20-04-2024 05:52

Anne sevgisi marka oldu

2017-03-03    0 Kişi Yorum Yaptı   Eklenme Tarihi: 2017-03-03
.stripslashes($urun->baslik).

HABER: Serpil ÇOLAK • FOTOĞRAFLAR: Vehbi KILIÇ

 

Antalya Akseki yörüklerindeniz. Rahmetli babamlar 1953 senesinde buradan Balıkesir’e gidiyor ve Bandırma’da ‘Ayvalık Gıda Pazarı’ adıyla bir yer açıyor. Üç kardeşler, bir de enişteleri var. Bir süre sonra Bandırma iş hacmi açısından bizimkilere dar geliyor. Eniştelerini Bandırma’da bırakan üç kardeş Bursa’ya gidiyor.

 

Vezir Kara yeni ürünleri Gökkız buğday ununu gösterirken.

 

 

Bursa’da da aynı şey yaşanıyor, bir müddet sonra diyorlar ki ‘Burası da bize küçük geliyor. İstanbul’da iş potansiyeli daha yüksek. Herkes oraya gidiyor. En iyisi biz de gidelim.’ Yusuf Amcam Bursa’da kalıyor, rahmetli babam ve diğer amcamlar İstanbul’a gidiyor. Kasımpaşa’da, Dereboyu Caddesi’nde yine ‘Ayvalık Gıda Pazarı’ adıyla iş yapmaya başlıyorlar. 1969 yılına kadar babam burada iş yapıyor ancak o sene ne olduysa iflas ediyor.

 

 

 

BABAMI KAZADA KAYBETTİK

 

İflastan sonra nasıl toparlanıyorlar?

 

Babam, 1969 yılından 1971 yılına kadar, tam iki sene boyunca mesleğini at sırtında icra ediyor. Yani seyyar esnaflık yapıyor. Bu sırada amcamın oğlu Bilecik’te asker. Ve bir gün babama bir mektup yazıyor, ‘Herkesin ziyaretçisi geliyor, bana neden kimse gelmiyor?’ diye soruyor. Babam, bu dokunaklı mektup üzerine yeğenini ziyaret etmek istiyor. Amcamlar, ablamlar hep birlikte yola çıkıyorlar. Bilecik yakınlarında amcam uyuyor, kaza yapıyorlar. Babam ve Gülizar ablam vefat ediyor.

 

Babanızın vefatından sonra işi kim devraldı?

 

Ben o dönemde okuyordum, işi ağabeyim devraldı. 6 ay kadar devam etti ve bir gün ‘Ben, sokaklarda yağcı diye bağırmak istemiyorum, bu işi yapmayacağım’ dedi. Ben de ‘Madem yapmayacaksın, bırak bize’ dedim. Böylece, 1971 yılında seyyar esnaflığa başlamış oldum.

 

 

Kaç yaşındaydınız?

Ben, 14 yaşındaydım, kardeşim İlhan 11 yaşında, ağabeyim ise 15 yaşındaydı. 1973’e kadar at sırtında yağ sattık. Üç yılın sonunda baktık ki herkes at arabası yaptırıyor ya da otomobil alıyor… Biz de heves ettik, at arabası yaptırdık. 1976 yılına kadar da at arabasıyla devam ettik. Ancak yaşadığımız üzücü bir olay benim tüm bakış açımı değiştirdi. O yıl at arabasıyla bir kaza yaptık.

Arabayı tamir ettirip yola devam kararı almıştık ancak ben o kazadan çok etkilenmiştim. At arabasının üzerine çıkamıyordum. Küçük kardeşim işe gidiyor, ben Okmeydanı’ndan Sarayburnu’na, Yenikapı’dan Zeytinburnu’na kadar deniz kenarında yürüyor, düşünüyordum. Bir hafta boyunca her gün yürüdüm, ‘Ben bu işi nasıl değiştiririm’ diye düşündüm. Çünkü biliyordum ki yağcılık işi bitiyordu. Bir de benim at arabasıyla işe gitmem artık mümkün değildi. Karar verdim; bir otomobil alacaktım.

 

ÖNCE HAYALİNİ KURDUM

 

Tek başınıza mı?

Deniz kenarında yürürken otomobilin yanı sıra bir de televizyon hayali kurmuştum. O dönem Anadol marka otomobiller vardı. Grundig marka siyah-beyaz televizyonlar da herkesin evinde yoktu. Hayallerimden askerdeki ağabeyime yazdığım mektupta bahsetmiştim. Dağıtımına 20 gün vardı. Bu süre içinde hem otomobili hem de televizyonu almalıydım. ‘Ya alamazsam, sözümde duramazsam’ düşüncesi beni kamçıladı. Enişteme, dayılarıma, amcama gittim ama bana otomobil için para vermediler. ‘Sen daha 19 yaşındasın, ehliyetin yok. (O zaman ehliyet 20 yaşında alınıyor.) Bu şekilde araba kullanamazsın, biz o sorumluluğu alamayız’ dediler. Onlardan Allah razı olsun, iyi ki de vermediler.

Peki, ne yaptınız?

Ben otomobil alacağım diyorum ama para yok. Rahmetli anneme gittim, bana yol göstermesini istedim, babamın üç arkadaşının ismini verdi. Sonuçta babam yıllarca tüccarlık yapmıştı. Dürüst ve güvenilir biri olarak biliniyordu. Babamın arkadaşlarının ikisi Antalya’da, biri İstanbul’daydı. Antalya’ya gitmek istemedim. Gaziosmanpaşa’daki arkadaşı Hasan Toksoy’un yanına gittim.

Hasan Dayı babamın dürüstlüğünü, nasıl düzgün insan olduğunu anlatırken duygulandık. O ağladı, ben ağladım. Bana yardımcı olmak istediğini söyledi, ‘Paran var mı?’ diye sordu. Param vardı ama müşterilerdeydi. Bütün müşterilerdeki alacağımı toplasam 59 lira ediyordu ancak arabanın fiyatı 100 liraydı. Hasan Dayı ile Aksaray’a, oradan Laleli’ye gittik, 100 liradan aşağıya veren yoktu.

Allah var ya içimden ‘Herhalde bu adam bana arabayı almayacak, beni oyalıyor’ diye düşünmeye başlamıştım ki Sirkeci’ye indik, Urfa Otopazarı’na girdik. Anadol arabası satıyordu. Ve içeride 3 tane araba vardı. Biri beyaz, biri turkuaz, biri de sarı renkte. İçimden ‘Turkuaz renkli arabayı alacağım’ dedim.

Aldınız mı otomobili?

İçeri girdik. Hasan Dayı, firmanın sahibine ‘Arkadaşım Allah rızası için bize yardımcı ol. Tabanlarımız şişti. Bu çocuğun babası benim çok değer verdiğim, sevdiğim bir arkadaşımdı. Trafik kazasında vefat etti. Bir dul annesi, iki kız kardeşi, bir küçük kardeşi var, ağabeyi de asker. Kendisi bir araba almaya heves etmiş, bize yardımcı olabilir misin?’ diye sordu. Firma sahibi de ‘Bu çocuk bu yaşta bunu düşünebiliyorsa, ne demek’ dedi ve bize arabayı maliyetine, 76 liraya verdi. Ben 59 lirayı toplamıştım, üstünü de Hasan Dayı tamamladı. Bu şekilde bir araba sahibi olduk.

Ağabeyinize verdiğiniz sözü tuttunuz.

Evet, ben aslında bir hayal kurmuştum. Ulaşılmaz bir hayaldi ama onu gerçekleştirdim. Annemden fikir aldım, babamın arkadaşı yardım etti. Ağabeyimin askerden dönüşte o arabayı kapının önünde görmesi, bir işi başarmanın mutluluğu, paha biçilemezdi. Bu neye benziyor biliyor musunuz? Bir ressamın resmini bitirdikten sonra karşısına geçip bakmasına…

At sırtından at arabasına, at arabasından otomobile… İşleriniz de aynı ölçüde büyüdü mü?

Sattığımız mallar çeşitlendi. Yağın yanı sıra bulaşık deterjanı, yumurta, patates-soğan satmaya başladık ama bu kez de mahallelerdeki bakkallar ile aramız açıldı. Bakkallar ‘Ekmeğimize engel oluyorsun, mahallemize girme ya da gel bize mal sat’ demeye başladılar. Biz o zaman toptancılık işini bilmiyoruz ki. Müşteri bizi hazır bekliyor ama bakkal mahalleye girmemize izin vermiyor. Hatta Hacı Hüsrev’de abimle birlikte iş yaparken Ali Bakkal bizi satırla kovaladı, arabayı da esir aldı. Böyle de bir anımız var.

Bu krizi nasıl aştınız?

Bir gün bu düşünceler içinde Kağıthane’den geliyorum, Dünya çamaşır suyunu gördüm. 10 kasa çamaşır suyu aldım ve bir kilometre ilerideki iki bakkala sattım. Her kolinin içinde 12 tane vardı. 10 kolide, 120 tane. Ben bunları evlere dağıtsaydım 120 ev yapardı, oysa 2 bakkala vermiştim. Sonra dedim ki ‘Ben bu işin toptancılığını yapmalıyım.’ Ertesi gün bir kamyon çamaşır suyu aldım, kısa bir sürede sattım, toptancılık işine de ilk adımı böyle attık.

 

İZMİT’E MAZOT ALMAYA GELMİŞTİK

 

İzmit’e yolunuz nasıl düştü?

1977’de askere gittim, ağabeyim devam etti. Ancak ara ara gelip onlara yardım ediyorum. 1977’den 78’e geçerken otomobilin bize yetmediğine karar verdik, Bedford marka kamyonet aldık. O zamanlar 2-3 tonluk kamyonlar yok. Askerden döndüm, ülkede karaborsa var. Yağ yok, deterjan yok, tüpgaz yok. Kamyonetimizin de mazotu bitti. Dayımın oğlu Ahmet Esen dedi ki ‘İzmit’e gelin, buradan mazot alalım.’ 29 Mayıs 1979’da ilk kez İzmit’e geldik, 8 varil mazot aldık. Ertesi günü İstanbul’a dönecektik ancak rahmetli Mehmet Esen dayım dedi ki ‘Çocuklar İstanbul kazan siz kepçe, kaybolursunuz. Burada yapın toptancılığı.’ 4 dayım da İzmit’teydi, durumları da iyiydi. ‘Burada kalın’ dediler, biz de kaldık.

Toptancılık işine burada devam ettiniz…

İzmit’e geldik ama sermaye yok. Hanımların bileziklerini bozdurduk, elimize geçen 172 bin lirayı sermaye yaptık. Dayımlarla birlikte çalışmaya başladık. O zamanın meşhur toptancılarından mal alıyoruz, yüklüyoruz kamyonetimize, bakkalın ayağına gidiyoruz. Bizim farkımız şu oldu; İzmit’te toptancılar bulundukları yerde müşteri bekliyordu, biz ise müşterinin ayağına gidiyorduk. Bundan dolayı kısa sürede müşteri sayımız arttı. Demek ki gezen tilki yatan aslandan daha iyidir. Kısacası; Çalışacaksın, durmayacaksın, müşteriyi beklemeyeceksin, ayağına götüreceksin. İzmit’e ilk geldiğimizde Mehmet Esen dayım hiç surat asmadan 6 ay boyunca bizi evinde ağırladı.

Ne zaman kendi kanatlarınızla uçmaya başladınız?

6 ay sonra ben ağabeyime dedim ki ‘Biz ayrılalım.’ Dayımların gölgesinden kurtulalım, kendi ayaklarımız üzerinde duralım istedim. En iyi satış noktamız Körfez’di. Ağadere Caddesi’nde 90 metrekarelik bir yer aldık. Burayı nasıl dolduracağız diye düşünürken mal alıp satmaya başladık. Bir sene gibi bir zaman geçti, karaborsa bitmek üzereydi. Kayserili bir tüccar bize tuttu 300 kilo Evin yağını veresiye bıraktı. Biz, ‘paramız yok, bize bu kadar mal verme’ dedik, dinlemedi. Biz o malı çok iyi sattık. Arkasından diğerleri geldi. Bir de Tevfik Kozan’ın, Ülker ve Kırlangıç için bize kefil olması önümüzü çok açtı.

 

İLHAN BULUR BEN İŞLERİM

 

Körfez’den İzmit’e gelişiniz nasıl oldu?

1985 senesinde rahmetli Seyit Ali Esen dayımla birlikte Mehmet Ali Paşa Mahallesi’nde bir sene ortak iş yaptık. O sırada küçük kardeşim Burhanettin İlhan dedi ki; ‘Bu binaların arasında mahvoluruz, buradan çıkalım. Zaten araç trafiği yoğun bir yer, bir de bizim araçlar girince sıkıntı yaşarız.’ Bir öngörü yaptı, ufuk çizdi ancak ağabeyimiz Turan Bey ‘Biz oraya gidip ne yapacağız? Burayı büyütelim’ dedi. İş yerimizi 300 metrekareden 600 metrekareye çıkardık. Ama yine de yetmedi, gelen-giden araçlardan da komşular şikayetçi olmaya başladı. İlhan bir kez daha haklı çıkmış oldu.

Ağabeyiniz karşı çıktı ama Gölcük yoluna geldiniz. Nasıl oldu?

Biz üç kardeşiz ve hepimizin farklı özellikleri var. İlhan’ın öngörüsü vardır, define avcısı gibidir, bulur. İşlemesi bana aittir, ağabeyimiz de frendir. İlhan o dönem ‘Gölcük yolu üzerinde bir yer alalım’ demişti, Rabbim nasip etti, aldık. Burası 20 dönümlük bir alan. Biz önce 3 bin metrekarelik bir yer yaptık. İzmit’teki arkadaşlarımızın öngörüsü olmayınca, 100 metrekarelik ya da 200 metrekarelik yerlerde kaldılar. Hal böyle olunca bütün bayilikler bize geldi. Biz çabuk büyüdük, tabii çabuk büyümenin sıkıntılarını da çektik. İlhan’ın büyük düşünmesi bizi bu noktaya getirdi. Üç kardeş, üçümüzün de ayrı fikirleri vardır ama mühim olan zirvede birleşmektir. Kısacası, birlikten güç doğar.

Peki, Gökkız markası nasıl doğdu?

Büyük firmaların distribütörlüğünü yaparken bir müddet sonra bunun biteceğinin farkına vardık. Bu da bir öngörüydü. Ama Allah var ya kendi markamızı çıkarmak aklımızda değildi. Ta ki Bahri Odabaş ağabeyimin yanına gidip ‘Size fason olarak bakliyat yapalım’ diyene kadar. Turan Bey de bana yönlendirmiş. Bir gün Bahri Bey geldi, bakliyatı alıp-satmak ile kendi üretimimizi yapmak arasındaki farkı hesapladık. Baktık daha karlı, dedik ki; ‘Biz bunu üretiriz.’ Sağolsun Bahri Bey 3 ay kadar bize yardımcı oldu, ondan sonra kendi makinemizi aldık, 2000 yılında bakliyat üretimine başladık.

 

 

Gökkız ismini nereden buldunuz? Bir hikayesi var mı?

Bahri Bey o fikri bize aşıladıktan sonra üç kardeş bir araya geldik, kendi markamız için isim aramaya başladık. İlhan Bey ‘Akar’, Turan Bey de ‘Sistem’ olsun istedi. Ben de ‘Gökkız’ dedim. Gökkız, annemizin lakabıydı. Aslında annemizin ismi Fatma’dır. Daha önce de söylediğim gibi biz Antalya’nın yörüklerindeniz. Annemin gözleri çakır, saçları sarı olduğu için orada kendisine ‘acayip bir kız’ manasında Gökkız derlerdi.

Sizin aklınıza nereden geldi annenizin lakabını marka yapmak?

Bütün kardeşlerim annemi çok severdi ama benim ayrı bir düşkünlüğüm vardı. İstedim ki annemizin sevgisini marka yapalım. Hem annemizin adını yaşatalım, hem de çocuklarımıza bir miras bırakmış olalım

Anneniz nasıl karşıladı?

Çok sevindi. ‘Oğlum kulaklarım çok çınlıyor, göze geliyorum ben’ derdi. Bizim başarımızın sırrı ana duasıdır. İşte o dualar bizi koruyor. Ben, anneme ‘Sen bizim dua çınarımızsın’ derdim. İnsanoğlu anası-babası sağken kıymetini bilemiyor, ben annemi çok arıyorum.

‘Gökkız’ markası altında ne üretiyorsunuz?

Bakliyatın tüm çeşitlerini ve sirke, limon suyu, yağ, un, toz şeker üretiyoruz.

Bayilik verecek misiniz?

İlk bayiliği Zonguldak’a verdik. Gökkız ürünlerini toptan satacak. Bu arada alt yapımızı hazırladık, makinelerimizi yeniledik, kapasitemizi artırdık. Önümüzdeki günlerde başka illere de bayilikler vereceğiz. Önceliğimiz Marmara Bölgesi olacak. Daha sonra Batı Karadeniz, İç Anadolu gibi yavaş yavaş açılarak Türkiye’ye yayılacağız.

Yanılmıyorsam çeşitli markaların distribütörlüğünü yapmaya devam ediyorsunuz?

Mehmet Efendi, ABC, Sinangil Un, Nuhun Ankara Makarnası, Anavarza Bal gibi markaların bayisiyiz.

Rimal marketler zincirinin de sahibisiniz değil mi?

Distribütörlüklerin bitmesi hem kendi markamızı büyütmemize hem de perakende sektörüne atılmamıza neden oldu. Rimal de bizim kendi markamız. Rimal, denizdeki kum tanesi anlamına geliyor. Eskar’ın manası da şu; Rahmetli dayımların soyadı Esen, bizimki Kara. Onlar bizi buraya getirdiler, sahip çıktılar diye onların soyadı ile bizim soyadımızı birleştirdik. Her ismin bir hayat hikayesi var bizde.

Rimal’in kaç şubesi var?

6 tane şubemiz var. Değirmendere, Topçular, Yeniköy, Bahçecik, Mehmet AliPaşa ve Yuvam. Rimal marketler zinciri olarak şimdilik sadece Kocaeli’de şubelerimiz var.

Gelelim bundan sonraki hedeflerinize?

Yaptığımız işlerle yetinmeyeceğiz, bu şirketi daha da büyüteceğiz, maksimum kalitede mal üretip tüketici memnuniyetini sağlayarak ilerleyeceğiz. Yeni makinelerle, kapasiteyi artırarak, bayilik ağını kurarak Türkiye’ye yayılacağız ve ulusal bir marka olacağız.

Peki, yurt dışına açılmayı düşünüyor musunuz?

Kısmet olursa bunu da yapacağız. Dubai’den, Afganistan’dan teklifler alıyoruz. Ama öncelikle kendi içimizde ihracat ekibi kurmamız lazım. Aynı zamanda lokantalar, yemekhaneler, oteller ve restoranlara yönelik faaliyetlerimiz de var, bunları da geliştireceğiz. Çok kanallı gitmeye çalışıyoruz. Piyasadaki gelişmelere göre hızlı karar verip, değişmek zorunda olduğumuzu hissediyoruz. Ona göre adım atıyoruz.

Hep iş konuştuk, özel hayatınızdan bahsetmedik. Bu kadar işin arasında evlenmeye nasıl fırsat buldunuz?

1957 doğumluyum. 1963 senesine kadar Antalya’da köyde yaşadım. Bizim orada erken evlenirler. Ben de askere gitmeden önce evlendim. Rahmetli babam, amcamın kızı için anneme ‘Ben ölürsem, sen kalırsan bunu Vezir’e al’ diyor. 6 çocuk babasıyım. İki kızım var; Ayşegül ve Fatmagül. İkisi de evlendi. Biri İstanbul halkla ilişkiler mezunu, diğeri ise liseden sonra  okumadı. Oğullarımın ikisi; Kadir ve Erkan rahatsız. En küçük oğlum Mücahit Bilgi Üniversitesi’nde okuyor, diğer oğlum burada bana yardım ediyor.

Çocuklarınızın baba mesleğini devam ettirmesini, işin başına geçmesini istiyor musunuz?

Keşke. ‘En büyük hatan ne?’ diye sorsalar, ‘Rahmetli babamın bana yaptığını çocuklarıma yaptıramayışım’ derim. Rahmetli babam, ilkokul 5. sınıfta iken beni İzmit’teki dayılarımın yanına çırak olarak verdi. Ortaokulda okurken de hep çalıştım. Babama ‘Niye bizi yanında çalıştırmıyorsun?’ diye sorduğumda, ‘Beni sonra anlayacaksın’ derdi. Eğer çocuğumuzu geliştirmek istiyorsak, bir anda şirketin başına genel müdür olarak getirmemeliyiz. Başka yerde birkaç sene sürünsün, sonra gelsin. Neden mi? O güne kadar zaten sıkıntı görmemiş, hayalleri de yok, ulaşmak istediği bir şey de yok. Hepsi önüne geliyor zaten. Biraz zoru görmesi lazım. Biz, tepeden inme yönetici yaparak çocuklarımızın vizyonunu daraltıyoruz.

İnsan çocuklarına kıyamıyor tabii ki…

‘Benim çektiğim sıkıntıları aman çocuğum çekmesin’ diyoruz ya, işte o zaman yanlışa düşüyoruz.

Ben, zamanında çok sıkıntılar çektim. İstiyorum ki çocuklarımın hiçbiri sıkıntı çekmesin, benim gibi yorulmasın. Ama ben bunu derken çocuklarıma iyilik değil, kötülük yapıyorum. Bağışıklık sistemi çöküyor, hazıra alışıyor. Oysa bizim gibi çözüm üretsin. Mesela; Atı alsın, Okmeydanı’ndan Kağıthane’ye götürsün. Ata sahip olsun. Satış yapsın, paraya sahip olsun. Gecenin bir yarısı evine gelsin, ertesi günü saat 07.00’de kalkıp tekrar işe gitsin. Eğer babam bana para verseydi ya da sermaye bıraksaydı, biz bu işi yapamazdık. Dayılarımız, amcalarımız da bize iyi ki para vermemiş. Onlar bize sorunları çözme yeteneğini kazandırdı. Bize balık değil, olta verdiler.

Vezir Bey, sorularımıza içtenlikle yanıt verdiğiniz için Kocaeli Life ailesi adına teşekkür ediyorum.

Ben teşekkür ederim.

NASIL ARANDI: #Gökkız # tahıl # bakliyat # marka # kocaeli # balıkesir

YORUMLAR
Yaptığınız yorumlar editör onayından geçmektedir.