25-04-2024 03:26

Adım adım Orta Avrupa

2020-03-11    0 Kişi Yorum Yaptı   Eklenme Tarihi: 2020-03-11
.stripslashes($urun->baslik).

Hazırlayan: Dr. Arda Süar

 

Marduk Digital’in ortaklarından Dr. Arda Süar, geçtiğimiz günlerde biraz iş, biraz akademik faaliyet ve bolca kültürel geziyi içeren 20 günlük bir Orta Avrupa seyahati gerçekleştirdi. Bu süre içinde 6 şehir gezen Dr. Süar, geçen ay seyahatinin ilk ayağı olan Viyana ile ilgili izlenimlerini Kocaeli Life okurlarıyla paylaşmıştı. Keyifli seyahatinde Bratislava, Prag, Nürnberg, Frankfurt ve Brüksel’i görme imkanı bulan Dr. Arda Süar, gezisinin ikinci etabının ayrıntılarını da sizler için kaleme aldı.

 

 

Viyana’dan sonra ikinci durağımız olan Bratislava’nın bizim nezdimizde iki büyük talihsizliği oldu. Bunların ilki Viyana’dan sonra dünyanın herhangi bir şehrinin zaten size yavan gelmesi, ikincisi de Anadolu insanları olarak damak tadımızın yeterince gelişmiş olması. Zaten domuz olmayan bir yemek bulabilmek için epey bir çaba göstermeniz gereken Orta Avrupa’nın bu küçük başkentinin pek büyük bir olayı yok. Yerleşimi sevimli, sakin bir şehir. Tarihi oldukça dolu ancak gösterişli değil. Mavi Kilise adlı, açık mavi rengiyle bir oyuncak kadar güzel, kutu gibi bir kilise var şehirde. Görmemek eksiklik olur.

Eski şehir denilen Oldtown bölgesi, tarihi Bratislava. Sokaklar güzel, nizami ve tarihi binalarla dolu. Kentin dokusuna zerre kadar zarar getirilmemiş. Şehrin tepesindeki Bratislava Kalesi’nden şehrin içinde boydan boya uzanan Tuna Nehri’ni izlerken, telefondan Plevne Marşı’nı açıp “Tuna Nehri akmam diyor, kenarımı yıkmam diyor” dizeleri eşliğinde manzaranın tadını çıkardım. Diğer turistler olayı anlamamakla birlikte müziği beğendiler. Ardından, üstü yazları açık, kışları muşambayla kaplı; lunapark trenlerine benzeyen çok güzel araçlarla şehir turuna çıktık ve ara sokakları kulaklıktaki anlatımdan Türkçe dinleyerek buradaki günlerimizi tamamladık. Viyana’da olduğu gibi Bratislava’da da Uber kullandık ve bu sefer gayet Avrupalı ırklara mensup ancak tek kelime İngilizce bilmeyen şoförlerle seyahat ettik. Allah’tan Uber gidilecek yeri sisteme otomatik girdiği için bir anlaşma çabamız da yoktu. Konaklamak için ise yine Airbnb kullandık ve yine gayet uygun bir rakama güzel bir evde kaldık.

 

 

ÇOK GÜZEL ÇOK KARIŞIK

Bratislava’dan Prag’a, otobüsle dört saat süren bir yolculukla ulaştık. Şehrin sınırlarına girdikten sonra otogara ulaşmamız bir saat sürdü. İstanbul trafiğini mumla aratacak bir karmaşa var bu şehirde. Tarih, kültür, medeniyet hepsi çok güzel ama tıpkı bizim bu güzelliklere sahip şehirlerimiz gibi karmakarışık ve dev bir kaos hakim. Prag’ın turistik meydanındaki Astronomik Saat’in önünde her saat başı dev bir kalabalık toplanıyor; bu çok güzel, hareketli ve sesli saati izliyor. Saat başı yaklaşık bir dakikalık gösteri bitince de herkes hemen dağılıyor. Az ilerideki Tyn Kilisesi azametiyle insanı bir anda etkisi altına alıyor. Burada tam bir ayinin bitişi ve kilisenin kapanışına denk geldik, koyu Katolik bir papazla epey sohbet ettik. Türk olduğumuzu öğrenince hemen din ve kültür üzerine bir sohbet başladı. Yanlış bildiklerinin doğrularını anlattık ama ne kadar anladı Allah bilir.

 

 

ORTA ÇAĞ KONSEPTİ

Akşamı özel bir konseptle hazırlanan Orta Çağ konseptli akşam yemeği programıyla tamamladık. Biz mahzen gibi bir yerde önümüze gelen değişik yemekleri yerken; ateş yutan adamlar ve yılanlarla dans eden kadınlar ilginç gösteriler yaptı. Tarihi kıyafet ve enstrümanlarla yapılan müzik dinletisi gece boyunca sürdü. Masamızdaki Taylandlı iki kız, İsveçli bir çift ve iki Alman balerinle kimsenin birbirinden doğru düzgün bir şey anlamadığı ama mecburen çok eğlendiği bir akşam geçirdik. Alman kızların biri vejeteryandı. O kadar parayı verip sebze ve mantar yedi, kızcağıza çok üzüldük. Gecenin sonunda hafif kar yağışı altında günü tamamladık ve ertesi gün yine kendimizi müzelerden müze beğen şeklinde yollara verdik.

Prag’da bir Apple Müzesi var. Apple’ın ve Steve Jobs’un tarihini anlatan özel bir müze. Çok güzel kurgulanmış, gayet güzel bir turist çekim noktası haline gelmiş. Bir ara sokakta yer alan bu müzede mesleki ilgi sebebiyle epey bir zaman geçirdik. Buradan sonra Gallery of Art Prague adlı bir müzeye gittik ki Viyana’daki etkiye benzer bir güzellikle karşılaşmak, Bratislava’nın ardından iyi geldi.

Müzenin bir katı Çekya doğumlu, dünyanın en büyük popüler kültür sanatçısı olan Andy Warhol’a ayrılmış. Bir alt katta Mucha, bir alt katta da Dali eserleri var. Tabii şunu belirteyim, Dali eserlerinin çoğu reprodüksiyon.

Günün devamında Prag Kalesi’ne çıktık, Aziz Prag’a bir tepeden baktık ve St. Vitus Katedrali’ne gittik. Bir bina ne kadar güzel, ne kadar detaylı, ne kadar estetik olabilirse bu bina işte tam o şekilde. Her bir metrekaresinde inanılmaz bir sanatsal işçilik var. St. Vitus Katedrali, bende Ayasofya’dan sonra böylesine bir duygu uyandıran yegane yer oldu. Tabii katedralde öylesine bir kalabalık var ki tadını çıkarmanız çok zor. Bu tip durumlarda hep devlet başkanı olasım geliyor. Hani onlara bu özel yerleri kapatıp çok üst düzey rehberlerle gezdiriyorlar ya, hah işte tam olarak ondan istiyorum.

 

 

DANS EDEN BİNA

Buradan ayrıldıktan sonra Kafka Müzesi’ne gittik. Prag’ın medar-ı iftiharı olan, dünya edebiyatının en özel birkaç isminden birisi sayılan Kafka’nın hayatını kendi mektupları, notları, ilk baskı kitapları ve fotoğraflarıyla geziyorsunuz. O yılların Prag’ından çekilmiş görüntüleri izliyor ve tarihte bitmesini istemeyeceğiniz bir yolculuğa çıkıyorsunuz. Ayna ve projeksiyon oyunları olan harika video enstelasyonlar var.

Kafka Müzesi’ne giderken sevgili yol arkadaşımız Tuna Nehri’nin kıyısında kazlar, ördekler, pelikanlar, kuğular, su samurları olan bir küçük koy vardı. Orada tüm bu mahlukatı elle besledim, videolarını çektim. Çok güzel anlardı. Su samurunun iki ayağı üzerine kalkıp insanın elinden ekmek parçasını alması ve o sevimli hali tavrı insanı mest ediyor.

Günün sonunda Prag’ın son dönem yapılmış, dünyaca ünlü ‘Dans Eden Ev’i görmeye gittik. Resimlerdeki ışık oyunları ve açılardan kaynaklı estetikle pek alakası yok. Gayet çirkin ve yamuk bir bina. Şehrin o güzelim tarihi dokusu içerisinde modern sanat eseri olarak dikilmiş ama ancak internette görünce güzel.

Prag’daki son saatlerimizde çok meşhur John Lennon duvarına gittik. Aslında sıradan ama 1980’lerde John Lennon grafitileri, sevgi, aşk, kardeşlik sözleriyle donatılmış güzel bir grafiti duvarı. Onun dışında John Lennon ile pek bir alakası yok. Sıradan bir duvarın uluslararası çapta bir turistik nokta haline gelmesi; pazarlama biliminin önemini gösteriyor. Prag’da yine Airbnb konforunu ve ucuzluğunu yaşadık, gözünü sevdiğim Uber’iyle rahatça seyahat ettik. Buradaki şoförler yerli ve dil biliyor. Ne de olsa turist şehri.

 

 

NÜRNBERG MAHKEMELERİ

Prag’dan Almanya’nın milli ulaşım şirketi DB otobüsüne binerek Nürnberg’e yola çıktık. Tıpkı 1961 yılında Türkiye’den ilk işçilerin seyahati gibi otobüsle Alamanya’ya gitmek güzel bir nostalji oldu. Şehirden çıkmak, girmekten daha zormuş. İki saatte ancak çıktık ve gayet ferah, konforlu, içinde içecek ve yiyecek otomatı olan iki katlı bir otobüsle Nürnberg’e ulaştık. Bir gecelik konaklama için valizlerle perişan olmamak adına, ertesi güne kadar kalmaları için tren istasyonunda bir dolap kiralayıp valizleri yerleştirdik.

Airbnb sağ olsun yine çok güzel, merkezi ve ucuz bir evde konakladıktan sonra günümüzü, Nürnberg Kalesi’ne çıkıp birkaç tarihi surun etrafında dolanarak geçirdik. Burada ayrıca, Viyana’dayken sergisini gezdiğimiz ünlü Alman ressam ve gravürcü Dürer’in doğduğu evi gördük, kentin güzel bir noktasındaki dev heykelini ziyaret ettik. Akabinde mahallelerin arasından şehrin içindeki koruluğa ulaştık ve dere boyunca uzanan bir yoldan, buraya gelme sebebimiz olan Nürnberg Mahkemeleri’ne vardık.

İkinci Dünya Savaşı’nın kaybedenlerinin yaptığı tüm katliamların hesaplarının sorulduğu, mahkeme çevirisi kavramının ve günümüzde çok önemli bir bilim dalı olan bu alanın doğduğu yerde saatler geçirdik. Mahkeme salonlarının yanı sıra oldukça kapsamlı şekilde o günleri her açıdan anlatan müzede insanlar oldukça hüzünlü bir haldeler. Almanların suratındaki mahcubiyet, turistlerin gözlerindeki tiksinti güzel bir ikili durum yaratıyor.

 

 

DÜNYANIN EN SEVİMLİ BAHÇESİ

Buradan sonra Barock Garten denilen, bir iki turistik bilgi kaynağında gördüğümüz; küçücük ama dünyanın belki de en sevimli, insanı en mutlu edebilecek bahçesine uğradık. İçinde küçük heykeller ve minicik bir ev olan, sonbaharın sapsarı yapraklarla kapladığı bu bahçede insan bir anda zamandan kopuveriyor.

Günü tamamladıktan sonra tren istasyonundan valizleri alıp otobüslerin kalktığı yere ulaştık. Dün akşam şehre indiğimiz bu yerde, meşhur BlaBlaCar’ın bir otobüs versiyonu olduğunu öğrendik. Otobüsü olan birisi sisteme kaydolup bir rota belirliyor, siz de bilet platformlarından bilet alıyorsunuz. Yol üzerinde yarım saatlik bir mola var. Onun dışında otobüste ne servis ne bir şey. Binip dümdüz gidiyorsunuz. ‘Otobüslerin kalktığı yer’ diye tanımlayıp ‘otogar‘ dememe sebebim, bu yerde bir terminal olmaması. Beş on metrede bir tabela var; o tabelanın olduğu yere hangi firmalar yanaşıyor bakıyorsunuz. Bilet saatinizde otobüs geliyor, yolcuları topluyor gidiyor. Bizim dolmuş duraklarına benzer bir sistem.

 

 

SÜLALEMLE TANIŞTIM

Frankfurt’a dört saatlik yolculuktan sonra vardığımızda; babamın babası olan dedemin, sekizinci resmi nikahlı eşinden olan ve hayatımda daha önce hiç görmediğim amcam ve 11 yaşındaki tatlı kuzenim tarafından karşılandık.

Bundan 20 sene önce eve ilk internet bağlandığında yaptığım araştırma sonucunda bir kere iletişime geçtiğimiz; o dönem bana fotoğraflar yollamış olan Adnan Menderes ile (oradaki çevresinin tanımıyla Mendy Voice) birbirimizi görür görmez tanıdık. Anlamsız bir gülümseme ve içten gelen köklü bir sıcaklıkla sarıldık. Değişik bir duyguydu. Başka akrabalarımız da beni görmeye geldiler ve sülalem kelimenin tam anlamıyla oradayken genişledi.

Amcamın müzik albümleri var, oranın ‘O Ses Almanya’sına katılan kişilere koçluk yapıyor. Kaldığımız oda milyon avroluk müzik ekipmanlarıyla doluydu. Yengem Rita ise bir K9 eğitim merkezinin sahibi. Evde iki tane devasa Alman kurduyla da tanıştım. Uysal hayvanlardı ama tehlike sezince bir yaratığa dönüşüyorlar.

Çok güzel misafir edildiğimiz Frankfurt’ta, seyahat boyunca müze gezdiğimizi öğrendikleri için adet yerini bulsun diye bizi bir müzeye götürdüler. Stadel Müzesi’nde Van Gogh koleksiyonunu gezdik. İnsan bir yerden sonra sanata da doyuyor tabii. Biz Van Gogh’ları Viyana’dan beri her gün görüyoruz ya, hemen bir bilmiş tavırlara büründüm, Allah için sonra da utandım.

Ertesi gün Frankfurt Katedrali’ni gezdik, zaten bir Avrupa şehrine misafirliğe giderseniz, sizi hemen şehrin katedraline götürmek bir adetmiş. Yengemin kuzeni Manu, Köln’lü. Onların katedrali dünya çapında meşhur ve “bizim katedral sizinkinden güzel” muhabbeti oldu. Bu kültürün sadece bizde olmadığını görünce içim bir ferahladı, yalan yok.

Akşamında tarihi bir restoranda bira tadımı menüsüyle bizi baş başa bıraktılar. Mekanın içinde bu içkilerin yapıldığı kazanlar var; her birinin rengi, tadı, kokusu birbirinden farklı. Almanya’nın bira ile ünlü bir memleket olması Prag’ın Lennon duvarı gibi altı boş bir olay değil. Her mekan kendi birasını kendisi üretiyor. Burada hiç Airbnb ve Uber kullanmadık.

 

 

BAŞ DÖNDÜREN MİMARİ

Frankfurt’tan sonraki durağımız, Brüksel. Brüksel, Avrupa Birliği kurumlarının hepsine ev sahipliği yaptığı için Avrupa’nın başkenti olarak anılıyor. Epey de pahalı bir şehir. Buraya giden trene verdiğimiz para, beş ülkeden bir diğerine geçerken verdiğimiz yol paralarının toplamı kadar.

Brüksel’de de yine Airbnb konforu yaşadık demek isterdim ama kaldığımız ev biraz sıkıntılıydı. Sıcak suyu şofben haznesiyle sınırlı olan, kapıcı dairesinden dönüştürülmüş, zemin üstü, küçücük ve dikine derin bir ev. Olsun, ne de olsa oturmaya gelmedik. Brüksel Barosu ve Euractiv TV’de katıldığımız toplantılar ve görüşmelerle geçen ilk günün ardından, meşhur midye restoranlarından olan Chez Leon’da güzel bir öğlen yemeğiyle ikinci günümüzü daha başından şenlendirdik. Ben suda haşlanmış olanları pek beğenmediğim için daha bizim midye tavaya benzer formatta olan bir çeşidi tercih ettim.

Kentin meydanında birbirinden güzel binaların etrafınızı sardığı alanda, kafanızı nereye çevirseniz mimarisiyle baş döndüren güzel eserler var. Diğer gördüğümüz tüm Avrupa şehirleri gibi burası da gayet eski ve inatla yenilenmeden tarihi dokusu korunan bir şehir.

 

 

AVRUPA BAŞKENTİ EVSİZ DOLU

Brüksel’de meşhur İşeyen Çocuk heykelini görünce biraz hayal kırıklığına uğradım çünkü boyu bir karış kadar. İnsan fotoğraflardan daha büyük bir şey bekliyor. Brüksel’e kadar gitmişken, Brugge goblenleri ve Brüksel dantelleri satan dükkanlarda ufak çaplı bir alışveriş yapmayı da ihmal etmedik. Avrupa Konseyi civarında, kentin ana merkezinde yoğun bir trafiğin içinde dolanmak insanı bir an İstanbul’da hissettiriyor. Koruma arabalarıyla geçen konvoylar, yanıp sönen çakarlar… Ama işin bir diğer yönü daha var. Brüksel’de her metro istasyonunda, her heykelin dibinde, her yerden dışarı verilen sıcak hava çıkışlarının etrafı evsizlerle dolu. Kuzey Afrikalılar, siyahiler, Araplar. Avrupa’nın başkentinde adım başı bir evsiz var. Brüksel’e bir şekilde ulaşmışlar, kaçak hayatlarını yaşıyorlar.

 

 

AKLIMDA KALANLAR…

Brüksel’de geçen birkaç günün akabinde son Airbnb’mizle vedalaşıp yine Uber kullanarak havalimanına ulaştık ve üç haftalık seyahatimizi tamamladık. ‘Aklında en çok ne kaldı?’ diye sorarsanız; Viyana’nın eşsiz güzellikteki mimarisi ve sanat galerileri, Bratislava’nın yemek için ne kadar kötü bir şehir olduğu, Prag’ın güzelim mimarisini ve müzelerini adeta boğan keşmekeşi… Nürnberg’in şehrin içindeki korulukları ve tarihin yeniden yazıldığı mahkemeleri, Frankfurt’ta tanıştığım aile üyelerimin sıcaklığı, Brüksel’in zenginlik ve fakirliği aynı karede gösteren manzaraları… Ve tabii ki dünya kültür mirasının modern temellerinin atıldığı 1850 – 1920 tarihlerinde, kültür Avrupası’nı yaratmış isimlerin ayak izlerinde dolaşmak… Rönesans’ın ve Anadolu medeniyetinin birikimlerinden, nasıl bugünün kültür devi Avrupa ortaya çıkmış, bunu adım adım yaşamak…

 

NASIL ARANDI: #arda süar # gezgin # yurt dışı # avrupa # seyahat # Bratislava # Prag # Nürnberg # Frankfurt # Brüksel # yaşam # gezi # keşif

YORUMLAR
Yaptığınız yorumlar editör onayından geçmektedir.