Şimdi bir kelime söyleyeceğim size, bakalım neler gelecek aklınıza… Ilgaz…
“Ilgaz” denince benim aklıma şu meşhuuur Ilgaz Dağları geliyor. Hani, bir türküde adı geçen dağlar, “Ilgaz Anadolu’nun sen yüce bir dağısın…” Bir de o büyük usta, Rıfat Ilgaz geliyor aklıma. “Rıfat Ilgaz” denince de aklıma, “Hababam Sınıfı” geliyor. Büyük ustanın, büyük eseri…
“‘Rıfat Ilgaz’ denince aklıma, ‘Hababam Sınıfı’ geliyor.” dediğimde, hiç yabancı karşılamadınız bu sözlerimi. Çünkü Rıfat Ilgaz, bütünleşmiş âdeta, “Hababam Sınıfı” ile… Bizim için, “Rıfat Ilgaz” demek, “Hababam Sınıfı” demek; “Hababam Sınıfı” demek, “Rıfat Ilgaz” demek. İnek Şaban, Güdük Necmi, Tulum Hayri, Kel Mahmut, Hafize Ana… Hepsi ayrı bir yer etti yüreğimizde…
Biz, Kel Mahmut’u, “Ön bahçede top oynuyormuşsunuz, oynatmam!” sözleriyle; Hafize Ana’yı şen kahkahalarıyla; Hababam Sınıfı’nı yaptığı türlü yaramazlıklarla tanıdık. Aslında farkında olmadan ülkemizdeki eğitim sisteminin bozukluğunu izledik o filmlerde… Kahkahalarla izlediğimiz, öğrencilerin kopya çektikleri o sahneler var ya, çok büyük bir ders niteliğindeydi. Bizim komik diye izlediğimiz o filmler, çok büyük ahlâk dersleri verdi bize. Gönül isterdi ki, bizzat Rıfat Ilgaz’dan dinleyeyim ‘Hababam Sınıfı’nı, hayatını…
Bu röportajımı, çok kıymetli bir isimle yaptım, Rıfat Ilgaz, onu çok yakından tanıyordu. Hatta röportajı yaptığım kişi de babası Rıfat Ilgaz’ın yolundan gidiyor, şu âna kadar iki kitabı yayınlandı. Eyvah, ben, az önce, “babası Rıfat Ilgaz” mı dedim? Hâlbuki tahmin etmenizi isteyecektim. Tutamıyorum ki ağzımı, söyleyiveriyorum! Evet efendim, babası gibi çok kıymetli bir yazar olan Aydın Ilgaz ile çok keyifli bir röportaj yaptık. Tahmin ettiğiniz üzere kâh ‘Hababam Sınıfı’ndan konuştuk, kâh babası Rıfat Ilgaz hakkında konuştuk, kâh yazarlığından bahsettik. Çok kıymetli bir sohbet gerçekleştirdik. ‘Efendim anne! Ne, Hababam Sınıfı mı başladı? Hemen geliyoruuum!’
Siz Aydın Amca ile yaptığımız kıymetli röportajı okuyadurun, ben televizyon başına geçip, ‘Hababam Sınıfı’ndaki esprilere tekrar kahkahalarla güleceğim.
Soruyu şu açıdan ters çevirelim; aslında Rıfat Ilgaz’ın yaşamının ta kendisidir. Ama, “Hababam Sınıfı” anlatılan bir anın bir başkasına anlatılması ve o kişinin yazması şeklinde yazılmamıştır. Rıfat Ilgaz’ın elinde bir fırça var, doğaya bakıyor. Diyelim ki, ormanın resmini çiziyor. O ormandaki ağaçları çizerken gördüklerini, aklında kalanları çiziyor. O da öğrencilik ve öğretmenlik yaptığı için, benim gibi yatılı okuyan bir oğlu da olduğundan yazarken bunlardan etkilenmiştir. Ben, yatılı okurken, çarşamba günü öğleden sonra izinliydik. Babama giderdim. O da cumartesi günü için, “Dolmuş” adlı mizah dergisinde çıkacak yazıyı hazırlardı. Bazen sorardı, “Okulda ne oldu bugün?” diye, yeni bir konu bulabilmek için. Ben, okulda olanları anlatırdım ama o, aynısını yazmazdı. Bir anısını hatırlardı ve onunla harmanlayarak yazardı. Mesela; Rıfat Ilgaz’ın, “Kel Mahmut”u aslında kendi öğretmenidir. “Hababam Sınıfı”ndaki bütün öğretmenlerde, iyi bir öğretmen modelinden özellikler vardır. Kilden heykel yapıp da toprağın her cinsinden koymak gibi. Bu artık onun mizah yazarlığından, daha doğrusu yazarlığından gelen bir özellik. Birinden dinlediğin bir öyküyü birebir yazmak değil. O yüzden, “Hababam Sınıfı”ndaki öğretmenler, Türkiye’deki bütün çocukların, gençlerin, “Aaa, bu öğretmen bizim öğretmen!” diyeceği, öğretmenlerde bulunan ortak özellikleri edinmiş öğretmenler. Bir ortak nokta vardır; Galatasaray Lisesi’nde okuyan da “Bu öğretmen bizim okuldaki.” der, Haydarpaşa Lisesi’nde okuyan da “Bu öğretmen bizim okuldaki.” der. “Hababam Sınıfı”, çoğunluk olarak, Rıfat Ilgaz’ın, Kastamonu Muallim Mektebi’nde yaşadıklarının, kendi yaşamının eseridir. Arının her çiçekte polen toplayıp bal oluşturması gibi bir şey. Her çiçeğin poleni vardır balda.
“Hababam Sınıfı”nın kitabını okudun mu sen?
Kitabı okursan ve yazdıklarını da ona göre yazarsan iyi olur. Çünkü “Hababam Sınıfı” filmleri ticari. Kemal Sunal’a göre uyarlanmış; inek sesi çıkaran, konuşurken öğretmene, “Mööö.” diyen bir karakter var filmde. Kitabı okurken şöyle oku; aslında biz çalışkan çocuğa “inek” deriz, değil mi? “inek” denen kişiler, çalışkandır, okul kurallarına uyan kişilerdir. Babam, Kemal Sunal için, “O kadar benimsedi ki, kendini inek sanıyor” derdi.
Babam aynı zamanda çok iyi bir şair. Babamın, toplumcu ve gerçekçi arkadaşları vardı. Toplumcu gerçekçi edebiyat demek; toplumu ve gerçekleri yazmaktır. Yani hayal kurmayarak, başkalarının anısından kendi anılarıymış gibi bahsetmeyerek, gerçeği, gördüğünü yazan demektir. Mesela; “Halime Kaptan” adlı romanda Halime Kaptan’ın hayatını anlatıyor. Bu kitabı milyonlarca kişi okudu. Demek ki, bir kadının kahraman olmasının, erkekten daha güçlü olmasının özlemini çekiyoruz, doğru olan bu olduğundan. Çünkü bizi yetiştiren analarımızın özelliklerindendir meşakkat… Sırtında yük taşıyan köylü kadın, keçi sağan, inek sağan, tarla süren kadınlar… Babaların yaptığından da çok iyi yaparlar. O zaman Rıfat Ilgaz gerçeği yazıyor. Gördüğünü abartmıyor, süslemiyor. Ne gördüyse yazıyor, öyle olunca, bu da edebiyatın toplumu anlatan bölümü oluyor. “Hababam Sınıfı” da Türkiye’deki eğitim sistemindeki bozukluğunu anlatır.
O günkü savaşı, kadının çektiği sıkıntıyı, mermi taşırken düşmanları kovalamasını, kadın olduğu için korsanların ona saldırması, erkek olduğu zannedildiğinden Osmanlı’nın asker kaçağı olduğunu düşünüp onu yakalamaya çalışması… Bunca şeyin içinde vatanı için yararlı işler yapıyor.
Orada yazmaya başladı zaten. Hem de “Stepne” takma adıyla yazıyordu.
O zamanlarda, “Sınıf” adlı bir şiir yazmıştı. O yıllarda sansür vardı. Nâzım da şiir yazıyordu o dönemde, bütün şairler şiir yazıyordu. Toplumu eleştirdikleri için sansürleniyordu şiirleri. Rıfat Ilgaz’ın şiir kitabının kapağı kırmızı renkli diye 40’lı yıllarda şairliğinin üzerinden baskı yapmışlardır. Daha doğrusu, tutuklanmıştır, altı ay hapis yatmıştır Rıfat Ilgaz. Çocuklar için yazdığı şiirleri, “Sınıf” adlı şiir kitabında toplamıştır. Mesela, kitabın kapağında, “Devrim Kitabevi” yazar, “Vay, sen devrim mi yapmak istiyorsun?” derlermiş. Hâlbuki devrim, “Süper Baba” dizisinde oynayan İhsan Devrim’in soyadı. Adam soyadından yayınevi kurmuş. Onları araştırmadan adamcağızı, babamı suçladılar, “Sen devrim mi yapacaksın?” diye. Bu sebeple, o zamanki şairler ve yazarlar, takma isim kullanırlarmış. Derginin adı olan “Dolmuş”, bindiğimiz minibüslerdir aslında. Onun yedek lastiği anlamına gelir “Stepne”, dolmuşun bir parçasıdır. Mesela bazı yazarlar, “vites”, “ikinci vites”, “üçüncü vites”, “korna” gibi takma isimler kullanmışlardır. Babamın takma adı da, “Stepne”dir.
Babamın bir şiiri var, onu söyleyeyim; “Sınıfın ozanıyım mimli/Hababam Sınıfı’nın yazarıyım ünlü.”. Bu arada, “mimli” sakıncalı demek. Kim ne derse desin, “Hep çocuklar için yazdım.” der Rıfat Ilgaz, babam bir öğretmen olduğu için. Yine bir şiirinde şöyle der; “Hayatta iki iş yaptım köklüce/Biri çocukları okutmaktı, ilk işim/İkincisi de yazdığımı çocuklara okutmak.”
Aaa, tabii! Rıfat Ilgaz’ın şiirlerini topladığı şiir kitabının adının, “Sınıf” olmasının nedeni, öğretmenlik yaptığı okuldan bahsetmesidir. Fakat bazı kişiler bu ismi yanlış anlamış. İşçi sınıfıyla vb. karıştırmışlardır. Hakim, “sınıf” kelimesini karıştırdığından Rıfat Ilgaz boşu boşuna hapis yattı. Şiir kitabının adındaki, “sınıf”, okuldaki sınıftır. Babam, on yedi sene boyunca öğretmenlik yaptı. Önce Anadolu’nun en ücra köşelerinde ilkokul öğretmenliği yaptı, sonrasında Gazi Terbiye Üniversitesi’nde öğretmenlik yapmaya başladı. Orada hem edebiyat hem de felsefe okutuyordu. Sonra Karagümrük Ortaokulu’nda öğretmenlik yaptı. Aslında öğretmendi Rıfat Ilgaz. Öğretmen olduğu için çok övünürdü.
Özel hayatında çok sabırlıydı. Bir olay olduğunda, senin önce o olayı çözmeni ister, sinirlenmezdi. Ben, babamın bana bağırdığını pek hatırlamıyorum. Daha çok anlatarak öğretmeyi ister. Sopayla öğretmez de sözle öğretirdi. Sabırlı ve iyi bir Kel Mahmut da odur bana göre.
Kitaptaki Güdük Necmi, arabulucudur. Rıfat Ilgaz, filmdeki Güdük Necmi gibi değildi. Şöyle bir örnek vereyim; “Hababam Sınıfı”ndaki Kel Mahmut, babamın Kastamonu Muallim Mektebi’ndeki bir öğretmeni. Babamın öğretmeni, bir gün, “Hababam Sınıfı”nın bir filmini izlemiş. Babama bir mektup yazmış. Bu mektup, bir tiyatro eserinin kitaplaşmış hâlinde, ince olanların birinde yazar. Babam, ondan biraz çekiniyor, “Acaba ne der?” diye düşünüyor. Öğretmeni, kendini o filmde bulmuş. Mektubunda babama diyor ki; “Filmi apartmandakilerle birlikte izledik. Senin bana, “Kel Mahmut” adını takman hoşuma gitti. Beni çok onurlandırdın. Apartmanda benimle birlikte filmi izleyen arkadaşlarımın yanında bana benzeyen bir karakterin yer aldığı bir filmi izlemek beni çok mutlu etti. Beni böyle anlattığın için çok teşekkür ederim.” Bana bu mektubu okumuştu babam. Demişti ki, “Yahu, ben adam kızar diye düşünürken mutluluğunu dile getirdi.” Sonra babamın o öğretmeninin evine gittik biz ziyarete. Bir de baktık ki, Kel Mahmut’un upuzun saçları var. Seksen dört yaşındaydı ancak saçları dökülmemişti bile. Fotoğrafı da var. Bir robdöşambr giymiş, evinde bizi bekliyordu. Aralarında on iki on-üç yaş fark var aralarında ama babam, onun yanında çocuk gibiydi. O gün, öğretmeninin yanına gittiğimizde, öğretmenine çok saygı gösteren bir öğrenci gibiydi. Çok hoşuma gitmişti babamın öğretmenine gösterdiği saygı. Babamın öğretmenlerine olan saygısı hiç değişmedi, kutsal görürdü onları. Öğretmeninin bir kızı vardı orada. O zamanlarda, Atatürk, Kastamonu’ya gittiği zaman, şapka devriminin olduğu günlerde gitmiş, bir koltuğa oturmuş. Koltuğu, açıkta, kırda bir yere koymuşlar. Onun ayağının ucunda da bir köpek varmış. Bu arada, Kel Mahmut’un asıl adı, “Nihat Dicle” Nihat Dicle’nin eşi de Türkiye’de ilk kadın milletvekili seçilmiş o yıllarda. Babam bundan dolayı çok gurur duyardı, “Benim öğretmenimin eşi Türkiye’deki ilk kadın milletvekilidir.” diye. Babamın öğretmeninin o zamanlardaki sekiz yaşındaki kızı, dağlardan çiçek toplamış, Atatürk’e topladığı çiçekleri verirken, Atatürk’ün yanında, Yunan subayının bırakıp gittiği bir av köpeği varmış. Kahverengi, bakımlı bir av köpeğiymiş. Kız da köpeği görünce, çiçekleri Atatürk’e verdikten sonra, “Köpek ne kadar güzel.” demiş ona ve başlamış köpeği sevmeye. Atatürk, o küçük kıza, “Sen bu köpeği mi daha çok seviyorsun yoksa beni mi?” diye sormuş. Orada bütün önemli kişiler, milletvekilleri, komutanlar var o esnada. Kız da içinden geldiği gibi yanıtlamış bu soruyu, “Ben köpeği daha çok seviyorum.” Oradaki herkes, beklemiş ki Atatürk’ü daha çok sevdiğini söylesin. Atatürk, “Neden?” diye sormuş. Küçük kız, “Çünkü o sizi koruyor.” demiş. Bu yanıt, herkesin çok hoşuna gitmiş, “Sekiz yaşındaki çocuk bunu nasıl düşünür?” diye düşünmüşler. O gün bunu da anlatmıştı babamın öğretmeni. Senin yazıya dökeceğin, yaptığımız bu röportajda, işin mutfağını da anlatacaksın. Bazı yerleri öne çıkart ki, “Hababam Sınıfı”nın öyle uyduruk, sıradan, düşünülmeden, vakit dolsun diye yazılmadığını bilsinler. Ziyaret ettiğim birçok okulda, “Hababam Sınıfı”nı tiyatro sahnesinde, karakterlere bürünüp oynuyordu çocuklar. Mesela ben, “Kabotaj Erkek Lisesi” mezunuyum. Çocuklar, büyüklerden daha iyi canlandırıyor karakterleri. Çünkü kendilerini oynuyorlar orada. Tiyatro olan hâlini okursan, daha iyi anlayacaksın söylediğimi. “Hababam Sınıfı”nın daha filmi yapılmamışken, Zeki Alasya ve Metin Akpınar tiyatro oyununda oynadılar. Bu tiyatro oyununda oynayan ve ilk, “İnek Şaban”, bir kadındır; Suzan Uslan’dır.
Suzan Uslan’ı çok yakından tanıyorum, aile dostumuzdu kendisi. Babam ona çok takılırdı, “Her şeyi çok güzel yapıyorsun ama tiyatro oyununda, tuvaletin önünde dururken kız gibi duruyorsun.” derdi. Erkekler, tuvalete girmek için birbirlerine bağırırlar kitapta. “Tiyatro oyununda tuvaleti gelmiş kız gibi hareketler yapıyorsun, biraz erkek gibi hareketler yap. Çok belli oluyor kız olduğun, açık veriyorsun.” derdi babam, gülüşürdük. Aslında çok kıymetli sanatçılar, o tiyatro oyunuyla meşhur oldu. Babam hiç, “Hababam Sınıfı”nın filmlerini izlemedi, sevmezdi de. Çünkü kitapta yazılanların dışında, uyduruk şeyler yer alıyordu filmde. Filmin rejisörü, öne çıkmak için ne acı ki, uyduruk şeyler eklemişti filme. Rıfat Ilgaz’ın yazdığı düşünülmesin diye uyduruk, kitabın dışında şeyler eklenmişti filme. Babam buna çok kızmıştı. Şu anda telif hakkı var Türkiye’de. Büyüklerine sorarsın ne demek olduğunu. Yazarın kitabını alıp istedikleri gibi değiştiriyorlar. Sonra da, “Ben yazdım.” diyorlar. Saygısızlıktır bu. Yıllar sonra, yazarın Rıfat Ilgaz olduğu belirtildi “Hababam Sınıfı” filmlerinde. Şairin şiirinin altına, ben yazdım, diye kendi adını yazarlar. Can Yücel’in şiirlerinde çok yapılır bu. O yüzden hep dikkat etmek gerekir. Bir emektir, bir eserdir o. Bir yağlı boya tabloyu, ben yaptım, diye gösterip satmaya benzer. Çok ayıptır. Ama Türkiye’de bu, ayıp olarak görülmüyor maalesef.
Bilemiyorum. Eğer av köpeğiyse, olabilir. Atatürk orada da bir büyüklük yapmıştır. O köpeği sahiplenmesi olayı da şöyledir; giden Yunan komutanının yani bizim kilere, bizim askerlerimize saldıran Yunan komutanının kaçarken bıraktığı köpeğe yazık olmasın diye ona sahip çıkmıştır. Bu da Atatürk’ün hayvan sevgisini gösterir. O köpek, bildiğimiz av köpeği, hani şu kuş yakalayan av köpeklerinden. Dediğim gibi, eğer Atatürk’ün Anıtkabir’deki köpeği de av köpeğiyse, o köpek öyküdeki köpek olabilir.
“Hababam Sınıfı” filmlerinde bazı bozuk taraflar var. Babamın şöyle bir sözü vardır, o filmlerin hiçbiri buna uymaz; “Kötü öğretmen yoktur, kötü öğrenci yoktur, kötü veli yoktur, kötü eğitim sistemi vardır.” Halit Akçatepe, bir ara, “Ben yazdım.” diyerek bir edepsizlik yapmıştır. Bir filmde, veliler kötülenmiştir. Bir film, durmadan öğrencilerin ailesini kötüler. Bir film, öğretmenlerin zayıflıklarını ortaya çıkarır. Mesela, bir filmde, okulun müdürü, ”Burası bir ticarethane.” der… Bir kere, Rıfat Ilgaz’ın okulu, parasız ve yatılı bir okuldur. Bireylerin okulları, öyle vakıf falan değildi. Ahmet diye biri çıkar, okul açardı. Bunlara çok karşıydı babam. Babamın dünya görüşü, hayata bakışı, öğretmenliği o filmlerde yansıtılmaz. Mesela, “Hababam Sınıfı”nın bir filminde, Tarık Akan, Damat Ferit rolüyle okula çocuğunu getirir. Bugün, Türkiye’de, liseye giden hangi çocuk çocuğunu okula getirir? Hangi yöneticiler, hangi öğretmenler, “Getir, evdeki çocuklara bakalım.” der?
E tabii! Eğer kitaptakiler, “Hababam Sınıfı” filmlerine yansıtılırsa, Türkiye’de okullardaki eğitim sisteminin iyi olmadığı çıkar ortaya. Film iş yapmaz diye de korkmuştur adamlar, filmciler. “Hababam Sınıfı” filmleri, sansürden etkilenmiştir. O zamanlarda sansürü, Türkiye’nin en önemli adamı olan Atıf Yılmaz, ki meşhur biri, yapmıştı. Filmlerde öğretmene, “Kel Mahmut” denmiştir. Sansürden dolayı o, o şekilde geçmemiştir filmlere, “Mahmut Hoca” şeklinde geçmiştir. O yüzden de Atıf Yılmaz film yapamamıştır. Çünkü adı, “Kel Mahmut” olan öğretmenin adını, “Mahmut Hoca” yapmıştır. “Hababam Sınıfı” filmlerine, Rıfat Ilgaz’ın düşünmediği bazı şeyleri koymuşlardır. Örneğin; “Hababam Sınıfı Dokuz Doğuruyor” adlı bir eseri yok babamın. Babamın üç tane tiyatro oyunu var, iki tane romanı var; “Hababam Sınıfı Sınıfta Kaldı”, “Hababam Sınıfı Baskında”, “Hababam Sınıfı Uyanıyor”, bir de 1986 yılında yazdığı, “Hababam Sınıfı İcraatın İçinde” Diğer bütün Diğer “Hababam Sınıfı” filmleri, başkalarının uydurduklarıdır, film diye gösterilen. “İnek Şaban” diye film bile yaptılar. Onun adı, “İnek Şaban” değil ki! Hayat bilgisi diye babamın bu eserlerinin uyduruklarını, taklidini yaptılar. Rıfat Ilgaz’ı çok üzmüşlerdir. Tarık Akna, sonra çok güzel bir film yaptı, “Karartma Geceleri” diye. O filmin kitabını da oku, tavsiye ederim. O kitap, on iki tane ödül aldı Dünya’da.
O film, on iki tane ödül aldı Dünya’da hem yurtiçinde hem de yurtdışında. Kimse o eserin jeneriğini, içeriğini değiştirmediği için o film birçok ödül almıştır.
Not verseydi, “0 (sıfır)” verirdi.
Bir kere, Rıfat Ilgaz, ezbere karşıydı, kopyaya karşıydı ve öğretmen gelince asker gibi ayağa kalkmaya yani aşırı saygıya karşıydı. Bilemiyorum, okullarda hâlâ var mı?
Rıfat Ilgaz, test sistemine de karşıydı. Mesela, on dört tane soru var ve hepsi test. Çocuk hepsini uyduruyor, bir tanesi doğru çıkıyor. Örneğin; “Atatürk 1880 yılında mı, 1950’de mi, 1999’da mı yoksa 1881 yılında mı doğdu?” diye soru soruluyor. Biraz kafanı çalıştırırsan iki tane yılın Atatürk’ün yaşına uymadığını görüp 1880’i veya 1881’i işaretlersin. Ama Atatürk’ün annesinin, babasının kim olduğunu bilmeden sadece doğum tarihini ezberlemiş olmak bize bir şey kazandırmaz. Mesela Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u hangi tarihte fethettiğini biliyorsan, her şeyi biliyormuş gibi olursun. Aslında olayı bilmek önemli, o olayın içindeki bir sayıyı bilmek değil… Bizim eğitim sistemimizin bozukluğunun nedeni, çocuğun kendi kafasıyla bir şey yapamıyor olması. Sadece sayıları ezberliyor.
Önümde öyle yazarlar var ki… Saysan; Yaşar Kemâl, Orhan Kemâl, Nâzım Hikmet, Karadeniz’den Rıfat Ilgaz… Bu kıymetli yazarların arasından, “Ben yazarım.” diyerek çıkmak benim için zor bir iş. Ben, en zor zamanlarında yayıncısı oldum babamın. On iki Eylül’de tutuklanmıştı. Ben, Türk Hava Yolları’nda üst düzey yöneticiydim. 80’li yıllarda bu sıkıntıları yaşadım. Rıfat Ilgaz’ın hakkı olan yere gelmesi için çaba gösterdim. Ona karşı çok haksızlıklar yapıldı. Türkiye’de farklı konumlarda olursan, şunun gibi bu; kalitesiz bir kumaşı, kaliteliymiş, çok iyi ütü tutarmış gibi gösterilmesi sonucu aldığında pişman olursun. Edebiyat da öyle. Çocuklarımızın öğrenmesi gereken birçok şeyi öğretmeyiz onlara ne yazık ki… Ben, Amerika’da da yedi sene kaldım. Türkiye’deki eğitim sisteminin, oradaki eğitim sistemine hiç benzemediğini gördüm. Bizim ülkemizde ezbere dayalıdır. Kopya çekilir, başkasının yaptığı eserleri, “Ben yaptım.” denilir burada. Ahlâk, etik denilen o kişilik özelliği fazla oluşmuyor bizde. Öğrenciye öğretilmiyor bu. Üniversitelerde birçok kişiye kopyalar verildi. O kişiler, bizim ülkemizde, kopya çekerek üniversite kazandılar. Bu, başka ülkelerde pek rastlanmayan bir şey. Çünkü senin çalışarak kazandığını, bir başkası soruların yanıtlarını alıp, “Bunları ben yaptım.” diyerek kazanıyor. O yüzden babam çalınan eserlere karşıydı. Filmlerde vb. “Hababam Sınıfı”nın içinden birkaç şeyi çalıyorlar; öğrencilerin kopya çekmesini, Kel Mahmut’un taklitleri… Ama niye başka bir eser yapmıyorlar da oradan çalıyorlar? O sebeple, bir kere, eğitimin ahlâklı olması lâzım.
Mutlaka öyledir. Çünkü birçok şey Almanya gibi ülkeler tarafından araştırılıyor laboratuvarlarda. Biz, onlardan ilaçları alıyoruz, arabayı onlardan alıyoruz, teknolojiyi onlardan alıyoruz… Televizyonun nasıl bir şey olduğunu Amerikalı keşfediyor, biz de kopya çekiyoruz, “Gönder kutusunu bize, biz de içini dolduralım.” diyoruz.
Öncelikle, bu dergide sana böyle bir köşe verdiği için imtiyaz sahibi Cemre Kılıç’a saygılarımı sunuyorum. İnşaAllah yazdıkların ses getirir, birçok kişi okur. Sen, çok güzel bir hizmet yapıyorsun. Babam derdi ki, “Ben, büyüklerden çok küçüklere bir şeyler anlatırım, vakit ayırırım.” Ben de, senin yeni başarılara kavuşman için büyük biriymişsin gibi anlattım sana bunları.
Ama o zaman siz ilerde başarılı olamazsınız ki… “Benim vaktim yok.” deseydim sana, hevesini kırmış olurdum. “Benim vaktim yok seninle konuşmaya. Sen kimsin ki!” denirse çocuklar küçümsenmiş olur. Öyle bir şey deseydim, senin bütün hevesini kırardım. Belki bir daha kitap bile okumazdım. Şimdi, kitap okumanın önemini daha iyi anladın. Çünkü sen, bir yazar hakkındaki bilgilere sahipsin, ki birçok kişi bilmiyor onları. Sen bundan gurur duyup bunları yazıya dökeceksin. Hevesini kırsaydım ben senin, “Git kardeşim, ansiklopedilerden bak’ Ben, ünlü bir adamım. Benim gibi önemli adamlarla konuşamazsın sen!” deseydim olmazdı. Çünkü dediğim gibi, hevesin kırılırdı. Öyle kasıntı tipler vardır. Bilakis, elinden tutmam lâzım ki, yarının iyi, başarılı bir yazarı olabilesin.
İnşaAllah başarılı bir kişi, yazar olursun. Ailen sana belki, “Yazarlığı hobi olarak yap.” der, sen, Köln Üniversitesi’nde başka bir mesleğin bölümünü okursun. Hangi mesleği yapmak istiyorsun?
Oku, avukat ol ki Türkiye’de dışındaki adliyelerde halkımızı koru. Birçok kişi yeterince dil bilmediğinden, başka meslek de bilmediğinden pek de başarılı olamıyoruz. O sebeple, iyi bir şekilde birkaç dil bilmek çok önemli. Avukat olduğunda dünya yasalarını uygulamak çok daha önemli. Ben, senin başarılı olacağına inanıyorum. Arkanda seni destekleyen annen ve baban olduktan sonra… Babanın subay olduğunu söylemiştin, rütbesi ne?
Şerefli Türk ordusunun albayı, öyle mi?
Çok saygı duydum. İnşaAllah memleketimizin başına bela gelmez, koruyucusu olur memleketimizin. Babana, saygılarımı ve sevgilerimi ilet.
Annen ne iş yapıyor?
Bak, o da katkıda bulunuyor memlekete, her şeye… Ne mutlu ki senin gibi bir kız yetiştirmişler. Senin gibi bir evlat yetiştirdikleri için anneni ve babanı, böyle güzel işler yaptığın için de seni tebrik ediyorum.
İnşaAllah. Seninle de ailenle de tanışırız.
Bu güzel ve özel röportaj için Aydın Amca’ya ve kendisine ulaşmamda bana yardımcı olan oğlu Anıl Abi’ye çok ama çok teşekkür ederim. İyi ki sizin gibi kıymetli büyüklerim var.
NASIL ARANDI: #bilge çolak # röportaj # söyleşi # rıfat ılgaz # aydın ılgaz # kitap # edebiyat # yazar # hababam sınıfı #