25-04-2024 05:11

Ahşaba tutkuyla bağlı bir bürokrat; Atila Kantay

2019-01-02    0 Kişi Yorum Yaptı   Eklenme Tarihi: 2019-01-02
.stripslashes($urun->baslik).

RÖPORTAJ: ZEYNEP AKAR

FOTOĞRAFLAR: İSMAİL HAKKI TİMUÇİN

 

Başiskele’de hayata geçmesine ön ayak olduğu başarılı projelerle adından sıkça bahsettiren Başiskele Kaymakamı Atila Kantay, özel hayatında da oldukça sosyal ve renkli bir isim. Çevresinde, sanata, zanaata ve özellikle de ahşaba olan tutkusuyla tanınan Kaymakam Kantay, doğada bulduğu ağaç kütüğü ve köklerini değerlendiriyor; evinin yanındaki küçük atölyede, her biri birer sanat eseri sayılabilecek obje ve mobilyalar üretiyor. Kaymakam Atila Kantay, ağaca dokunan insanların ve ağaçtan yapılan yuvaların daha mutlu ve huzurlu olduğuna inanıyor; ahşaba duyduğu aşkı, “Ben gül cenneti Isparta’da bir kasabada büyüdüm, doğduğum evde dokunduğumuz her şey ağaçtandı. O ağacın sıcaklığını her gittiğim yerde özledim” sözleriyle ifade ediyor. Kocaeli Life, Başiskele Kaymakamı Atila Kantay ve zarif eşi Müjgân Hanım’ın evine konuk oldu, Kantay çiftinin birçoğunu birlikte tasarladığı birbirinden şık objeleri sizler için görüntüledi.

 

Sayın Kaymakamım, ahşaba olan ilginiz nasıl başladı?

Ahşaba olan ilgim lise yıllarına dayanıyor. Bizim zamanımızda ortaokulu bitirdikten sonra endüstri meslek liseleri ya da diğer adıyla sanat okullarına tercihle girilirdi. Okulumuzdaki bölümler de elektrik, torna, tesviye, makine, model, döküm, motor ve ağaç işleri gibi bölümlerdi. Ben elektrik bölümünde okudum. Okulda mobilya atölyesi, bizim atölyemizin yanındaydı. Oradan gelen ahşap kokusu beni kendine çekerdi. Elektrik atölyemizde işimi çabucak bitirip aşağıya inerdim. Orada arkadaşlarımla öyle güzel vakit geçirirdik ki mobilya bölümündekilerin çoğu beni de aynı bölümde öğrenci sanırdı.

 

Bu ilgi liseden sonra da devam etti mi?

İlgi devam etti ama üniversite yıllarımda bir daha ahşapla uğraşacak imkânım olmadı. Ahşap, Kahramanmaraş Türkoğlu kaymakamlığımda ‘Bir masa bin umut’ projesiyle yeniden hayatıma girdi. İlçedeki marangoz arkadaşlarla işbirliği yaptık; evinde çalışma masası olmayan yüzlerce çocuk için ahşap masa ve sandalyeler ürettik; kendilerine hediye ettik. Böylece, ahşabın bir istihdam projesi olabileceğini, bu yolla insanların hayatına dokunabileceğimizi, ahşapla ilgili projelerle istihdam yaratılabileceğini de gördüm.

 

 

BEŞİKTEN MEZARA...

 

Kastamonu’da da ahşapla ilgili çalışmalarınız olduğunu biliyoruz...

Kastamonu’da 2010-2014 yılları arasında görev yaptım. Şimdiki Zonguldak Valimiz, dönemin Kastamonu Valisi Sayın Erdoğan Bektaş, Kastamonu’ya geldiğinde, bir ahşap fuarı düzenlemeye karar verdi; bana da Kastamonu Valiliği Proje Koordinasyon Ofisi kurma görevi ile birlikte bu fuarla ilgili görevler verdi. Çalışmalarımızı da ahşap bir konakta sürdürdük. İlk yaptığımız iş, ahşap konağın restorasyonu oldu. Birçok güzel çalışmamız orada başladı. Fuarın adı, ‘mobilya’ değil, ‘ahşap’ fuarıydı. Ahşapla içli dışlı olan herkesi fuara davet ettik. Orada Burak, Ekrem, Recep, Ferhat ustalarla tanıştık. İlk ahşap fuarını 2011 yılında gerçekleştirdik ve geleneksel hale getirdik. 8’incisi, bu yıl yapıldı. Halen Türkiye’nin tek ahşap fuarı Kastamonu’dadır.

 

Kastamonu’nun ahşap ile ilgili nasıl bir zenginliği var?

Kastamonu’da orman varlığı, yüzde 65 civarındadır ve ağaç yaşamın her yerindedir. Orada hem beşikler hem de mezarlar ağaçtandır; herkesin ağaçla içli dışlı olduğunu görürsünüz. Yoksulların evlerinden zenginlerin konaklarına kadar her şey ağaçtan yapılır. Sadece evler değil bütün mobilyalar, geleneksel kap-kacak, hatta çatal-kaşık da ağaçtandır. Elbette, modern hayatta bu böyle devam etmiyor, ahşap Kastamonu’da geleneksel ve dekoratif bir motif olarak kalmış ama Allah’tan zamanında şehirde bir enstitü kurulmuş ve yeterli olmasa da ahşap sanatı bu enstitü sayesinde yaşatılıyor.

 

 

AHŞAP EVLER KÜL OLMASIN

 

Ve siz bu zenginliği ekonomiye entegre etmek istediniz…

Evet, eski Kastamonu’da herkes bir şekilde ağaçla uğraşıyordu, şehirde ağacın mührü vardı ama bunun ekonomiye bir katkısı yoktu. Acı olan tarafı da şuydu: Kastamonu ve ilçelerindeki vatandaşların birçoğu İstanbul’a göç etmiş ve etmeye de devam ediyor. Köylerde ve kentlerde bıraktıkları ahşap evler, coğrafi koşulların etkisiyle zarar görüyor, çöküyordu. Daha da acısı o bölgedeki bazı fırsatçılar, 2-3 bin lira karşılığında bu ahşap evleri satın alıyor; yüz yıllık ambarları, ahşapları fırınlarda yakıyordu.

 

Eski Kastamonu evlerinde hangi ahşaplar kullanılıyordu?

Çam ağacı başta olmak üzere kestane ve kayın. Bu evlerin özellikle ambarları çok kıymetlidir. Ambar, Kastamonu evlerinin tam kalbinde olur. Buğday saklamak için kullanılır. Özel tekniklerle, en az 6-7 santimetre kalınlığında ağaçtan yapılır. Kuruması yıllar alır ve ustalarının neredeyse hiçbiri artık hayatta değildir. İnsanların ambar tahtalarını yaktığını duyduğumuzda, valimize gidip ‘Bu ağaçlar kül olmasın, ahşap sanayiinde kullanılsın’ dedik. Onun da desteği ile çalışmalarımıza başladık.

 

 

 

SANATÇI ELİ DEĞMELİ

 

Proje nasıl başladı?

Önce, Mudo’nun sahibi Mustafa Taviloğlu’na bir mektup yazdık. Dedik ki: Siz ‘Mudo’ olarak yurt dışından dolar harcayarak ithal ahşap ürünleri getirip ülkemizde satışa sunuyorsunuz. Biz bunların daha güzelini Kastamonu’da üretiriz. Özellikle sehpa, masa ve sandalye konusunda iddialıyız. Bizimle birlikte çalışmaya ne dersiniz?’ Kendisi  bizi İstanbul’a davet etti. Valimizle birlikte gidip görüştük, anlaştık. O zaman için ilk siparişleri aldık. Sipariş miktarı bizim için  fazlaydı... Önce ‘biz bu siparişleri nasıl yetiştiririz?’ diye birbirimize baktık, sonra ekonomide kümelenme hareketi dediğimiz yönteme başvurduk. Siparişleri 5-6 marangoza paylaştırdık. Zamanla Kastamonu’ya Mudo Concept’in kamyonları gelmeye başladı.

 

Bu çalışma kentte bir heyecan yaratmış olmalı…

Temasımızdan sonra Mudo Concept, Kastamonu’da duyuldu ve halkta ‘demek ki bu kadar kaliteli bir mağaza, Kastamonu halkından alışveriş yapabiliyormuş’ düşüncesi doğdu. Bir yıl sonraki ahşap fuarımıza Mudo Concept’in katılması heyecan yarattı. Valimiz Türkiye Mobilyacılar Derneği Başkanı ve NDesign firmasının sahibi Ahmet Güleç’i davet etti. Ahmet Bey fuarımızı gezdi ve beğendi. Kendisine Kastamonu’daki çok sayıda evin kül olmak üzere olduğunu; buraya destek olunması ve bir sanatçının elinin değmesi gerektiğini söyledim. O konuşmadan sonra evlerde, çam ve kestane ağacından yapılan muazzam ambarların, serenderlerin, naylaların fırınlarda yakılması yerine, mobilya sektöründe kullanılabileceği fikri ortaya çıktı.

 

Bunları NDesign mı üretecekti?

Ahmet Güleç, projeyi çok beğendi; bunun çok heyecanlı ve hayırlı bir iş olduğunu söyledi. ‘Bu işte ben de varım’ dedi ve Kastamonu’da kendisine bir yer verildi. Önce orayı restore etti, sonra da üretime başladı. Şu anda üretiminin 5’inci yılında ve Kastamonu, yurt dışına yüzyıllık ahşaplarından üretilen mobilyaları ihraç ediyor.

 

 

İŞ İMKANI DOĞDU

 

Ahşap fuarı ne oldu?

Kastamonu ahşap sektöründe, Erdoğan Valimizin Kastamonu Ahşap Fuarı ‘ilk kanat çırpma’ ve ‘ilk kelebek etkisi’dir. O kanat çırpmanın olumlu sonuçları bugün devam etmektedir. Mudo’nun ve NDesig’nin   dokunuşları ise sektörde çarpan etkisi yaratmıştır. Artık Kastamonu ahşabı kül olmuyor, başka illerde, başka ülkelerde yaşamaya devam ediyor. Çalışmayı seven ve işini takip eden marangozlar kendi işini kurdu, istihdam yarattı. Fuar sayesinde ustaların birçoğu da kendisini tanıtma ve ürünlerini Kastamonu dışında sergileme imkânı buldu.

 

Bu iş sizi hem bir devlet adamı hem de kişisel olarak çok mutlu etmiş olmalı… 

Evet, ben de kişisel merakımı, tutkumu bu ortamda gidermeye çalıştım. Fırsat buldukça her çalıştığım şehirde marangoz arkadaşların atölyelerine misafir oluyordum. Evde gördüğünüz amatör çalışmaları bu sayede gerçekleştirme imkânım oldu. Bugün küçük bir atölyeyi donatabilecek düzeyde el aletlerim var; bu aletlerimi görev yaptığım her yere taşırım. Görev yaptığım bütün şehirlerde şehit yakınlarımız, gazilerimiz ve hayırseverlerden sonra ilk olarak zanaatkâr ve esnaflarla ile tanışırım.

 

Daha sonra tayin olduğunuz Manisa Demirci’de de ahşap üzerine çalışmalarınız oldu mu?

Orada da ahşabı halı tezgâhlarında gördük. Bu beni çok heyecanlandırdı. Eskitme halılar konusunda çok çaba sarf ettik. İnternette satışı konusunda bazı çalışmalar yaptık. Demirci kaymakamlığım sırasında, Demircili Hüseyin Usta ve Simavlı Nuri Bey ile aile dostu olduk. Her ikisi de Kastamonu’daki ahşap fuarına gitti. Çok beğendiler ve Kastamonu’daki arkadaşlarla iletişime geçtiler. Hüseyin Usta ahşaba hakkını veren çalışmalarıyla çok güzel işler yaptı, bugünlerde çok daha iyisini yaptığını görüyorum. Nuri Bey, kereste işinden rustik ve masif ahşap işine geçiş yaptı. Daha sonra Alaçatı’da çok güzel ve başarılı bir mağaza açtı. Bu konuda çok mutluyum. İnsanlarla sanat, estetik ve emek konusunda köprü kurmak bana keyif veriyor. Demirci’den sonra da Başiskele’ye geldik; burada da ilk tanıştığımız kişiler gene esnaflar, gene zanaatkârlar oldu.

 

 

KURU NAR DALLARI

 

Kaymakam Bey, yaptığınız ilk ahşap ürünü hatırlıyor musunuz?

İlk olarak eşim Müjgan Hanım ile beraber kuru nar ağacı dallarından bir nihale yapmıştık. Yeni evli olduğumuz dönemdi, bahçedeki nar ağacının budanmış ince dallarının üzerine ben delikler açtım, Müjgan Hanım da onları birbirine bağladı. Eşimle ortak yaptığımız ilk çalışma olan bu nihaleyi hala evimizde kullanıyoruz. Bunun yanı sıra ilk ahşap ürünüm, Denizli Honaz’da yaptığım lale formlu bir şamdandı, onu anneme hediye ettim. Kahramanmaraş’ta da Kuran-ı Kerim rahlesi yapmayı öğrendim.

 

Müjgan Hanım’ın da bu işlere yatkın olduğunu bilmiyorduk…

Müjgan Hanım’ın bu işlere meraklı ve yatkın olduğunu ben de sonradan öğrendim ve çok sevindim. Alerjisinden dolayı tozlu işlerden uzak dursa da tasarımlar konusunda son derece başarılı.

 

Kaymakam Bey, ahşapta sizi çeken nedir? Neden ahşap?

Ahşap çalışmasaydım topraktan, taştan, demirden, pamuktan ya da yünden başka bir şey yapardım. Ben tabiatın bize hediye ettiği bir şeyi hiç değiştirmeden insan hayatına katmanın, ona dokunmanın çok özel bir duygu olduğuna inanıyorum. Ağacın insanı tedavi ettiğini, rahatlattığını düşünüyorum. Ağaca dokunan insanların, ağaçtan yapılan yuvaların daha mutlu ve huzurlu olduğuna inanıyorum çünkü ahşabı bol bir evde büyüdüm. Bizim merdivenlerimiz, çardağımız, kapılarımız, tavanlarımız ağaçtandı. Dokunduğumuz her şey ağaçtandı. O ağacın sıcaklığını her gittiğim yerde özledim. Ağaca dokunduğunuz zaman üstünüzde biriken statik enerjiyi alıp sizi rahatlatıyor. Aynı şeyi taşta, toprakta, doğal deride de hissedebilirsiniz. Ayrıca bu tür işlerle uğraşanların huzurlu, sade, berrak insanlar olduğunu görüyorum ve onları tanımaktan keyif alıyorum. Ahşap arkadaşlığını, bu kişileri bulmayı, ahşapla ilgili öykülerini didiklemeyi, nasıl yaptıklarını anlatmalarını seviyorum. Küçük bir şey yapsa bile onun üzerinde konuşmak insana ayrı bir keyif veriyor.

 

 

ASLA AYNISINI YAPMIYORUM

 

Peki, kullandığınız o köklere ya da ağaçlara nasıl ulaşıyorsunuz?

Gezmeyi seviyorum. Tabiata baktığınızda onları görüyorsunuz. Kimisi derede bir kötü kütük görür, ben o kütük içerisinde ahşaptan vazo görürüm. Kimileri bir ağacın kurumuş dalını görür, ben onu bir şamdan olarak görürüm. Benim görmediğim bir şemali, bir başkası daha estetik bir gözle görür.

 

Tasarımlarınızı nasıl yapıyorsunuz?

Ben hiçbir zaman ‘şunu yapayım’ diye yola çıkmadım ama bir eşyayı gördüğüm zaman ‘içinde bu yatıyor’ dediğim olmuştur. Bazen, başkaları tarafından yapılmış çok güzel sanat eserleri görürüm ve fotoğrafını çekmesini severim. Benzerlerini yapmayı isterim ama özel bir şey olması gerekir. Yaptığım mevcut bir çalışmanın aynısından bir tane daha yapmıyorum.

 

Bu uğraşıya ne kadar vakit ayırıyorsunuz?

İşimden fırsat buldukça, pazar günleri ayda bir-iki hafta sonu zaman ayırmaya gayret ediyorum. Türkülere ayarlı radyomu açıp çalışarak rahatlıyorum. Kendimi dinlenmiş hissediyorum, deşarj oluyorum. Özellikle ilkbaharda ve sonbaharda güzel işler çıkabiliyor. Kış ayları biraz zor oluyor çünkü ağaç, kış aylarında daha fazla çalışıyor. İç mekan sıcaklığıyla dış sıcaklık arasında fark büyük olduğu zaman çatlamalar meydana geliyor. Ahşapta en güzel çalışılacak mevsimler ilkbahar ve sonbahardır. Ben de daha çok bu mevsimlerde çalışmayı tercih ediyorum.

 

En severek yaptığınız ve kullandığınız eşya hangisi?

Çok zor bir soru. Gün içerisinde en çok dokunduğum eşya çam kütüğünden yaptığım evdeki küçük sehpa diyebilirim. Çünkü en çok ona dokunuyorum.

 

 

EN SEVDİĞİM: CEVİZ

 

Peki, işlemeyi en sevdiğiniz ağaç?

Ceviz. Cevizin ayrı bir keyfi vardır. Her nüshasında sanki ayrı bir kitabe vardır. İstediğiniz gibi yorumlar, istediğiniz gibi yazarsınız. Burada şu yazıyor ya da şu resmedilmiş dersiniz. Herkes istediği gibi yorumlar. Ceviz çok güzel bir ağaçtır. Kökten bir ceviz ağacı bulduysanız şanslı bir marangoz sayılırsınız.

 

Ahşap gibi tutkuyla bağlı olduğunuz başka bir materyal var mı?

Merak ettiğim ve ileride yapmayı hayal ettiğim şeyler arasında zeytin tarımı var. Zeytin sektöründe Türkiye’nin diğer Akdeniz kuşağı ülkelerine göre bile bir karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olduğuna inanıyorum. Özellikle Ege ve Marmara’da zeytin varlığının daha çok arttırılması gerektiğini, zeytin çeşitliliğinin ve ihracatının arttırılması üzerine kafa yorulması gerektiğini düşünüyorum. Zeytin, hem temel besin maddesi hem de sağlıklı bir besin maddesi.

 

NASIL ARANDI: #Başiskele Kaymakamı Atila Kantay # ahşap # mobilya # ahşap mobilya # Kocaeli # Kastamonu # Manisa #

YORUMLAR
Yaptığınız yorumlar editör onayından geçmektedir.