Bir yıl daha göz açıp kapayana kadar geldi geçti. Dünyamızın maruz kaldığı hastalıklar, savaşlar, ekonomik krizler gibi negatif atmosferlerden beynimizi biraz olsun uzaklaştırabilmek, yeni kültürler tanımak, ilginç yerler keşfetmek ve bilgimizi arttırmak için kendimize yapacağımız en güzel yatırım: Seyahat etmek… “İyi de seyahat etmek için para lazım” dediğinizi duyar gibi oldum. Aslında seyahat etmek için büyük bütçeler ayırmanıza gerek yok. Alışkanlıklarınızı kontrol edin; her gün yaptığınız halde size pozitif bir katkı sağlamayan, sağlığınızı negatif etkileyen alışkanlıklarınızı bırakıp, onlara harcadığınız paraları bir kenara koyun. O birikimlerle nerelere gidebileceğinize inanamayacaksınız! Yeni yılda sağlık, mutluluk ve seyahat dolu günler dilerim. Her şey gönlünüzce olsun.
Yılın bu zamanlarında sıcağı sevenler; Güneydoğu Asya, Orta Amerika, Avustralya ve Afrika’daki ülkelere kaçıyor. Tabii o kadar yol yapmışken, biraz uzun kalmak lazım. O nedenle biz, soğuk da olsa kışın yakın mesafelere seyahat ediyoruz. Son yılların trendlerinden olan “Noel Pazarları Turları”na katılmak eğlenceli oluyor. Geçen yıl Yunanistan’ın Drama şehrinde kurulan Noel pazarını ziyaret ederek, izlenimlerimi siz değerli okurlarla paylaşmıştım. Bu yıl da Romanya’daki pazarları görmek istiyordum ancak seyahat arkadaşlarımdan olan Nurten Kartal araştırmaları esnasında 6 günlük “Yunanistan İncileri” turundan bahsetti. İncelemelerimiz sonucunda, bu turun oldukça cazip olduğunu gördük.
Gerçi tur kapsamındaki birçok şehri daha önceleri ziyaret etmiştim ama Yanya, Parga, Preveze vb. gibi tarihimiz açısından önem arz eden şehirleri, Korint Geçidi’ni ve sarp kayaların üzerine inşa edilmiş manastırlarıyla göz kamaştıran Meteora’yı daha önce görmemiştim. Atina ve Selanik’teki Noel pazarlarını da gezebileceğimizi görünce hem kültür hem Noel pazarı turu yani bir taşla iki kuş vurmak için ideal bir seyahat diye düşündük. Tek sorun o kadar uzun bir yolculuğu otobüsle katetmek zor olabilirdi ama birkaç ay önce yaptığımız Baltık turunda otobüsle çok uzun yollar gitmiştik. Deneyim ve tecrübelerimize dayanarak tura kaydımızı yaptırdık. Biz İzmit’ten katıldığımız için ilk durak olan İstanbul Kadıköy’den otobüse bindik. Birkaç noktadan yolcu aldıktan sonra Tekirdağ – Malkara – Keşan – İpsala yol güzergahını izleyerek İpsala sınır kapısına ulaştık. İpsala ve Yunanistan Kipi sınır kapısındaki çıkış işlemlerinin ardından Yunanistan’a giriş yaptık. Kahvaltı molası verdikten sonra Meteora’ya doğru yola koyulduk. Gümrüklerde fazla kuyruk yoksa İstanbul’dan Meteora’ya varmak yaklaşık dokuz, molaları da sayarsanız on saat sürüyor. O kadar saati otobüste geçiremem derseniz, Atina’ya veya Selanik’e uçup, oradan trenle veya araç kiralayarak geçebilirsiniz.
Meteora
Meteora, Yunanistan’ın Kalambaka kasabası yakınlarında bulunan kayalık bir bölge. Hristiyanlığın ilk dönemlerinde Ortodoks rahipler inzivaya çekilmek üzere bölgedeki kayaların üzerlerine manastırlar inşa etmiş. Hristiyanlık inancına göre manastırlar ne kadar yüksekte olursa, Tanrıya o kadar yakın olduklarını düşündüklerinden, bu sarp kayalıklara ulaşım olmasa da yirmi dört adet manastır inşa etmeyi başarmışlar. Günümüzde manastırların sadece altısı ayakta kalmış ve bu yapılar Athos Dağı’ndan sonra Yunanistan’da bulunan en önemli manastırlar olarak kabul ediliyor. UNESCO Dünya Mirasları Listesinde de yer alan manastırların inşa edildiği kayalık bölge, milyonlarca yıl önce denizin altındaymış, zamanla suların çekilmesiyle bu devasa kayalar ortaya çıkmış. Rahipler yıllar boyunca manastırlara, ipten yapılmış ağ asansörler ile yukarı çekilerek veya zipline tarzı düzeneklerle karşıdan karşıya geçerek ulaşmış. Bölgeyi ziyaret edenlerin sayısı arttıkça ve teknoloji ilerlemeye başlayınca taşları oyarak merdivenler yapmışlar. Günümüzde dar da olsa asfalt bir yol bulunuyor. Otobüsümüzle manastırlardan birini ziyaret edip, fotoğraflarımızı çektikten sonra yalçın kayalıkların üzerindeki bu dünya harikası yapıları arkamızda bırakarak Kalambaka kasabasına iniyoruz. Bir tesiste öğle yemeğimizi yiyerek Yanya’ya hareket ediyoruz.
Yanya
Yunanistan’ın Epir bölgesindeki en büyük şehir olan Yanya (Yunanca ismi Ioannina)’ya varmak yaklaşık iki saati buluyor. Osmanlı’nın önemli bir sancak merkezi olan Yanya, aynı zamanda Tepedelenli Ali Paşa’nın şehri olarak da biliniyor. Şehre girdiğimizde bizi sakin ve huzurlu manzarasıyla Yanya (Pamvotida) Gölü karşılıyor. Gölün ortasında, teknelerle ulaşılabilen küçük bir ada bulunuyor. Göl kenarında bulunan kafe ve restoranlar Noel için süslenmiş, ışıl ışıl parlıyor. Uzun çınar ağaçlarının sıralandığı yolu geçerek deniz seviyesinden 520 metre yüksekte, bir yarımadanın üzerine kurulan şehri keşfetmeye başlıyoruz. “Yanya Aslanı” olarak da bilinen Yanya Valisi Ali Paşa’nın adına yaptırılan Aslanpaşa Camii, Fethiye Camii, Ali Paşa Türbesi, Bizans Müzesi, Osmanlı Kale İçi, Yanya Valisi Osman Fevzi Paşa tarafından II. Adbülhamid adına 1800’lerin sonlarında yaptırılan Yanya Saat Kulesi’ni gördükten sonra hediyelik eşya satan küçük dükkanlardan alışveriş yapıyoruz. Girdiğimiz bir tatlıcıda bize ait olan şerbetli tatlılarımızın hemen hepsini görüyoruz, üstelik isimlerini de sahiplenmişler! Şehir turumuz sonrasında konaklayacağımız otelimize geçiyoruz. Sabah kahvaltısından sonra Kanuni Sultan Süleyman’ın sadrazamı Pargalı İbrahim Paşa’nın da doğduğu Parga kasabasına doğru yola çıkıyoruz.
Parga
Yunanistan’ın Epir bölgesinde, Preveze idari bölgesindeki küçük bir şehir olan Parga; daracık sokakları, rengarenk taş evleri, tertemiz plajları, tarihi ve mitolojik öğeleriyle görülmesi gereken destinasyonlardan biri. On beşinci yüzyılda, şehre hakim bir tepenin üzerinde kurulmuş olan Orta Çağ kalesi tüm heybetiyle konumunu koruyor. Şehrin dar sokaklarını dolaşıp, sahildeki kafelerde çay, kahve içtikten sonra Preveze’ye gitmek üzere şehirden ayrılıyoruz.
Preveze
Yunanistan’ın kuzeybatısında yer alan şehir, Preveze bölgesel biriminin merkezi ve Adriyatik Denizi’ne kıyısı bulunuyor. Tarihi dokusu, güzel plajları ve lezzetli mutfağıyla son yıllarda popülaritesi artan şehir, keşfedilmesi gereken bir destinasyon. Hepimizin ismini tarihimizdeki “Preveze Deniz Zaferi”nden bildiği, 1538’de Barbaros Hayreddin Paşa komutasındaki Osmanlı Donanması’nın, Haçlı Donanması’nı bozguna uğrattığı ve Akdeniz’de Osmanlı Donanması’na karşı koyabilecek bir donanmanın kalmadığı, Türk hakimiyetinin başlamış olduğu deniz muharebesine adını veren bölge; Preveze… İyonya kıyılarındaki en büyük ve yoğun limana ve marinaya sahip şehri dolaştıktan sonra; kimimiz sahilde, kimimiz ara sokaklardaki restoranlarda öğle yemeğimizi yiyoruz. Nafpaktos’a Osmanlı dönemindeki adıyla İnebahtı’ya gitmek için otobüsümüze geçiyoruz.
Preveze’den, İnebahtı’ya giderken, Yunanistan’ın en büyük körfezlerinden biri olan Arta (Ambracian) Körfezi’nin iki yakasını bağlayan Preveze-Aktio Denizaltı Tüneli’nden geçiyoruz ki 1570 metre uzunluğundaki bu tünel, feribotla karşıya geçme mesafesi ve zamanını büyük ölçüde kısaltan Yunanistan’daki tek deniz altı tüneli.
İnebahtı
Yunanistan’ın Etolya-Akarnanya bölgesinde, Korint Körfezi’nin kuzeyinde yer alan bir liman kasabası olan İnebahtı; 1571 yılında Osmanlı Donanması’nın yenilgiye uğradığı İnebahtı Deniz Muharebesi’nin yapıldığı bölge. Eski Limanı, Liman Tahkimatları, Venedik Kalesi, Fethiye Camii, Eski Evleri, Botsaris Kulesi Müzesi, Giorgos Anemogiannis ve Miguel de Cervantes Heykeli ile görülmeye değer şirin bir kasaba. Nafpaktos’da görülecek yerleri keşfedip, güneşi batırdıktan sonra Patras’a gitmek için otobüsümüze biniyoruz. Şehre gelirken yakınından geçtiğimiz dünyanın en uzun asma köprülerinden biri olan Rio Antirrio Köprüsü (Charilaos Trikoupis) ile Korint Körfezi’ni geçerek Mora Yarımadası’na varıyoruz. Rehberimiz hava karardığı halde köprünün ışıklarının yanmamasına dikkat çekiyor ve Yunanlıların enerji tasarrufu yaptığından bahsediyor. Aklıma ‘Köprüyü aydınlatmak için yol güzergahında çokça karşımıza çıkan güneş tarlalarından neden faydalanmıyorlar?’ sorusu geliyor ancak rehberimizin anlatımını kesmek istemiyorum. Nafpaktos’a 18 km uzaklıkta olan ve gece konaklayacağımız Patras şehrine varıp, otelimize yerleşiyor ve şehri dolaşmak için zaman kaybetmeden dışarı çıkıyoruz.
Patras
Osmanlı döneminde Ballıbadira veya Balya diye adlandırılan şehir; Yunanistan’ın güneybatısında, Korint Körfezi ile Akdeniz’in birleştiği noktada yer alıyor. Atina ve Selanik’ten sonra ülkenin üçüncü büyük şehri olan Patras, ülkenin en büyük limanlarından birine sahip. Şehirden kalkan feribotların Yunanistan ve İyon Adaları ile İtalya arasında bağlantı sağlaması, şehrin önemini arttırıyor. Sabah kahvaltıdan hemen sonra şehirden ayrılacağımız için hava karanlık olsa da mümkün olduğunca Patras’ı tanımaya çalışıyoruz. Rehberimizin tarifi ile Noel pazarının kurulduğu meydanı buluyoruz. Meydanda çocuklardan oluşan koronun şarkılarını dinleyip, Noel stantlarını gezdikten sonra otelimize dönüyoruz. Sabah erken saatte kahvaltımızı yapıp, otelden ayrılıyor ve Yunanistan’ın bağımsızlığını kazandıktan sonraki ilk başkenti olan Nafplion’a hareket ediyoruz.
Nafplion
Mora Yarımadası’nda bulunan bir sahil şehri olan Nafplion; Argolis bölgesel biriminin başkenti ve önemli bir turizm merkezi. Antik çağda kurulan şehir, efsaneye göre Denizler Tanrısı Poseidon ve Argos Prensesi Danaos Amymone’nin oğlu Nafplios tarafından kurulmuş. Orta Çağ’da önemli bir liman kenti haline gelen şehir tarih boyunca; Venedik, Osmanlı, Helen egemenliğinde kalmış. Bu nedenle her döneme ait tarihi eserle karşılaşabiliyorsunuz.
Şehrin önemli yapıları olan Venedik (Palamidi) Kalesi, denize inşa edilmiş Bourtzi Kalesi, Yunanistan’ın ilk parlamento binası olarak hizmet veren, bugün sanat etkinlikleri(!) icra edilen Ağa Paşa Camii, saat kulesi, Osmanlı döneminde inşa edilmiş, çeşmeler ve hamam, Üç Amiraller Meydanı’nı gördükten sonra serbest zamanda rengarenk evlerin olduğu şirin sokaklara dalarak şehri keşfetmeye çalışıyoruz. Bulduğumuz marketten alışveriş yaparak, meydandaki kafede bir şeyler atıştırıyoruz. Serbest zaman sonrası sahilde bizi bekleyen otobüsümüze binerek başkent Atina’ya doğru yola çıkıyoruz. Yol üzerinde Korint (Corinth) Kanalı’nda mola veriyoruz. Ülkenin kuzey kara topraklarını Mora Yarımadası’ndan ayıran, Ege ve İyonya denizini birbirine bağlayan 6.5 kilometre uzunluğundaki yapay kanalı görüp, fotoğrafladıktan sonra Atina’ya devam ediyoruz.
Atina
Şehre girerken bakımsız, neredeyse yıkılmak üzere olan binaları görünce şaşırmamak elde değil, bir Avrupa başkentine hiç yakışmıyor! İçlerinde güzel mimarileri ile dikkat çeken tarihi binalar da var ancak bomba düşmüş gibi harap durumdalar. Turizmle geçinen bir ülkenin başkentine yakışmayacak görüntüler ki sanırım Avrupa Birliği’nin restore etmesini bekliyorlar. Otobüsümüz şehrin merkezine doğru giderken Atina’nın diğer yüzünü böylece görmüş oluyoruz. Rehberimiz Akropol’ün şehrin her tarafından görülebilmesi için Atina’da gökdelen yapımına müsaade edilmediğinden bahsediyor. Yeri gelmişken Atina’nın en önemli antik yapı kalıntılarından olan UNESCO Dünya Mirasları listesindeki Atina Akropolisi’nden bahsedeyim.
Atina Akropolisi
M.Ö. 5. yüzyılda kentin koruyucusu olarak kabul edilen ve şehre ismini veren Yunan tanrıçası Athena’nın onuruna Atina’ya hakim yüksek bir kayalık üzerine inşa edilen Akropolis, “yüksek şehir” ya da “tepedeki şehir” anlamına geliyor. Büyük mimari ve tarihi önemi olan, birçok antik yapı kalıntılarını içeren Atina Akropolü, tüm akropollerin en bilineni olduğu için “Akropolis” denilince akla ilk gelen Atina Akropolis’i ve ana tapınağı Parthenon oluyor. Akropoldeki yapıları anlatmak başlı başına bir yazı konusu olduğu için şehir turumuza kaldığımız yerden devam edeyim.
Panepistimiou (Üniversite) Caddesi boyunca uzanan binaları panoramik olarak görüyoruz. Bu binalardan en önemli olanları: Nümismatik Müzesi, Atina Üniversitesi, Ulusal Kütüphane, 1926’de kurulan, kökeni Platon Akademisi’ne dayanan Yunanistan’ın ulusal akademisi ve araştırma enstitüsü olan Atina Akademisi.
Parlamento Binası
İlk durağımız, Syntagma (Anayasa) Meydanı üzerinde bulunan Parlamento Binası oluyor zira binanın önündeki meçhul asker anıtında nöbet tutan askerlerin saat başı gerçekleştirdikleri nöbet değişimi seremonisini kaçırmak istemiyoruz. Binanın önündeki duvarlarda sağlı sollu savaşa gidip dönemeyen askerlerin öldükleri şehirlerin isimlerinin yazılı olduğu bronz tabelalar asılı.
Sağ taraftaki duvarda Afyonkarahisar, Sakarya, Eskişehir, Bursa vb. gibi şehirlerin isimleri yazılı. Tören bitince izlemek için gelen kalabalık dağılıyor. Syntagma Meydanı yakınındaki Ermou Caddesi’nden geçerek 1862’de inşa edilen Yunanistan tarihinin önemli simgelerinden biri olarak kabul edilen, Yunan Ortodoksluğunun manevi merkezi olan Atina Metropolitan Katedrali’ni ziyaret ediyoruz. Ardından Roma Agorası’nın olduğu bölgeye yürüyoruz. Antik kalıntıları fotoğraflayıp, Atina’nın en eski yerleşim yeri olan ünlü Plaka bölgesine geçiyoruz.
Plaka
Plaka, şehri ziyaret edenlerin en çok tercih ettikleri yer olduğu için oldukça kalabalık. Arnavut kaldırımlı sokakları, neoklasik yapıları, kafe ve dükkanları ile cazibe merkezlerinden biri haline gelmiş. Merdivenlerle çıkılan Mnissikleous Sokağı ise gençlerin en çok tercih ettiği yer. Sağlı sollu kafelerin, restoranların olduğu sokakta oturacak yer bulmak zor, merdivenler bile dolu. Şehri keşfetmeye Avissinias Bit Pazarı’nın kurulduğu çarşıyı geçerek devam ediyoruz. Çarşıda alışveriş yapıldıktan sonra şehrin en turistik ve kalabalık meydanı olan Monastiraki Meydanı’na çıkıyoruz. Meydanda Neoklasik tarzda inşa edilmiş metro istasyonu, Tzisdarakis Camii ve Panagia Pantanassa Kilisesi dikkat çeken yapılardan bazıları. Meydanın fotoğraflarını çektikten sonra son yıllarda sosyal medyada çok popüler olan Little Kook’a gidiyoruz.
Little Kook
Little Kook abartılı ve konsept dekorasyonu ile dikkat çeken, tatlı ve kokteyl ağırlıklı hizmet veren iki katlı kafe diye biliyorum ama kafenin olduğu sokağa adım attığımızda sanki tüm sokak Little Kook’a aitmiş gibi süslenmiş. Havanın da kararmasıyla, süslemelerin daha parlak ve ışıltılı göründüğü sokakta kendinizi Alice Harikalar Diyarı masalına girmiş gibi hissediyorsunuz. Çalışanların masal kahramanları gibi giyindiği mekanda oturacak yer yok. Birkaç kare fotoğraf çektikten sonra daha sakin bir yerde akşam yemeğimizi yiyip otelimize gitmek üzere otobüse biniyoruz…
Hava kararmış olmasına rağmen otelimize dönerken tarihi Olimpiyat Stadyumunun önünde durup birkaç kare fotoğraf çektiriyoruz. Ertesi sabah kahvaltıdan sonra Selanik’e gitmek üzere otelimizden ayrılıyoruz. Atina’dan Selanik’e giderken bize Ege Denizi ve paralelinde Eğriboz Adası uzun bir süre eşlik ediyor. Yine Antik Çağ’daki 12 Tanrının, tepesindeki bulutların üzerinde yaşadığına inanılan Yunanistan’ın en yüksek dağı olan Olimpos Dağı’nı görüyor ve baba Zeus’a selam yolluyoruz. Türkülere konu olmuş Vardar Ovası ve Vardar Nehri’nden geçerken, tüm otobüs Ata’mızın da sevdiği “Vardar Ovası” türküsünü söylüyoruz. Beş saatten fazla olan Atina-Selanik yolu göz açıp kapayana kadar bitiyor.