Küçük bir hafta sonu kaçamağı yapalım’ dedik, geldik, gördük ve seni çok sevdik Alaçatı...
İzmit, İzmir, Çeşme derken yolumuzun sonunda bizi bekleyen daracık Arnavut kaldırımlı güzel sokaklar, beyazın hükmüne inat evlerin duvarlarını saran begonvilleri ve şu mis gibi damla sakızı kokusuyla daha en başta nasıl da meftun ettin bizi Alaçatı.
Yola çıkmadan önce birkaç dostumuzun önerisiyle Beyaz Kapı Butik Otel’de rezervasyon yaptırdık. ‘Fotoğraflar aslını yansıtır mı’ diye kendi kendimize konuşurken karşımıza çıkan ve kapısından girdiğimiz an itibariyle bizi kendi hikayesine davet eden bu nostaljik konakta güzel bir tatile başlamış olduk.
Otel sahibi sevgili Sertan Paşmakçı, aslen İzmitli. İş, güç, yorgunluk, kriz derken kendini Alaçatı’da bulmuş ve bu güzel konağı devralmış. Kendi duygularını da katarak yaptığı dekorasyon sonrasında Beyaz Kapı Butik Otel ortaya çıkmış. Nasıl da iyi yapmış.
Taş basamaklarına adım attığınız andan itibaren kendisine has bir ruhu olduğunu anladığınız bu otelde sizi; konuklarını kucaklamaya hazır harika bir avlu, dekorasyonda kullanılmış ve geçmişi modern detaylarla taçlandıran aksesuarlar, ortamı hoş bir esans gibi saran o akustik müzik, hepsinden önemlisi harika bir misafirperverlik bekliyor.
Soğuk bir su içip ‘Haydi odamızı görelim’ dediğinizde ise ahşap görkemli kapı ardına kadar açılıyor. Mermer basamaklardan yukarı doğru çıkarken, etrafı saran o saf sabun kokusu sizi eskiye, çocukluğunuza götürüyor.
‘Eski ile yeni nasıl bütünleşir’ derseniz, bu otelin odalarında net bir şekilde görebilirsiniz. Camlardaki dantel tül ile özel dizayn aynalar, mermer lavabo ile Ege mavisi köşe koltuklar sizi etkilemeye yetiyor. ‘Zaman kısıtlı ise en iyi şekilde değerlendirmek lazım’ diye düşünüyor, yemek yedikten sonra Alaçatı’yı dolaşmaya karar veriyoruz.
O enfes avluda, ortadaki büyük ahşap masada Sertan Bey’in annesinin hazırladığı lezzetli Ege mezeleri ile hoş bir akşam sohbeti bizi bekliyor. ‘Akşam esintisi başlamış ise dolaşma zamanı gelmiştir’ diyerek, taş sokaklara atıyoruz kendimizi. Tam da şu keyifli güzel kalabalığın içine...
Otel, meydanın hemen yanında olduğu için birkaç adım sonunda, kendisine eski kıraathane sandalyelerinden modern meyhaneler oluşturmuş restoranlarda yer arayan insanların arasında buluyoruz kendimizi. Birbirlerini tanımasalar da anason kokusunda tanış olmuş gibi selamlaşan bu insanların birazdan, hep bir ağızdan aynı namelerde buluştuğuna tanık oluyoruz. Bir Zeki Müren, bir Barış Manço şarkısında nasıl da dost olunduğuna şahitlik ediyoruz.
Zamana karşı koyan bu güzel meydanda bebek arabası ile gezerken ‘biz de buradayız’ der gibi yolumuza devam ediyoruz. Birbirinden farklı dekore edilmiş ama hiçbiri bir diğerinden sığ durmayan, yanında yabancı kalmayan minik kafeler, pastaneler ve gözünüzü alacak parlaklıkta Ege mavisine bulanmış incik-boncuk tezgahları arasında ilerliyoruz.
Her bir mekandan farklı nameler yükselirken, ‘biz de bir şarkıya eşlik edelim’ diyor ve meydanın ortasına doğru yol alıyoruz. Kokusu ile herkesi tatlı yemeye davet eden İmren Pastanesi’nde buluyoruz kendimizi. Bu damla sakızı nasıl da muzur şey, kurabiye ile bir araya gelince nasıl da davetkar, yemeden geçmek olmaz... Çayı bile başka demlenmiş, sanırım koyu bir sohbetle yoğrulmuş... Bir de ‘Atom’ denilen, insanı tam da kalbinden vuran bir lezzet var ki sormayın... Hepsinin fütursuzca tadına bakıyor, yarınlar yokmuş gibi akşam akşam yenilen bu güzel tatlıların tadına varıyoruz.
Ama unutmamak lazım ki Naz Hanım henüz 3 yaşında ve bu yol yorgunluğu ile bebek arabasında sonlanacak bir uyku istemiyoruz. ‘Her sokak mı güzel olur’ diye diye otelimize dönüp, şu saf sabun kokusu bizi sarana kadar uykuya dalmayı planlarken, dışarıdaki kalabalık geceyi sabaha bağlıyor. Bir de yakında bir otelde düğün var ki kalkıp halay başı olmamak elde değil.
Sabah uyandığımızda otelin avlusunda bu güzel aile tarafından hazırlanmış, el yapımı reçeller ile taçlanan, Ege zeytininin kral olduğu, insana enerji veren kahvaltı ile güne başlıyoruz. Kızım avluda öyle güzel kahkahalar atıyor ki... Kalabalıktan uzak, sıra beklemeden, kurulu saat gibi ‘şimdi masaya ne gelecek’ diye düşünmeden kahvaltı yapıyoruz. Naz oyun oynuyor ve annesi tam da tavşan kanı çayını rahat rahat yudumluyor... Sanırım sıcak çay içmeyeli uzun zaman olmuş. Anne olmak böyle şey...
Alaçatı için söylenebilecek tek olumsuz şey denizin uzaklığı. Eğer denize girmek istiyorsanız, arabanıza atlayıp çevredeki beachlerden birine gitmeniz gerekiyor. Otelden aldığımız tavsiye üzerine, hafta sonu daha sakin olduğu gerekçesiyle, İzole Beach’e gitmeye karar veriyoruz. Saat 11.00 civarı, etraf henüz sakin iken yola düşüyoruz. 10 dakika sonra aileniz ile rahatça denize girebileceğiniz plaja geliyoruz. Güzel bir esinti var, yeşil-mavi karışık deniz henüz yeterince ısınmasa da çocukların rahatça gezip oynayabileceği geniş bir alana sahip plaj.
Deniz sezonunu açan kızım hemen kendisine bir arkadaş buluyor, onlar deniz ile kum arası git-gel yaparken biz de denize karşı el yapımı naneli bir limonata ile bu güzel günü taçlandırıyoruz.
Akşam üstüne doğru otele dönmek için yola çıkıyoruz. Arabanın camları açık, hırçın rüzgar ile serinlerken, sörf yapan asi gençlik görünüyor. Rüzgar inatçı, deniz dalgalı. O zaman sörf yapmak için hiçbir engel yok.
Otele geldiğimizde kırk yılın hatırına bir kırk yıl daha ekleyen Türk kahvesi karşılıyor bizi. Kahvenin sunumu, fincanlar, hele yanında ikram edilen lokum yok mu, ne siz sorun ne biz söyleyelim. Acı kahveyi tatlı yapan yanındaki dost sohbetidir. Sen çok yaşa sevgilim, evlilik yıl dönümümüz de kutlu olsun.
Şimdi biraz soluklanıp, akşam için mekan seçme zamanı. Güneş ‘bir selam verip gidecektim’ dedikten sonra, ‘taş sokaklar sizi çağırıyor’ diyen bu güzel hava ile biz de dışarı çıkıyoruz.
Renkli şemsiyelerin sardığı, eski masalarında Ege lezzetleri ile balığın bütünleştiği Bizim Ev Restoran’da değişik lezzetler deneyerek başlatıyoruz akşamı. Hepsinin tadı birbirinden iyi, fiyatlar Alaçatı fiyatları, ambiyans harika, her masada fasıl, hep mi güzeliz, hep mi güzeldir Alaçatı...
Bizim evin reisi Naz Hanım’ın uyku saatine göre kendisine bir Selanik Dondurmacısı sürprizi yaparak, dar sokaklarda bir kaç tur atıyoruz. Dutlu Meyhane duvarındaki kara tahtaya öyle güzel sözler yazmış ki herkes gibi biz de fotoğrafını çekiyoruz. Gıybet, Leblebili Meyhane, lokmacılar, kumrucular derken, ara sokakta bir antikacı karşısında bulunan Jun Bistro ile ödüllendirmeye karar veriyoruz kendimizi. Sahnede sesiyle geceyi usul usul gıdıklayan solistimiz 80’ler 90’lar derken ‘bir şarkı tutun bu da sizin olsun’ diyerek sempatik bir şekilde mekana davet ediyor bizi... Kendimize güzel bir köşe seçerek gecenin tadını çıkarıyoruz. Alaçatı sarhoşluğu bu olsa gerek. Her şarkıya bir söz de biz katarak bu güzel akşamı sonlandırıyoruz.
Sabah kahvaltının ardından ‘eşe dosta da almalı’ dediğimiz bu güzel kurabiyelerden alıyor, gezmediğimiz tüm sokakları gezip bitirmeye çalışıyoruz. Sakin pazar sabahında kedilerin hakimiyet sürdüğü bu güzel begonvilli sokaklara, ayrı ayrı öyküsü bulunan mekanlara, hala kapısının önüne sandalye çekip sohbet etmeyi başarabilen Ege komşuluğuna, el yapımı dondurma ile ‘tabi ki yemeden dönecek değiliz’ dediğimiz sevgili İzmir kumrusuna selam verip, gezimizi bitiriyoruz.
Şimdi valizlerimizi alarak otelden ayrılma vakti. Şahane sabun kokusunu içimize çekip, rafine zevklerle döşenmiş, geçmişten günümüze yolculuk yaptıran bu güzel konakta bir kahve içip, ahşap kapılara ‘yine geleceğiz’ sözü verip, ‘Alaçatı biz seni sevdik hem de çok sevdik’ diyerek tatilimizi bitiriyoruz.
NASIL ARANDI: #tatil # alaçatı # çeşme # izmir # şehbal özbek # muratcan özbek # ege # izmitli # beyaz kapı butik otel # sertan paşmakçı