturulurdu.
Aulus Calidius Amotan olarak da anılan bu esirin hikayesi, özgürlüğüne kavuşurken muazzam bir servet edindiğini gösteriyordu. Aşırı büyük servetiyle böbürlenen Amotan, antik dünyanın bütün kültürlerinden topladığı sanat eserleri ile çok büyük bir koleksiyon oluşturmuştu. Özgür adamın yüz efsanevi hazinesi, koleksiyoner tarafından bir mabet olarak inşa ettirilen Apistos (Koini Yunancasında ‘inanılmaz’ anlamında) adlı devasa bir gemiye yüklenmişti. Maalesef bu gemi, bütün varlığını efsaneye emanet ederek ve bu hırs, tamahkarlık, debdebe ve kendini beğenmişlik hikayesinin on binlerce türevini üreterek battı.
Bu koleksiyon, 2008’de Azania’nın (Antik Yunanca’da tropik Güneydoğu Afrika’nın çeşitli bölgelerine verilen isim) antik ticaret limanı yakınlarında keşfedilene kadar yaklaşık 2000 yıl Hint Okyanusu’nun derinliklerinde yattı.
Bu sergi, kazıların başlamasından neredeyse 10 yıl sonra, bu olağanüstü keşiften ortaya çıkartılan eserleri bir araya getirmektedir. Heykellerin bir kısmı restore edilmeden, mercanlar ve diğer deniz canlıları üzerlerinde kabuk bağlamış ve adeta tanınmaz halde sergilenmektedir. Kurtarılan sanat eserlerinin bozulmadan önceki orijinal hallerini de hayal etmemizi sağlayan bir seri çağdaş müze kopyası da sergide yer almaktadır.”
Heykellerin bir kısmı restore edilmeden sergilenmiş.
Tam 20 asra yayılan bu hikayenin sonunda ulaştığımız serginin adı, ‘Treasures From the Wreck of the Unbelievable (İnanılmaz Gemisi’nin Enkazından Hazineler)’. Serginin girişinde hikâyenin inandırıcılığını artıran, bu heykellerin denizden çıkartılışını gösteren bir video da izliyoruz.
Sergide, bize bir batıktan çıktığı söylenen, bilinmeyen bir geçmişe ait sanat eserleri görüyoruz. Üzerlerinde mercanlar ve deniz kabuklarıyla sergilenen bu heykeller, neredeyse 2 bin yıldır su altının fantastik dünyasında gömülü olduklarına bizleri inandırıyor.
Hiçbir yerde bunun kurgu olduğu yazmıyor... Zaten böyle bir kurgu için önce bu heykellerin yapılıp sonra suyun altına yerleştirilmesi ve sonra da oradan çıkarılması gerekirdi. Kim yapardı ki böyle bir deliliği? Tabii ki Damien Hirst yapıyor. Venedik’te, neredeyse bienal kadar ilgi çeken sergisi ile sanat dünyasının en pahalı şakacısı olduğunu bir kere daha gösteriyor.
Serginin en büyük işlerinden olan, bakır taşından yapılmış Medusa heykelinin değeri 4 milyon dolar olarak belirlenmiş. 50 milyon poundluk bir operasyon olduğu söylenen serginin, rakamsal değerini düşününce Damien Hirst’ün gerçek bir dahi olduğuna iyice inandım. Başka kim kalkışabilirdi ki böyle bir işe?
Sergide birbirinden ilginç eserler görmek mümkün.
Kimilerine göre çağdaş sanatın ‘şaka’ yapmayı seven üreticisi Hirst, 2000’lerin ilk yıllarından bu yana yaptığı işler en çok konuşulan, en çok tartışılan, en çok eleştirilen ve en çok kazanan isimlerin başında geliyor.
Bu sergi için uzun süre ekibiyle birlikte su altında çalıştığı fısıltıları da yayılmış kulaktan kulağa. Damien Hirst ve ekibinin yaklaşık 250 adet heykeli deniz tabanına yerleştirdiği söylentileri sarmış sanat dünyasını. Bienal için gittiğim Venedik’te, Hirst’ün sergisini gezerken ne bu söylentilerden ne de bunun bir kurmaca olduğundan haberim vardı. Devasa heykellerin bizi karşıladığı ilk salondan itibaren, Cif Amotan II’nin batan gemisi hikayesine inanarak, büyük bir hayranlık ve hayretle gezdim bütün sergiyi.
Ziyaretçilerin, heykellere yakından bakarak, “Bunların ne kadarı deniz altından çıkmış?” sorusunu sorması; yer yer bir arkeoloji müzesini andıran camekanlardaki süs eşyası benzeri objelerin bir kısmının ‘gerçekten’ deniz altından çıkmış olabileceğini konuşmaları ve açıkçası rehberimizin de bu konuda hiçbir uyarıda bulunmamış olması, beni hikayeye iyice inandırmıştı.
Meğerse, 2 bin yıl önce batmış gemi hikayesi Damien Hirst’ün ‘uydurduğu’ bir kurguymuş. Eserler de bu kurgu doğrultusunda üçer örnekle karşımıza çıkarılmış: Orijinal versiyon, denizden çıkarılmış versiyon ve replika. Bunu öğrenince daha büyük bir şaşkınlık yaşadım.
Sanatçı doğrudan heykelleri çalışıp sergilemek yerine, bir de bunları su altına indirip geri çıkararak muazzam bir emeğe imza atmıştı. Tabii ki, mercanların yapaylığı, heykellerin mükemmelliği ve aralarında Walt Disney ile Mickey Mouse heykelinin bile olması aklımı karıştırmıştı ama yine de beynim böyle bir kurguyu inkar ediyordu.
2 bin yıl önce batmış gemi hikayesi Damien Hirst’ün ‘uydurduğu’ bir kurguymuş.
Sanatçının antik fantezileri, Maya rölyeflerinden Osmanlı kılıçlarına ve Yunan mitolojisine uzanarak neredeyse tüm eski eser kavramını kapsıyor. Aslında sanatçı, antik zamanlardan bugüne koleksiyoncu ve sanat hamisini de işin içine katarak bunları biriktiren, sergileyen ve gezen hepimizle dalgasını geçiyordu. Uyduruyor, yeniden üretiyor, fantezinin sınırlarını zorluyor ve öte yandan sanat tarihini hatırlatıyordu. Tam bu noktada iki tema, ‘sanat tarihiyle hesaplaşma’ ve ‘hikaye kurgulama’ kesişip Damien Hirst’ün muhteşem zekası ile kurgulanmış hikâyeler dünyasına yine en parıltılı, en ihtişamlı, en pahalı ve tabii ki en dikkat çeken katkıyı yapıyordu. Kimi salonların duvarlarındaki dev denizaltı çalışması fotoğraflarıyla desteklenen, bu ‘hikaye içinde hikaye’ kurgusu, sergideki eserleri yaratmaktan daha zordu bence. Yazının başında özetlemeye çalıştığım 2 bin yıl önce batan gemi hikayesi olmasa, bu eserlere bu kadar ilgi duyar mıydık? Camekânlı vitrinlerde gördüğümüz antik paralar nasıl bastırılmıştı? Eski çağlara ait tabak, çanak nasıl bu kadar gerçekçi yapılmıştı? Sanat camiası bu sorulara farklı cevaplar veriyor; ayakta alkışlayanlar da var, gereksiz ve abartılı bir gösteri olarak görenler de.
İnanılmazın Enkazından Hazineler, Hirst’in 2004 yılından beri İtalya’da gerçekleştirdiği en kapsamlı sergi.
Eğer bir şekilde dünyanın herhangi bir yerinde bir daha sergilenecek olursa, bir gününüzü bu sergiyi gezmeye mutlaka ayırmanızı öneririm.