26-04-2024 00:11

Bir şehir kaçkınının kaleminden LİKYA YOLU

2018-05-08    0 Kişi Yorum Yaptı   Eklenme Tarihi: 2018-05-08
.stripslashes($urun->baslik).

Melis Uman İzmitli bir gezgin, bir şehir kaçkını. Hayatını Antalya’nın Kaş ilçesinde doğa sporları yaparak ve sosyal sorumluluk projelerinde aktif roller üstlenerek sürdürüyor. Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Özel Eğitim bölümünden mezun olduktan sonra; tam da kendisini iş hayatının hızlı temposuna kaptırmış, üniversite yılları boyunca sürdürdüğü doğa sporlarıyla ilgili faaliyetlere de ara vermişken, eşiyle birlikte çıktığı Likya Yolu yürüyüşü hayatını değiştirmiş.

Fethiye-Antalya arasındaki 540 kilometrelik bu müthiş parkuru yürüyerek kat eden ve bu macera sırasında ‘büyükşehir insanı’ olmak istemediğini fark eden çift oldukça radikal bir kararla profesyonel iş yaşamlarına son verip Kaş’ın bir köyüne yerleşmiş. Şu anda doğanın tam kalbinde, sakin ve huzurlu bir yaşam süren Melis Uman, İzmit’ten Likya Yolu’na, oradan da Kaş’a uzanan hikayesini Kocaeli Life okurlarıyla paylaştı.

 

İzmit’te doğdum. Büyürken, yaşadığım mahallenin yokuşlarını ine çıka geçti çocukluk yıllarım. Şehrin coğrafyası, insanı şekillendiren etmenlerin başında geliyor. Yokuşta kurulu mahallelerde çocuk olmanın ve yaz aylarında sevilerek gidilen Kerpe-Kefken-Kumcağız çadır kampları üçlemesinin, şimdiki gezgin/şehir kaçkını halime zemin hazırlayabileceğini nereden bilebilirdim.

2005 yılında üniversiteyi kazanıp, okulun ilk gününde dağcılık ve doğa sporları kulübüne koşa koşa gittiğimde farkına vardım, doğaya olan tutkumun... O yıllarda Türkiye’nin farklı yerlerinde faaliyetlere gidiyorum kulüple birlikte. Benim için faaliyetlerin, derslerden daha önemli olduğu aşikar. Bir yandan da okulu bitirmem gerektiğinden, ders-kulüp aktivitelerinin dengede kalması için büyük çaba gösteriyorum ama aklım hep faaliyetlerde.

Neyse derken okul bitiyor, iş hayatı başlıyor. Yoğun çalışma günlerinde ne faaliyetler geliyor aklıma ne de dağcılık. Yaptığım iş mental olarak yorucu olduğundan, hafta sonlarını önceleri alışveriş merkezlerinde tüketerek geçiriyorum. Yok yetmiyor, hafta içi de öğle aralarında alışverişe gitmeye başlıyorum. Aldıklarım bir süre sonra dolaplara sığmaz oluyor, boşaltıp tekrar dolduruyorum fakat içimdeki boşluğun ne olduğunu bir türlü anlayamıyorum.

 

LİKYA YOLU’NU YÜRÜYELİM

Ardından Eray’la (eşim) tanışıyorum, onun da iş hayatından ne kadar sıkılmış olduğunu fark ediyorum. Eskilerden konuşurken çocukluğumuzda gittiğimiz kamplara geliyor mevzu. Eh işte 90’larda çocuk olmanın güzelliği… ‘Peki madem’ deyip, birlikte ilk kampımızı yapmaya karar veriyoruz. Kamptan dönüşte, uzun bir süre kampta geçirdiğimiz kısacık haftasonu tatilinin bize ne kattığını uzun uzun konuşup, ‘bir daha yapalım’ı sıkça birbirimize hatırlatıyoruz. Hal böyle olunca ikinci, üçüncü, dördüncü kamp derken, aradan zaman geçiyor ve düğünümüzde arkadaşlarımızın bize hediye etmiş olduğu 2 çift batona takılıyor gözümüz. ‘Bu batonlara Likya Yolu’nu yürümek yaraşır’ diyoruz.

Alışveriş merkezlerinde tüketimin dibine vurmuş olan ben, verdiğimiz kararla tüm kaynaklarımı profesyonel kamp malzemeleri almak için harcamaya başlıyorum ve bundan büyük bir keyif alıyorum. 2015 haziranında işlerimize kısa bir süreliğine ara verip, Likya Yolu’nu yürümeye başlamak üzere atlıyoruz Fethiye otobüsüne, geliyoruz Ölüdeniz’e.

Likya Yolu, Türkiye’nin en iyi ve ilk uzun mesafeli yürüyüş parkuru. Hatta dünyada sayılı yürüyüş rotaları arasında yer alyor. Likya Yolu parkurları, Fethiye- Antalya arasında yer alan, eski patikalar ve katır yollarından oluşan 540 kilometrelik bir rotayı kapsıyor ve tamamının yürünmesi ortalama 30 gün sürüyor. Likya Yolu’nun rotası, 1999 yılında İngiliz Kate Clow tarafından büyük bir özveriyle işaretlenip, doğaseverlerin keşfi için hazır hale getirilmiş.

 

BİTİREMEYECEĞİM GALİBA

Likya Yolu etaplarının hepsi birbirinden keyifli olmasına rağmen, sabah erken kalkıp, günde ortalama 8-10 saatlik yürüyüş planlamaları yapmanız gerekiyor. Kamp malzemelerinizi hafif ancak mevsime uygun seçmeniz de temel prensipler arasında olmalı. Yol boyunca yanınıza ne kadar az eşya alırsanız, sizin için o kadar avantajlı oluyor. Neden derseniz; ne kadar hafifseniz, yürürken o kadar az zorlanıyorsunuz. Fazladan aldığınız her parça bir süre sonra olduğundan daha ağır gelmeye başlayabiliyor. Annelerimizle pazara gittiğimizde taşımamız için bize verilen hafifçecik poşetlerin, yolun yarısına gelmeden nasıl da ağırlaşıp bizi kan ter içinde bıraktığını ve ‘sanırım eve varamayacağım’ hissiyatını hatırlasanıza. İşte tam da böyle bir his Likya Yolu’nun ilk günlerinde yaşadığımız.

‘Sanırım, akşam kalacağımız kamp alanına varamadan bir yerlerde kalmamız gerekecek’ gibi hissederken, bir de bakmışsın bir vadiye varmışsın, çadırını kurduğun noktadan gün batımını izliyorsun. Bundan daha kıymetli ne olabilir ki doğa severler için. ‘Yok ben kamp yapmayı tercih etmem’ diyenler için ise rotalar üzerinde konaklayabileceğiniz çeşitli pansiyonlar bulunuyor. Pansiyonları işletenler genelde o yörenin/köyün yerlisi. Coğrafyayı iyi tanıdıklarından dolayı size geldiğiniz yol ve gideceğiniz yol ile ilgili oldukça detaylı bilgi vermekten hiçbir zaman geri durmuyorlar.

 

NE GEREK VARDI Kİ?

Unutmadan ekleyelim, 2010 yılından beri parkurun yaklaşık 250 kilometrelik bölümünü kapsayan ve her gün bir etabı koşularak 6 etapta tamamlanan Likya Yolu Ultra Maratonu, 2018 yılında yenilenen tek etaplı parkurlarıyla katılımcılarına unutulmaz bir deneyim vaat ediyor olacak. Ölüdeniz’de başlayan ilk gün etabı Baba Dağı’nın eteklerinden, en tepesine tırmanarak başlıyor ve sonunda Kelebekler Vadisi’ne varıyor.

Gün batımını burada izlemek tarif edilemez, yalnızca yaşanabilir diye düşünenlerdenim. Gün boyu sırtınızdaki 25 kilogramlık çantanın verdiği acı ve tepenizden bakan kavurucu güneş dahil, ayaklarınıza inen kara suların şu dakikadan sonra ne önemi olabilir ki?

Ertesi sabah gün doğumunda yola koyulup yaklaşık 20 kilometre daha kat etmek, sonraki sabah yeniden bu planlamayı yaparak yollara düşmek… Öyle ki her gün, doğan Likya güneşi bedeninize sirayet ettiği an, iyileştirici bir güce dönüşüyor. Her sabah yenileniyorsunuz ve yola çıktığınız ilk günkü kadar heyecanla doluyor kalbiniz.

Yolun zaman zaman belki zor, belki manasız ya da ‘ne gerek vardı?’ hissiyatını yarattığı da olmuyor değil. Ben de yürürken zorlandığım her adımda ‘ne gerek vardı ki yollara düştük, düzen kurduğumuz şirin bir evimiz, iyi denebilecek iş olanaklarımız, sosyal güvencelerimiz, ayağımızı yerden kesen arabamız, hepsi vardı. Bunu kendimize neden yapıyoruz?’ diye düşündüm ama bunun cevabını o günlerde arasam da bulmamın imkânı yoktu. Nereden bakarsam bakayım doğayı sevmem dışında pek bir yanıt bulamıyordum.

 

KAŞ’TAKİ BİR KÖY EVİNDE…

İşte şimdi bu yazıyı; Likya Yolu bitiminde birkaç gün dinlenmek üzere geldiğimiz, ‘biz büyük şehir insanı olmak istemiyoruz, yüzümüz güneşe dönük olsun, elimiz toprağa değsin’ kararını aldığımız ve çok net bir kararla İstanbul’daki evi kapatıp, eşyaları satılığa çıkarıp, 15 gün içerisinde birer sırt çantasıyla dönüp yaşamaya karar verdiğimiz Kaş’taki bir köy evinden yazıyorum. Gecenin karanlığında tepenin arkasından doğan aya bakabilmenin mutluluğuyla, uzaklardan bir baykuşun şarkısı çalınıyor kulağıma.

Hal böyle olunca Likya Yolu’nu neden yürüdüğümüzü anlamlandırabilmek hiç de zor olmuyor. Şu hayatta yaşadığımız iyi-kötü, doğru-yanlış, kolay-zor diye nitelendirdiğimiz ne varsa, hepsinin bir sebebi var. Kalbimizin ısrarla baktığı noktaları görmezden gelmediğimiz her an, kendimizi bulmanın anahtarı niteliğinde diye düşünüyorum. Biz bu yol sayesinde kendimizi bulmak için bir yola çıktık.

‘Bulabildik mi, hala bulmaya çalışıyor muyuz ya da bir gün bulabilecek miyiz?’ diye düşünmeden, elimizden ne geliyorsa, samimi bir şekilde ortaya koyma çabasındayız. Bunu yaparken kendimizi hiçbir zaman yalnız hissetmedik çünkü buralarda düş kuran birçok dostumuz oldu ve kurduğumuz düşlerin etrafında birlikte pervane olduk. Ne mutlu bizlere ki doğasever düşbazlarla birlikteyiz.

NASIL ARANDI: #likya yolu # melis uman # fethiye ölüdeniz

YORUMLAR
Yaptığınız yorumlar editör onayından geçmektedir.